BİLGİ GÜNLÜĞÜ tarafından yazılmış tüm yazılar

HAYIR – EVET

bugun_referandum_olsa_ne_olur_evet_mi_hayir_mi_h36148_a1cad

Çok tartışılan bir ortamda anayasa değişikliğine giden Türkiye, kavga gürültü ile meclisten geçen Anayasa değişikliğini halk oylamasına (referanduma) götürmeye karar verdi. Halk evet mi? hayır mı? diyecek diye günler sayılıyor.

Elbette ki halkın verdiği karara saygılı olmak ve verdiği kararı doğru olduğunu kabul etmek gerekiyor. Hemen belirteyim ki halkın verdiği kararın sandığa şaibesiz olarak aktarılması önemli. Kaldı ki geçen seçimlerde FETÖ örgütünün yaptığı darbe ve bu örgütün Ülke üzerinde neler yapabildiğini bilmediğimiz bir ortamda Ankara Belediye seçimlerinin üzerinde ki kara bulutlar tam olarak aydınlanamamıştır.

Devlet kurumlarının içinde girmediği sızmadığı yer alan olmayan FETÖ örgütünün neden ise bir tek siyasilerin içine birde Yüksek seçim kurulu içine sızmadığına vatandaşların inancı yoktur. Başta siyasilerin içinde ki FETÖ örgütü mensuplarının temizlenmesi ve Yüksek seçim kurulunun da temiz olduğuna vatandaşın vicdanının inanması gerektiğine inanmaktayım.

Bir çok daha çelişkiler ve vicdanların rahatsız olduğu bir ortamda halk oylamasına gitmek ve bu oylamanın sonucunun evet yada hayır çıkmasının çok da manası yok gibidir.

Yukarıda yazdıklarımın doğruluğu yada yanlışlığının da pek önemi kalmadı her türlü referandum kararı alınmış ve oylama yapılacaktır. Benim de yazdıklarım tarihe bir not olarak kalacaktır.

Toplum olarak bir çok paranoya ürettiğimiz ve ayrışımların yaşadığı bu güzel ülkemiz de tek bir tez vardır ki oda bizleri ayrıştırıp birbirimize düşürmek isteyen iç ve dış etkenlerin olduğu.

Hal böyle iken daha referandum tarihi bile açıklanmamışken toplumun önünde bulunan milli değerlere sahip insanların bu ayrışmaları harlayacak videolar yapmalarına akıl sır erdiremiyorum. Tuzu kuru olan bu insanların topluma içine attığı ayrışma ateşi yangını başlatmıştır.

Milli değerlere sahip insanları siyasetten uzak durması (elbette kendi siyasi tercihi olabilir), her kesimden insanı temsil ettiğinin hassasiyetinde olması gerektiğinin altını bende çizeyim. Bütün topluma mal olmuş bu milli kişilerin şu an toplumun bir kısmının tepkisini kazanması ne onlara nede Türk toplumuna faydası var. Zararı var faydası yok inanın.

O kadar saçma sapan tartışmalara ve söylemlerle ilerliyoruz ki, bu kadar önemli bir kararı da toplum olarak saçma sapan söylemlere değil akıl ile, düşünme ile, hür iradeyle ve vicdan ile mukayese ederek karar verim oylamada EVET yada HAYIR diyelim.

Bir çok parti kuruldu, bir çok lider gelip geçti as olan Vatan ve milletimizin bölünmezliği.

HAYIR’lı Cumalar.

 

Fedai Çakır

26 Ocak 2016, İstanbul

KENDİ AYAĞINA SIKMAK

Seker_pancari_yetistiriciligi_(Sugar_Beet_Growıng)_b_2

Bir kaç kez gözüme çarpan haberler vardı, şeker üretimi ile tatlandırıcılar arasında geçen konular. Gündemin yoğun değiştiği bir ülkede yaşıyor ve orada yazılar yazmaya çalışıyorsanız bazı haberleri es geçebiliyorsunuz, yada çok ilgi alnınızda olmayabiliyor.

Bir Ankara ziyaretimiz de Sayıştay’da yılların tecrübesi sabit olan, bürokrat olarak çok önemli noktalarda görev yapmış ve halen Sayıştay’da denetmen olarak  görev yapan bir ağabeyimizi de ziyaret etmiştim. Bu ziyaret sırasında kısaca şeker pancarı ve tarım üzerine sohbetlerimiz olmuştu.

Şeker pancarı üretimi, çiftçimiz,  25 yakın fabrikamız ve buralardan ekmek kazanan binlerce insanımızı ilgilendiren bir konuydu aslında konu. Hiçte öyle es geçilecek bir konu değil üstüne basa basa konuşulması, duyurulması gereken bir konuydu.

