Etiket arşivi: Aile

ÜÇ YUMURTANIN İKİSİ

yumurta

Başka toplumlara benzemez biz Türk aile yapısı. Bizler de erkek eğemem olan yapı erkek çocuklar için doğduğu andan itibaren bir ayrıcalık getirir.

Kendim den örnek vermem gerekirse evin en küçük çocuğu ve bide erkek olmam nedeniyle rahmetli annemim, babamın gözdesi olarak yetiştim. Gözdesi derken şımartılan çocuğu yani.

Sofram istediğim saatte hep hazırlandı, yatağım annem yada ablalarım tarafından toplandı, çamaşırlarım yıkandı ütülendi, bir erkek çocuk olarak bana düşen ise daima hayatı keyfince yaşamak kaldı.

Sonra bir kadın ile hayatımı birleştirdim, o kadına sırtımı dayadım, yine yemek yapmayı bilmeyen ben, çamaşır yıkamaz, ütü yapmaz,  ev toplamaz, dağınık erkek bir adam olarak uzun süre evli kaldım.

Aslında itiraf etmeliyim eşim biraz şanslıydı, askerliğin verdiği bazı şeyleri öğrenmiştim, ütü yapmak temizlik gibi ama evde bir kadın varken genel olarak erkek yetişme kültürü olarak pek yaptığım söylenemez di tabi.

Günlerden Temmuz ayı idi ve ben boşanmaya karar vermiştim.

Kararımı aldım ve uyguladım.

Dışarıdan yemek yemeye ne bütçe dayanıyor nede devamlı olarak yemek yeniliyordu, üç yumurtanın ikisini tavaya tutturamadığım o günlerden sonra yemek yapmayı öğrenmiştim, çamaşır makinesine uzun uzun baktıktan sonra eve temizliğe gelen kadını arayıp bu makine nasıl çalışır sorusu ile çamaşır yıkamasını da öğrenmiştim, ütü de yapıyordum ama hala alışamadığım evi baştan aşağı dip köşe temizlemek bana en zor geleniydi.

İnsanın erkek olması ile değil yapmak istemesiyle alakalıymış hayatta ki bazı şeyler. Birde kedim Cahnel benimle kalmıştı.

O tembel, iş bilmez hımbıl adam olmaz yapıdan tam bir ev erkeğine dönen ben, kedim ile beraber tam bir anne moduna girmiştim.

Kendim için harcayamadığım son paramı kedimin aşıları, mamaları için harcar,  gidilen tatiller kedimin bunalıma girmesi nedeniyle yarılarda kesilir, bir karar verilirken önce kedim ne olacak diye planlar yapılır, kendi kıçını toplayamayan ben onun kumunu temizler suyunu mamasını devamlı kontrol eder hale gelmiştim.

İşte bunların hepsinin tek suçlusu vardı: SEVMEK

Çocuğu gibi seviyor evde ki o kediyi insan. Sevmek ise o insana her şeyi yaptırıyor. Sevince onun pisliği de gözünüze batmıyor, sevdiniz mi onun verdiği zararlarda sizi kızdırmıyor, öfkelendirmiyor, sevdiniz mi onun için yaptığınız fedakarlıklarda gözünüze batmıyor.

Küçücük bir kedi bize anlatır ki, yaşamın, aile olmanın en güzel yanı SEVMEK. Sevmek; Karşılıksız, özveri ile sevmek, yardımlaşma ile bir arada yaşamak, fedakarlıklarla yaşamak, ortak yaşam alanı kurmak AİLE olmanın temelini oluşturuyor.

Tabi ki saygı da.

Kedi babası.

 

Fedai Çakır

12 Haziran 2016, İstanbul

 

KUMRULARA SORDUM

Sigircik-Dansi-11-750x350Şu an oturduğum eve büyük Marmara depreminden sonra taşınmıştım. Depremden sonra yapılan evlerin daha sağlam olduğunu hepimizin öğrendiği yeni bilginin verdiği bir taşınmaydı bu.

Evin başlıca özelliklerinden biri yeni yapılmış olması ve ilk kiracısı benim olmam. Bunun dışında arka tarafı Kuzeye bakmasıdır.  Kışın Kuzeyden esen rüzgarlar evin ısınma sistemini yetersiz bırakabilir ev soğuk olur diye o tarafın pencerelerine pervazlar yaptırmışlar. İplerinden çekince tüm pencere bir anda kapanıyor  ve evin içi bırakın soğuk almayı ışık bile almıyor.

Gel zaman git zaman derken Kuzeye bakan yatak odamın davetsiz misafirleri oluşmaya başladı. Uzun gagalı, siyah tüylü, çok ses çıkaran emin olamamakla beraber gökyüzünde dans eden sığırcık türü kuşlardı bunlar. Ben bu kuşlara Eyüp Sultan’da akşam gün batımında gökyüzünde yaptıkları danslardan bilirim.

Penceremin pervazına yuva yapan bu kuşların yuvalarını pervazın iç mekanizmasına yaptıklarından o günden sonra yuvaları bozulmasın diye o pervazlar bir daha aşağı yukarı çekilmediler. Bir kısmı açık bir kısmı kapalı yarım yamalak hala durmaktadırlar.

Baharın gelişinin müjdelendiği günlerde bu misafirlerim her yıl artarak, penceremi ziyaret etmeye başladılar. Günün aydınlanmaya başladığı saatlerde yatak odamda onların şakırdamasıyla güne erken başlıyorum. Kuşları elbette tek takip eden ben değilim. 10 yıldır hayat arkadaşım, kedim Chanel’de sabahın ilk ışıklarında onları izliyor. Tabi izleme şartlarımız ayrı. O içinde ki avcılık güdüsü ile izlerken ben sevgi ile onların üreyip doğaya geri dönmelerini takip ediyorum.

Sığırcık kuşlarının yatak odamın penceresini işgal etmelerinden birkaç yıl sonra bir sabah yine Kuzeye bakan mutfak penceremin iki güzel misafirinin olduğunu fark ettim. Bunlar bir çift Kumru kuşuydu.

Sığırcık kuşlarının cazgır çığırtkan, hızlı, ürkek öfkeli yapılarına karşım bu iki Kumru son derece nazik, soylu, asil ve sessiz yapıya sahipti. Sesini günde birkaç kez eşini çağırırken duyabiliyordum. Oda muhteşem bir beste tadındaydı.

Mutfağı sık sık kullanma ihtiyacımdan dolayı cama ister istemez çok yaklaşmak zorunda kalıyor ama asla onlar oradayken pencereyi açmıyordum. Her cama yaklaştığımda yumurtasının üstünde yatan çiftlerden biri ile göz göze geliyor, sevgi ile birbirimize bakıyorduk. İşte ilk sene beraberce yavruyu büyütüp penceremden uçma zevkini yaşamıştım.

Sonra yıl kışa ve tekrar bahara döndüğünde yine aynı çiftin pencereme geldiğine şahit olmuştum. Gözlerinden onları tanıdığımı söylesem abartmış olmam. O sene iki yumurta yapmışlardı ama üzücü bir şekilde bir zaman sonra yumurtalardan birinden yavrunun ölü çıktığını gördüm diğerini de terk mi? etmişlerdi anlayamadım. Çok üzülmüştüm kafamda bin bir düşünceler dolaşıyordu. Onları yakından tanımak istemiştim.

Tanıdıkça ne muhteşem kuşlar olduğunu anladım, onlar aşk’ı, sevgiyi, aile olmayı temsil eden bir türdü.

Yaptığım araştırmalarda kumruların tek eşli olmalarına, bırakın tek eşliği eşi ölenin bir daha başka eşe sahip olmadığına, yuvalarını her zaman aynı yerde yapıp çocuk kumruları hep güven duydukları o olanda yetiştirdiklerini öğrendikçe şaşkınlığımı gizleyemedim.

Kumrular aşk’ın sevginin, aile olmanın temsili idi benim için.