Şeker Pancarı Üretimi Ve Üreticisi Üzerine Oynanan Oyunlar Var.

Bu konuda teknik bilgilerle donanmış bir çok makale ve yazıyı internetten de bulabilirsiniz. Ben teknik konularla sizi boğmak istemiyorum anladım dilden kısa ve öz size anlatayım.

Tatlandırıcı ithalatını  yada mısır ithalatını teşvik ederek doğrudan şeker pancarı olmadan mısırı Brezilya yada ABD’den getirmeyle şeker elde etmek. Ben şeker diyorum aslında teknik ham madde olan glikoz elde etmeyi amaçlayan yöntemler teşvik edilmektedir.

Şeker pancarı üretimi pahalı diyerek fabrikaların kapılarına kilit vurmayı, şeker pancarı üretimini azaltarak yada yok ederek çiftçiyi zora düşürecek uygulamalara adım atılmak isteniyor.

Ülkemizin şeker ihtiyacı yıllarca şeker pancarından karşılanırken, bundan böyle yabancı firmaların ithal mısırdan ürettikleri şekerlerle mi karşılanacak? Evet böyle devam ederse olacağı budur.

Bir dönem tarımda ve hayvancılıkta kendi kendine yeten ülke olduğumuzu ders kitapların da okur ve övünürdük. Hiç kıtlık ve açlık olamayacak ülkelerin içinde olacağımızı düşünür kendimizi güvende hissederdik.

Şeker pancarı demek sadece şeker üretimi demek değil. Doğaya verdiği foto sentez ile oksijen demek, hayvanlara verdiği küspe ile hayvancılığın yem ham maddesi demek, köylünün geliri demek göç olmayan köyler demek. Ekonomi demek, milli demek.

ŞEKER PANCARI TARIMININ FAYDALARI

Neden şeker pancarı üretimi önemlidir?.Şeker pancarı tarımı yüksek istihdam sağlayarak köyden göçü önlemekte,devlete hiç yük olmadan kuru tarım arazisini sulu tarıma kazandırmakta, yan ürün olarak posa ve melası ucuz hayvan yemi temin ederek hayvancılığın gelişmesine hizmet etmekte,melastan üretilen maya 80 ülkeye ihraç edilerek döviz girdisi sağlamakta,taşımacılık sektörüne oldukça fazla yük sağlamakta,fotosentez sonucu havaya ormandan 3 kat daha fazla oksijen sağlamakta ve en önemlisi de planlanan pancar kooperatifleri vasıtasıyla çiftçinin üretim alanında bilinçlendirilmesi,tarımda münavebenin uygulanması,üreticinin araç,gereç sahibi yapılması,tarım teknolojilerinin ve araçlarının kullanılmasının sağlanması yanında pancar tarımının tarımsal denetimini eksiksiz yapmasıdır.Kısaca şeker pancarı tarımı bir bütünlüklü proje olup tarımsal denetimi Türkiye çapında yapan  başkaca bir kurum da bulunmamaktadır.Dünyada olayı bu boyutta ele alan başka bir ülke  de yoktur.(1)

Şeker Yasası ile;

Şeker fabrikalarının alacağı şeker pancarı da azaltılmaya başlandı ve pancar çiftçisi daha da fakirleşti, Kar getiren fabrikalar satılma sürecine sokuldu, fabrikaların kapasiteleri düştü, NBŞ (Nişasta Bazlı Şeker) kotası artırılınca Dünya mısır üreticisi tekellerine pazar açıldı. YYT (Yüksek Yoğunluklu Tatlandırıcı ) dış alımında da patlama oldu.

Bu işin çözümü Sayıştay’ın yazdığı raporu okumak ve orada ki öneriler kısmında yazanları uygulamaktır. Devletin başka bir devlet kurumunun yaptığı titiz çalışmayı göz ardı yapmamasıdır.

Şeker Kurumunun 2015 yılı çalışmaları üzerinde Sayıştay tarafından yapılan incelemeler sonucunda getirilen öneriler aşağıdadır.

Yılına ilişkin öneriler:

1- Şeker Kurumunun, pancar ekilecek alanlara izin verirken, yapılacak uygulamanın sürdürülebilir su kaynakları yönetimine ilişkin planlamalara uygunluğunun kontrolü ve yer altı su kaynaklarının dengesinin korunması konusunda DSİ ile işbirliği yapması,

2- Türkiye’de üretimi yapılmayan, ancak başta ilaç sanayi olmak üzere çeşitli kullanım alanları bulunan ve 2015 yılında yayımlanan “İthalat Tebliği” çerçevesinde ithaline izin verilen, Yüksek Yoğunluklu Tatlandırıcıların ithal amaçlarının dışında da kullanıldığı ve piyasayı olumsuz yönde etkilediği dikkate alınarak söz konusu maddelerin ithal amacı dışında kullanılmasını önlemek amacı ile gerekli tedbirlerin alınması, (2)

Yapmayın arkadaşlar, kendi ayağımıza sıkmayın.

Fedai Çakır

17 Ocak 2016, İstanbul

Kaynak:

1-  Prof. Dr. Mustafa AYYILDIZ

2- Sayıştay ŞEKER KURUMU 2015 RAPORU

ŞEKER KURUMU 2015 (21.07.2016)

SIRADIŞI ŞAİR (Çocukluğunu yitirmemiş, yalnız bir adam)

yazar-olmak-icin-hangi-universite

Sosyal medyada Dizeleri en çok aforizma olarak paylaşılan, portreleri ve denemeleriyle düzyazıda da “başyapıt” kıymetinde eserler ortaya koyan bir şairdir o.

Kadınlara çekinmeden evlenme teklif edebilecek kadar özgüven sahibi olan Şair, alışveriş sırasında bu özgüveni kaybolmaktadır. Beğendiği bir şeyin fiyatını sormaktan çekinir, çünkü fiyatını sorduğu andan itibaren o şeyi alma mecburiyeti hisseder. Bir diğer ilginç özelliği ise bir meyveyi veya sebzeyi yarım kilo alamamasıdır, çünkü bir şeyden yarım kilo alırsa satıcının kızacağını düşünen bir şairdir.

Çok kadını sevdi, bu kadınları da herkesin sevmesini isterdi. Dostları sevdiği kadını beğenmeliydi. Bu yüzden sevdiği kadını beğenmeyen arkadaşlarına küserdi. Mektup yazmaya bayılırdı, hatta o kadar ki kadınların ağzından kendi kendine mektup yazar ve postalardı.

Yazı yazarken diğer yazanların aksine sessizlik değil hep gürültü arardı. Sırf bu yüzden evde yazı yazarken televizyonun ve radyonun sesini açan bir şairdir o.

Tarifsiz bir okurdu, ilkokul 3’te Suç ve Ceza’yı defalarca okudu. Karamazov Kardşler’i ise tam 5 kez okumuştu. Çok iyi şairdi, kompozisyonu bundan aşağı kalır değildi ama yine de sayılarla sorunları oldu. Saatin kaç olduğunu anlamayı 5. Sınıfta öğrendi. En kötü dersi resimdi. Birkaç kişi hariç tüm sınıfın kompozisyon ödevini yapan çocuktu.

İlkokulda bir dergi çıkarmaya karar verdi. Ancak baskı makinelerinin azlığı, var olanların kalitesizliği buna mani oluyordu. Ama yine de yılmadı, sıkı dostu Altan Günalp ile birlikte elle yazılarını yazdığı, resimlerini çizdiği okul dergisini çıkardı. Derginin en sıkı takipçileri ona hayran olan okuldaki kız arkadaşlarıydı.

Ortaokulda 100 metre koşusuna katıldı. Yarışmada birinci gelen şaire kalem hediye edildi. Böylelikle ilk dolma kalemine sahip olmuştu. Edebi kişiliğinin yanında bir de sporcu yanı vardır, Futbola bayılırdı.

Şair içkiden ziyade tam bir sigara tutkunudur. Bir gün onu çorba içerken görenler büyük bir şaşkınlık yaşarlar. Çünkü bir kaşık çorba içtikten sonra sigarasından bir nefes çekmektedir. Bir kaşık çorba bir nefes sigara, bir kaşık çorba bir nefes sigara…

Çok yoğun çalıştığı, sık sık teftiş yaptığı bir dönemde hiç berbere gidememiş ve saçı-sakalı çok fazla uzamıştır. İş yoğunluğu azalıp berbere gider. Berber “Abi seferden mi geliyorsun?” der. Bu sözlere çok sinirlenen şair, hışımla berber koltuğundan kalkar ve bir daha hiç berbere gitmez. Saçlarını bundan sonra sadece evlendiği kadınlar kesecektir.