Yine kışa dönüp, baharın gelmesiyle önce sığırcıklar pencereme gelmişlerdi, sonra ise iki kumrum. O bahar bir yavru büyüttük mutfağımın penceresinde göz göze gelerek. Sonra onların bir yılı daha yaşamak için uzaklaşmalarını seyrettim.

kumru

Bir haftadır sığırcıklarım daha gürültülü ve kalabalık olarak yatak odamın penceresinde sabahları bizi uyandırıyorlar, bu gün ise gagasında birkaç dal parçası ile mutfağımın penceresindeydi kumrularım.

Bu sende de ayrılmamış benim Kumrucuklarım….

Birde aman diyeyim Kumruları vurmayın, onlar eşlerine bağlıdırlar unutmayın. Etini yememek daha iyidir. Bir lokma et için, eşinin ömür boyu mutsuz olmasına sebep olmuş olursunuz.

Not: Çok hoş bir Kumrular üzerine bir yazı da paylaşmak isterim. ESAT SÖNMEZ yazmış kendisini tanımam ama oda benim gibi Kurularla yaşamış. http://blog.milliyet.com.tr/bu-bir-kumru-oykusudur/Blog/?BlogNo=65293

Fedai Çakır

3 Nisan 2016, İstanbul

Zeki Müren’den birde şarkı dinleyelim.

GOY GOY’CU TOPLUMUZ VESSELAM

Goy Goy’un anlamını bilmeyenler için bir hatırlatma yapalım. Genel olarak birkaç anlam ifade etse de, toplumumuzda yaygın “Boşu boşuna, bilgisiz olarak, gereksiz yere çok konuşan kimse” (1) olarak kullanılıyor.  Biraz daha argoca “Bos konuşmalar, geyik muhabbeti, fikirce bir şey üretmeyen ortam” da denilebilir. Benim yazım daha çok bu ikinci şık etrafında gelişiyor. Tam olarak aslında “bir şey üretmeyen ortam

Aralık Dünya engelliler günü olarak her yıl kutluyoruz.  Sosyal medyalarda “Caps’lar (2) paylaşılır, manalı anlamlı sözler yazılır, bir çoğu da birbirinden  (Ç)almadır bunların. Ana haberlerde ünlülerin engelli vatandaşlarımızla olan görüntüleri yapmacık goy goy sohbetlerini dinleriz. Belediyeler festivaller, etkinlik yapmak için birbirleri ile yarışırlar. Devlet büyüklerimiz ise konuşmalarında illa bu konuya değinirler. Toplumun her kesimin bu konuda söyleyecekleri illaki vardır elbette.

En çok engelli çocuğu olan annelerin “Allahım benim canımı çocuğumun canından önce al” haykırışını, birbirimize göndermeler yaparız. Engelli birinin yanından geçerken “şükürler olsun Allahım’a” diyerek sesli herkesin duyacağı kadar dualar ederiz. Bu ve buna benzer bir çok tepkilerimiz var elbette.

En çok vurgulanan bir konu ise “unutma bir gün sen de engelli olabilirsin”. Bu kelimeleri okuduğunda insanların bazıları elbette denize balıklama dalıp felç kalmayı, trafik kazasından sonra bir uzvunu kaybetmeyi, yada evde merdivenden düşüp elden ayaktan düşmeyi düşünüyor mudur bilemiyorum.

3 Aralık’ta en çok konuşulan konulardan bir kaçını da sayalım.  Kaldırımlara araçlar park ediyor, bir çok kamu binalarının asansör olmayışı, engelli arabası rampalarının olmayışı, sosyal haklarının eksiklikleri, verilen maaşların yetersiz oluşu yada almayışları, iş imkanlarının olmayışı, kamunun bile yeterli istihdam etmeyişi, insanların acıma ile hareket etmeleri, özel sektörün ise neredeyse engellileri hiç görmeyişi, aile içi dışlanmaya kadar daha bir çok konu…

4 Aralık olduğun da ise bunları konuşan paylaşan insanlar topluluğunun, ünlülerin, belediye ve devlet büyüklerinin bir çoğu yeni gündem peşinde olacaklar.  5 Aralık’ta “Kadın Hakları Günü”’ne hazırlanacak caps’lar sözler olacak, 10 Aralık’ta ise hepimizi kapsayan bir konuya hazırlanacağız  “Dünya İnsan Halkları günü”’ne.