Süreyya Kapınak soyadını değiştirmeye karar vermiştir, yemekli bir mecliste bu fikrini yazar ve şair arkadaşlarına açar. Ancak çeşitli önerilerde bulunan arkadaşlarının önerilerini beğenmemiştir. Aynı mecliste bulunan Şairimiz öne çıkar ve soyadını “Berfe” yapmasını söyler. Bu kelimenin anlamına soran Süreyya kelimenin Kürtçede “kar” anlamına geldiğini öğrenir. Bu kelimeyi ve anlamını çok beğenen Süreyya Kapınak, soyadını değiştirir. O artık Süreyya Berfe’ydir.

Papirüs dergisini çıkarmaya karar verir, paraya sıkışmıştır. Bir gün yazıhanesine Edip Cansever gelir. Şairin en büyük aşkının getirdiği bir halıyı görür. Antikacılıkla uğraşan Edip aslında bir değeri olmayan o halıyı antikaymışçasına satın alır. Böylelikle Papirüs’e en zarif şekilde katkı sağlamıştır. O Uğruna Chevrolet’sini sattığı, edebiyat dergiciliğinde İstanbul’u aşan Papirüs’ün sahibidir.

Tomris onun en büyük bir aşkıdır. Bu aşkın öfkesi de büyüktür, bir tartışma sonrası çok sinirlenir ve birbirlerine yolladıkları tüm mektupları yırtarlar. Ve bu mektuplardaki aşk günümüze ulaşamayacaktır. Tomris’le ilişkisini bitirdikten sonra onunla gittiği hiçbir mekâna adımını atmayacaktır.

Paris’te büyük bir evhama kapılmıştır. Turgut Uyar ve Edip Cansever’in onu Türkiye’de unutturmaya çalıştığı düşünmektedir.  Kızı Ayçe ile sağlıklı bir ilişkisi yoktur. O kadar ki kızının nikâhına katılamamıştır, çünkü ona haber verilmemiştir.

Türk şiirine damgasını vuran şairin hayatı da şiiri gibi “sürreal”di. Sevdi, aşık oldu, hasret çekti, acılara katlanmaya çalıştı, çoğu kez ağladı, kıskandı ve eşsiz şiirleri bunlardan doğdu.

Hepsi ama hepsi bambaşkaydı. Şairlik duygusunun en temel aktörü annesi Gülbeyaz Seber’di. Şiire ilk adım atışını annesinin anlattığı Kerem ile Aslı hikayesine bağlar.

Muhalifi olduğu Adnan Menderes’i soruşturan ve lehine rapor yazan maliye müfettişidir, Kendi alanında kült Emmanuelle filmi için “yayına uygundur” kanaati bildiren bilirkişidir,  Yolsuzluğu önlemeye çalışırken bakana çarptığı için işinden olan Darphane Başmüdürüdür, Şemsiyeci ve Orta Doğu İktisat Bankası Yönetim Kurulu Üyesidir.

Alevi kızı Gülbeyaz’la nakliyeci Hüseyin’in, Pülümür’de doğan ama doğum günü olmayan çocuğudur. 1938’de Dersim İsyanı sonrasında ailesi  ile birlikte çocuk yaşta Bilecik‘e sürgün edilmiştir.

Şair bu sürgün için şu mısraları yazmıştı:

Bizi kamyona doldurdular,

Tüfekli iki erin nezaretinde,

Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,

Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar,

Tarih öncesi köpekler havlıyordu.”

Oğlu Memo çok fütursuzdu, babasıyla sürekli kavga eden Memo babasının en değerli kitaplarını çalıp sahaflara satardı. Şairin son yıllarını çekilmez hale getiren Memo bir tartışmaları sırasında babasını ağır şekilde darp ettiği idea edilir. Hastaneye kaldırılan Şair hastalık ve üzüntü sonucu birkaç gün sonra hayata veda edecektir.(1)

Asıl adı Cemalettin Seber olan Türkiye’de şiirin köşe taşlarından Cemal Süreya‘yı 27 yıl önce, 59 yaşındayken, 9 Ocak 1990’da kaybettik.

Fedai Çakır

9 Ocak 2016, İstanbul

1- Cemal Süreya’nın en uzun süre evli kaldığı, son gecesini aynı evde geçirdiği eşi ve oğlu Memo Emrah Seber’in annesi olan Zûhal Tekkanat’ın  kavga olayını kesin bir dil ile red eder.

Şehit polisin köpeği oradan hiç ayrılmıyor

5870a5f30f25444240011d65

İzmir Adliyesi’ne yönelik saldırıda şehit olan polis memuru Fethi Sekin’in her gün beslediği ‘Arap’ isimli köpek, adliye önündeki kulübenin yanına yatıp, burada bekledi.

5870a5e60f25444240011d63

Bayraklı’daki İzmir Adliyesi’ne yönelik olarak dün düzenlenen bombalı terör saldırısı sırasında teröristlerle son kurşununu kadar çatışıp şehit düşen 3 çocuk babası trafikpolisi Fetih Sekin, görev yaptığı kulübenin yanına gelen ‘Arap‘ isimli köpeği her gün besliyordu.

5870a5fa0f25444240011d67

Çatışma anında görüntülerde koşarken görülen köpek, bugün de kulübenin yanına geldi.

Patlamayla birlikte kullanılamayacak hale gelen kulübenin yanına yatan köpek, burada bekleyerek çevreyi izledi.

re-vert

Kaynak: Hurriyet

KABUS GİBİ BİR YIL (2016) SONA ERDİ

gule-gule-2016-hosgeldin-2017Hiç kuşkusuz ki 2016 yılının kabus gibi bir yıl olduğu konusun da hemfikiriz. 2016’da en çok terör olayları ve mülteci sorunu ile mücadele edildi. Dünya ekonomisi daraldı, siyasi çekişmeler arttı. Arap baharı ile başlayan ve Ortadoğu da iç savaşa dönüşen süreç sonucunda milyonlarca insan evsiz, yurtsuz kaldı. Binlerce sivil insan öldü.

 

Aslında 2016yılını kötü geçeceği  Kuzey Kore’nin ‘Hidrojen Bombası Denedik’ açıklamasını Ocak ayının ilk günlerinde yapmasıyla ilk işaretini vermişti. Ortadoğu’nun Yangın Yeri Suriye’den kaçanlar arasında en çok da çocuklar mağdur oldu. Uzmanlar bu çocuklara kayıp nesil diye adlandırırken Türkiye’nin Bodrum sahiline vuran  Aylan bebek ile Avrupa ve dünya ilk kez vicdanları ile yüz yüze geldiler.

 

Uluslararası Af Örgütü’ne göre savaş sırasında her bir saatte 50 aile evlerini terk etti. Bu; Yunanistan, Portekiz ya da Belçika’nın nüfusuna eşit. 5.5 milyondan fazla kişi başka ülkelere göç etti. Resmi rakamlara göre 3 milyondan fazla mülteciye Türkiye kucak açtı.

 

Sadece 2016 yılın da Türkiye’de 20 yakın bombalı terör saldırısı oldu ve yüzlerce insan hayatını kaybetti, binlerce insan yaralandı ve sakat kaldı. Dünya ülkelerinin içinde en çok bombalı saldırı ve terör saldırısına uğrayan ülkelerin başını Türkiye çekiyor. Saldılar da binlerce insanını kaybeden Türkiye 15 Temmuz 2016’da tarihinde hiç beklenmedik bir terör saldırı ile karşı karşıya kalıyor. Bir grup vatan haini askerin Pensilvanya’dan aldığı emir ile ülke yönetimine ve demokrasiye yönelik darbe girişimine kalkıştı. Türk halkı darbeyi püskürttü ama saldırılarda 248 şehit, binlerce yaralı ve sakat kalan gaziler oldu.

 

Küresel Terör Fransa’yı ulusal gününde, hürriyet, eşitlik ve kardeşliği kutlarken vurdu… Nice’de, ülkenin en önemli ulusal bayramı 14 Temmuz Bastille Günü’nü kutlamaları sırasında bir kamyon kutlama yapan kalabalığın içine daldı. Saldırgan kamyonla 2 km boyunca kalabalık içerisinde ilerledi, önüne geleni ezdi ve silahla etrafa ateş açtı.

 

Paris Savcısı Francois Molins, saldırıda 10’u çocuk ve genç 84 kişinin hayatını kaybettiğini, 52’si ağır 202 yaralının olduğunu açıkladı.

 

Belçika’nın başkenti Brüksel’deki Zaventem Havalimanı’nda 22 Mart’ta 2 ayrı patlama sesi duyuldu. Devlet televizyonu havalimanındaki patlamanın sebebinin intihar saldırısı olduğunu açıkladı, savcılık bu bilgiyi doğruladı. Belçika medyasından yansıyan bilgilere göre 34 can kaybı vardı.

 

Yılın son günlerinde bu defa Almanya’nın başkenti Berlin’den bir saldırı haberi geldi.  Almanya’nın başkenti Berlin’in turistik merkezlerinden Kurfuerstendamm’daki Noel pazarına giren çelik direk yüklü TIR, pazarın en yoğun olduğu saatlerde kalabalığın içine doğru girdi ve 12 kişinin ölümüne, 48 kişinin ise yaralanmasına yol açtı.