Öğretmenler Günü”’de yılın 364 günü unuttuğumuz öğretmenlerimiz birden aklımıza gelmişti, “Dünya Çocuk Hakları Günü”’de ise küçük yaşta çalışan çocuklar birden türemiş gibi şaşırmış, çocuk tacizlerine vurgular yapmıştık, “Organ Nakli Haftası”’de ise hepimiz organ bağışının ne kadar önemli olduğunu anlattık bir birimize,  derken “Dünya Yaşlılar Günü” ‘de hep beraber huzur evlerine gitmiştik….

31 Aralık gecesi geçen yılın getirip götürdüklerini paylaşacağız bir birimizle, Hindi kesenler ile Kurban kesenlerin tartışmaları da olacak elbette,  eğlenip içip coşanlarla alternatif yılbaşını kutlayanlarda olacak, bol bol operatörleri zenginleştirecek mesajlar 12.00 geçerken atılacak, kutlama temenniler olacak. Güzel olanda olacak olmayanda ama sonuçta 1 Ocak olacak, gece aydınlığa kavuşacak.

Her özel günün sonrasında başka özel günlerin kutlanacağı gibi. Yazılanlardan, atılan caps’lar dan pek azımız nasibimizi alacağız. Gün bitip gece sabaha, aydınlığa ulaştığında unutacağız geçen günde yazılanları da.  Engelli vatandaşımız baş başa kalacak işgal olmuş kaldırımlarla, asansörüz binalarla, acıma ile bakan bakışlarla, öğretmeler bir yıl daha bekleyecek hatırlanmak için, çocuk tacizlerini okumaya devam edeceğiz gazetelerde, kadın cinayetlerini, kadına şiddet’e kayıtsız kalacağız yine, Gazilerin dertlerini gaziler gününde dinleyeceğiz belki de. Organ bağışı yapmamış caps ve yazılar paylaşan insanlarla yaşayacağız elbette.

Bir sonraki Yaşlılar haftasını görmeyecek yaşlılarımız yaşamıyor olacak bu toplum da, organ bulmadan mefta olan hastalarımızla paylaşacağız bu hayatı, her gün bir doğum, kaza ile engelli bireylere sahip olan bir toplum olacağız, yeni gaziler katılacak aramıza, çocukken tecavüze uğramış, taciz edilmiş bunun yarası ile yaşamaya çalışan bireyler olacak aramızda ve bizler sadece “Goy Goy” ile yaparak yaşayacağız, ömrümüzü tüketeceğiz bu hayatta.

Özdemir Asaf ne güzel demiş “Sarılmak için yürek gerekir kollar sonraki iş” diye.

 

Fedai Çakır

3 Aralık 2015, İstanbul

 

 

 

Kaynakça:

1- http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&kelime=goygoycu

2- Bu ifade aslında köken olarak ingilizcesi capture olan kelimeden oluşturulmuş yeni bir sosyal medya eğlence kavramına verilen isimdir.

 

 

BEKAR AMA ÇOCUKLU KADINLAR

Ekonomin büyümesi, büyük şehirlerin artması ile daha çok belirginleşen “bekar ama çocuklu” kadınlar.

Avrupa’da yada Amerika’da olduğu gibi çocuk sahibi olma duygularını gidermek için çocuk sahibi olmuş kadınlar değil bunlar. Bunlar gönlünü bir erkeğe vermiş onunla iyi günde kötü günde bir yaşama EVET demiş kadınlar bunlar.