 

Terörden 11 Eylül saldırılarından sonra ABD halkını sarsan bir terör saldırısı gerçekleşti. ABD’nin Florida eyaletine bağlı Orlando kentinde eşcinsellerin gittiği bir kulübe silahlı saldırı düzenlendi. Orlando Valiliği, saldırıda 50 kişinin öldüğünü, 53 kişinin de yaralandığını açıkladı.

 

Dünyada 2016 da başka kötü olumsuz olaylarda çok oldu, dünyaya mal olmuş sanat, spor camiasından insanları kaybettik.

 

İnsanların doğal ortamından söküp getirdiği kutup ayısı Arturo, 30 mutsuz yılın ardından Hayvanat Bahçesinde Delirerek Öldü, İtalya’da Çin’de depremler oldu bir çok insan evsiz kaldı ve öldü, Matthew Kasırgası Haiti ve Amerika’da yüzlerce can aldı, final maçına giden Chapecoense takımının uçağı düştü 76 Kişi hayatını kaybetti, Pakistan’ın Başkenti İslamabad yakınlarında düşen uçakta 152 kişi öldü, Gana’da sahte ABD Büyükelçiliği açan Türklerin, yıllarca Afrikalıları dolandırdığı ortaya çıktı, bir devir daha kapandı Küba Devriminin Lideri Fidel Castro Aramızdan Ayrıldı, Bir efsane daha artık aramızda değil; Muhammed Ali Hayatını Kaybetti. Türkiye’de Giresun’da askeri helikopter düştü ve 7 kişi öldü, Adana Aladağ’da yurt yangınında çoğu çocuk 12 kişi öldü.

 

2016 yılının kapanmasına günler kala Ankara’da silahlı suikaste uğrayan Rus Büyükelçi Karlov yaşamını yitirdi ve yine aralarında dünyaca ünlü Kızıl Ordu Korosu‘nun üyelerinin de bulunduğu 92 kişi taşıyan askeri bir uçağın Karadeniz‘e düştü ve 68’i koro mensubu 93 kişi öldü.

 

Dünya genelindeki artan terör tehdidi ve bölgesel çatışmalar silah satışlarına da yansıdı. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI), silah pazarının en iyi müşteri ve ihracatçı ülkelerini açıkladı. Rapora göre 6. sırada yer alan Türkiye’nin silah alımı, dünya toplam silah ticaretinin yüzde 3.4’üne tekabül ediyor diye açıklandı.

 

Türkiye sevdiklerini kaybetti:

 

Mustafa Koç hayatını kaybetti, Kamer Genç hayatını kaybetti, Oya Aydoğan hayatını kaybetti, Tanju Gürsu hayatını kaybetti, Yaşar Nuri Öztürk hayatını kaybetti, Naşide Göktürk hayatını kaybetti, Tarık Akan hayatını kaybetti, Gönül Ülkü Özcan, 85 yaşında hayatını kaybetti, Erdal Tosun trafik kazasında öldü.

 

Umut ile bakmak gelir içimden  yeni yıla, Ahmed Arif’in  Anadolu isimli şiirinde dediği gibi;

 

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.”

 

Not: Bu yazıyı yazdığım günün akşamı Reina‘da yaşanan terör olayında 39 insan öldü ve bir çok da yaralımız var.

 

Fedai Çakır

31 Aralık 2016, İstanbul

 

KÖPEKLERİN DİLİNDEN KONUŞAN YAĞMUR ÇOCUKLAR

13458673_1308956559184586_8463540954146695651_o

Sponsorluğunu Quick sigorta firmasının yaptığı, Yağmur Çocuklar Rehabilitasyon merkezinin özel gereksinimli çocukları; “Sokak Köpekleri Bal ile Betty” filminin yıldızı “Bal ve Betty” isimli sevimli patiler ile buluştular. Onlarla köpekleri konuştuk.

Sokak köpeklerinin dramını ve hayvan sevgisini konu alan Filmin kahramanları olan köpekler çocuklar tarafından bol bol sevildiler. Bir süre köpekleri seven çocuklar sonrasında filmi izlemek için sinema salonuna geçtiler. Çocukların beklenenin aksine çıt çıkarmadan filmi izlemesi öğretmenlerini şaşırttı. Bazıları ilk kez sinemada bulundu, bazıları ise hayatlarında ilk kez bir köpeğe dokunup sevdi.

Ortak iletişim dilimiz “sevgi” idi.

 

 

 

 

 

 

 

Her şeyi unutan insan, biliyorum ki tek unutamadığın TOSUN

tosun

Hava alacakaranlığa dönüyor her akşam sonrasında ise geceye düşüyor gökyüzü. Yaşayan bir çok insan gibi uyuma vakti geliyor bedenimin ve gözlerimin.

 

Göz kapaklarım ağırlaşıyor yenik düşecek gibi uykuya, bedenim ise yorgun bir an önce dinlenip kendine gelmek ister gibi. Düşünceler dürtmeye başlıyor beynimin içinde.

 

Uyku tutmadığında efsane bir söz vardır “koyunları say” diye. Koyunlar değil ama gözleriminin önüne geliyor Kayseri‘de kınalı kuzuların ölümleri, İstanbul’da otobüste yan yana asılarak bir yerden bir yere gittiğim çevik kuvvet polisim geliyor, her yer siyah beyaz diyen taraftar arkadaşım geliyor. 1.5 yıl içerinde 25 tane yaşanan terör olaylarında hayatını kaybedenler geliyor, yaralılar, sakat kalanlar geliyor gözlerimin önüne.

 

Hadi biraz koyun sayayım diyorum, çitlerden atlayan yavru kuzuları görürü gibi oluyorum bir an yüzümde  gülümseme geliyor. Sonrasında ise;

 

Yanarak ölen çocuklarımın çığlıkları geliyor, tecavüze uğrayan çocukların bakışlarındaki donuk anlamsızlıklar geliyor, sokak ortasında vurulan iki çocuklu kadın geliyor, dövülerek öldürülen kadınlar ve gençler geliyor gözlerimin önüne.

 

Say say koyun say uyuyacaksın diyorum kendime. bir koyun iki koyun, üç koyun…

 

Sonra ise; hadi uyu gözlerim, yarın sabaha bakalım kimler göz altına alınacak, hangi olaylar patak verecek hangi konu ile gündem birden değişecek, yazılanlarda unutulacak ölenlerde. Küçük bedenlerde, çığlıklar da unutulacak yeni gündem yeni günü/günümüzü esir alacak.

 

Uyu gözlerim…

 

Bakalım bu sabah hangi felakete uyanacağız… Sonarsında ise, Aman bu yazıda unutulacak diyorum.

 

Sonra ergenlikte o malum açık saçık filmleri izlediğimiz sinemanın tuvaletinde ki yazı aklıma geliyor… “Benim adım Tosun, bunu okuyana k….”

 

Her şeyi unutan insan, biliyorum ki tek unutamadığın Tosun….

 

 

Fedai Çakır

18 Aralık 2016, İstanbul

15542050_1505632959466000_8441669679569603453_n

NEREYE BAKSAM İÇİM ACIYOR

nereye baksam içim acıyr

Toplum olarak neredeyse çıldırma, delirme noktasındayız, suyun donma noktası 0 °c iken insanın delirme noktamız nedir acaba.

 

Ruhsal anlamda mutlu olan var mı?

 

Haberleri izlemek bile başlı başına delirmek için yeterli neden olabilir.  Gün geçmiyor ki kötü, olumsuz bir haber olmasın haber bültenlerinde.

 

Patlamalar, yangınlar, kavgalar, tekmelemeler, tecavüzler, kurşunlamalar, trafik kazaları ve binlerce masumun ölümü, yaralanması veya sakat kalması ile sonuçlanan olaylar.

 

Gel de delirme.

 

İnsanlara acımaktan hayvanlara acıyacak hal mi kaldı diyen bir çok insanın vicdanı ile yaşama tutunan sokak hayvanları…

 

Şiddet görüyorlar, yavru iken karda kışta ormanlara ıssız yerlere ölsün diye terk ediliyorlar.

 

Barınağı, veteriner hekimliği olmayan belediye araçlarına bindirilip bilinmeze götürülüyorlar, dağ başlarında aç susuz bir avuç yardım getiren insandan medet umuyorlar.

 

Şanslı olanlar ise kulaklarında küpelerle çöp konteynırlarının yanında yaşam mücadelesi veriyorken çoğu kez araç çarpması ile kısacık ömürlerini tamamlayamıyorlar.

 

Köy yada kırsal alanlarda yaşam mücadelesi verenler ise zehirli et parçası ile saatlerce süren çırpınma ile ölüyorlar yada deli bir muhtarın tabancasından mermi, aklı bozuk bir adamın av tüfeğinden çıkan saçma ile ölüyorlar.

 

Bazen de daha can bendende çıkmadan belediye’nin çöp kamyonuna atılıp canlı canlı presleniyorlar.

 

Yaşamayı başaranlar ise, vicdansız sahipleri var ise şiddet görüyorlar, araçların arkasına bağlanıp sürükleniyorlar, sahipsiz iseler bu kış gününde soğuktan ölmemek için yaşam mücadelesi veriyorlar.