Ben diyeyim üç beş yıl siz deyin beş on yıl sonra evde başlayan çatırdamayla başlayan kavgalar geçimsizlikler en önemlisi geçinememe ile baş gösteren hayatı dar eden yaşanmazlıklar.
Her şeyi göze alıp EVET diyen bu kadınlar, kötü yaşam koşullarına, gördüğü kötü muameleye, çocuğu ile düşeceği kötü şartlara HAYIR deyip boşanan kadınlar.

Her birinin hikayesi ayrı, her birinin gözlerinde ayrı yaşanmışlıklar saklı, her birinin mücadelesi bambaşka ama hepsinin ortak özelliği kendi ayaklarımın üzerinde durum ve çocuğuma da bakar yetiştirim sevdası.

Bazıları eşinden şiddet görmüş, bazıları aşağılanmış, bazıları ise ekonomik şartların kötü oluşunun sebebi olarak görülmüş, bazılarının ise kadınlığına laf edilmiş hep suçlanan, itilen kakılan olmuş bu kadınlar.

Bir yudum sevgiden başka şey beklemeyen, çocuğunu yetiştireceği sıcak bir yuva diyen bu kadınlar, bekleneni veremeyen erkekten hiç çekinemeden eyvallah deyip hayata sıfırlayan kadınlar bunlar.

Özellikle yeni boşanmış kadınların gözlere bakıyorum, facede, sosyal medyada paylaştıkları fotoğraflarda o insanların gözlerine bakıyorum… Görecek olduğunuz: feri gitmiş gözler ve mutsuzluğu gözlerine yansımış, yaşamak için yaşayan insanlar topluluğu olmuş çoğu.

Kimse anlamamış ne büyük mücadele içinde yaşam savaşı verdiklerini, en çok da yakın çevresi belki de aile etrafı boşandı diye suçlu saymış kadını, daha da ileri gitmiş yardım edeceğine bu zor zamanlarda tam tersini yapmış yapayalnız bırakmış kadını.

Eli öpülesi, muhteşem kadınlar işte bunlar. Her şeye karşı dimdik duran birer abide gibiler, varım, yaşıyorum, kimseye de muhtaç olmadan yaşıyorum diyen kadınlar onlar.
“bekar ama çocuklu” kadınlar.
Fedai Çakır

30 Kasım 2015, İstanbul

 

SİTEM ETME HABERİ YOK SEVDANIN…

Ben Sevdimse Buna Kim Karışır

Sevmek yeterli olmalı iki insanın bir araya gelebilmesi için, gel gör ki ne mümkün.

Aile arkadaş çevresi derken iki insanın hayatına musallat olan binlerce tavsiyeler binlerce önermeler, yargılamalar, sorgulamalar sıralanır.

Ne mümkün sen sevdinse kim karışır.

Sanki hayat, yaşam çok  adil ve dört dörtlükmüş gibi beklenir iki insanın beraberliğinde dört dörtlük her şey.

Uyum için de olmalı;

Boy pos endam güzellikleri ile yakışmalı iki insan birbirine,

Sosyal etrafları, yaşantıları, aile ve çevre kültürleri birbirine yakın olmalı iki insanın,

İlla yaşıt olmalı hadi erkek biraz büyük oldu diyelim kadın büyük olmamalı iki insanın,

Erkek büyük dedikse kızın babası yaşında demedik illa olmalı bir arkadaş ve aile çevresinin kabul edeceği bir oranda iki insanın,

Yok yok ben sevdimse buna kim karışın demeyin. Karışan o kadar çok olur ki sevdiğine de seveceğine de pişman eder o iki insanı.

Ne zordur seven iki insanın hayatı, ondan mıdır yeni trend yalnızlık.

Sevişmeye varım diyen kadınlar/erkekler, bir çok sebepten olmaz diyen kadınlar/erkekler.

Ben Sevdimse Buna Kim Karışır: Çevre, toplum, aile, arkadaşlar, karşı komşu, yan apartmandakiler, sokaktaki esnaf, annenin arkadaşı, babanım kuzeni, en yakın arkadaşın, ……

Halbuki ne çok yakışır benim soy adım sana.

Fedai Çakır

13 Mart 2015, İstanbul