 

Kışın köpekler 17 saat, kediler ise 6 saat aç kalırsa donarak ölürler.  Kışın hem barınmaya, hem mamaya, hem de suya ihtiyaç duyarlar.

 

Ölen masum insanlar ve çocuklar, yaşam hakkı elinden alınan sokak hayvanları.

 

Nereye baksam içim acıyor…

 

Fedai Çakır

14 Aralık 2016, İstanbul

KARDAN BEYAZDIR ÖRTÜM

Uzungöl fedai çakır

Bu hafta sizlere dağların arasında yapay bir gölün etrafında bulunan, doğası ile her daim insanları cebeden Uzugöl’den yazıyorum. Karla kaplı bu güzelliği aslında bu hali ile görmek benim için iyi bir şey.

İyi bir şey diyorum çünkü buranın gerçek güzelliğini daha önceden gören bir insanım. Beton ve otel, alış veriş alanları vs gibi yapılaşmaların yoğun olmadığı, kapitalizm her alanda kendini hissettirmediği dönemlerini bilirim. Kar bir çok çirkinliğin üstünü örtmüştü. kapitalizm hariç.

Kar ile kaplı olmasaydı her tarafı Uzungöl’ün, blok blok kaplamış olan beton ile yüzleşecek, göl suyunun karanlık kirli yüzünü görecek ve bu doğa harikasına insanın yaptığı deformasyonu görecektim.

Yıllar önce Çaykara’dan kıvrıla kıvrıla Uzungöl’e çıkan o yollardan geçerken dikkatimi çeken en önemli güzelliklerden biri derenin gürül gürül çağlayıp çılgınca akmasıydı. Karla kaplı olması her tarafın o derenin akışını görmemi engellemezdi. Lakin HES denen o canavar oluşum  derenin sularını borular ile dağların altından geçmeye zorlamasaydı  eğer.

Tabi o kıvrılan yollardan yukarı çıkarken köylere yapılan beton apartman  gibi olan yapılaşmayı da göremezlikten gelmemek lazım.

Sadece Trabzon değil hemen hemen bütün Karadeniz köylerinde neden ise almış başını gidiyor beton evler yapma merakı. Yeşilin ortasında eğrelti durun bu yapıları yapan zihniyet helan varlığını bu topraklarda maalesef sürdürmeye devam ediyor.

Her şeye rağmen Uzungöl’ü ölmeden bir kez görmeniz gereken yerler listenizin başına yazın derim. Ben ekstradan karların içinde yaşam mücadelesi veren sokak köpeklerini sevdim bol bol.  Azığımızı paylaştık onlarla elbet.

Doğa bu aralar derki bizlere Kardan beyazdır örtüm.

Fedai Çakır

8 Aralık 2016, Uzungöl / Trabzon

SOL YANIM KARALAR BAĞLAR

adana_da_yanan_kiz_yurdu_hangi_cemaatin_h80318_9785e

Bütün dikkatini işine vermişti, yağmurlu soğuk bir gündü, bir an önce mesaisi bitsin diye çalışan işçi bir babaydı o. Evde bekleyen güzel kadınının koçası, o küçük çocuklar Mehmet’in, Ayşe’nin babasıydı.

Yağmurun içine sızmasıyla yumuşamaya gevşemeye karşı Toprak direniyordu.

Daha fazla dayanamadı kaydı Toprak büyük bir gürültü ile Mehmet’in ve Ayşe’nin babasının üstüne.

Evde bekleyen o güzel kadının içini düşer birden bir sıkıntı.

Annenin bağrından koparmış yokluk küçük kızını, sözlere kanmış ayrılığı göz yummuş vermiştir canından can verdiği kızını.

Bir kıvılcım düşer yerlere, kapılar kapalı, yardım bekleyen küçük yürekler.

Alev top olmuş yükselir yukarılara, kaçamayan küçük bedenler sarılırlar bir beden olurcasına bir birine, kim bilir son haykırışlarıdır Anne.

O gün oynamak için arkadaşının davetine uyar izin alır annesinden. Girerler dört duvar arasına, neşe ve umutla.

Dede dedikleri çeker başka odaya dokunur küçük kızın küçük bedenine.

Bir daha okula gidemedi, yalnız kalamadı, altını ıslattı…  Kalp krizi ile küçük bedeni ebediyete göçtü…

Göçük altında kalan baba, Kapısı açılmayan yurdun çocukları, Tacize dayanamayan küçük yürek.

Sol yanım karalar bağlar.

Fedai Çakır

1 Aralık 2016, İstanbul