Etiket arşivi: ANNE

BENİM ANNEM YOK… BENİM ANNEM YOK…

anneler günü

Ölüm yakaladığında sevdiklerinizi, geri dönüşü olmayan bir yalnızlık başlar ölen kişi ile sizin aranızda kalan hatıralarla, sonra yıllar geçtikçe başlayan özlemle dolar zaman zaman gözleriniz.

 

Hiç ummadık olmadık yerde sizi yakalar anılar ve sevdiklerinizi kaybetmenin zorluğu.

 

Bir kaç parça kıyafet almış mağazanın kasasında önümdeki kişinin işini bitirmesini beklerken sessizce kendi iç dünyama dönmüştüm. Önümde ki işleri toplantılarımı, neleri konuşup konuşmama gerektiğini zihnimde canlanırken kasiyer kız aldıklarımın üzerinde bulunan alarmları söküyor sonra barkot okuyucusundan geçirip özenle katlayarak poşete yerleştiriyordu.

 

Bir iki bu işlemleri yaparken son parça kalan kemeri özenle doladı ve poşete yerleştirdi. Birden arkasına döndü bir kutuyu kaparak pat önüme koydu.

 

Annenize anneler günü hediyemiz dedi.

 

Kasiyer kız bir şey dememi beklercesine bana baktı,

 

Dondum kaldım, boğazıma bir yumru oturdu. Kıza bakıyor ama konuşamıyordum…

 

İçimden ama benim annem yok… Annem öldü benim… demek ve ağlamak geçiyordu…

 

 

Tuhaf bir durumdaydım… Çaresizce kıza baka kalmıştım…

 

Kredi kartımı çıkardım ödemeyi yapıp  poşeti alıp çıktım…

 

Kapıdan çıkarken içimde ses hala;

 

“benim annem yok… Benim annem yok..” diyordu…

 

Fedai Çakır

13 Mayıs 2014, İstanbul

 

 

ÖLÜMLERLE BARIŞIK OLMA

gaziantep patlaması

Her yerde bombalar patlarken telaşlanır anne ve babalar sanki kendileri yanlarında bomba patlasa ölmeyecekmiş gibi.

Anne olmak Baba olmanın gereğidir kendini değil evladını düşünmek. Evlat dışarıdayken içinde hep bir kaygı var ise işte o zaman yaşanmaz bir topraklardasındır.

Bu topraklara anneler babalar askere gönderdiği kınalı Mehmetçik için kaygılanmıştır her daim, bu memlekette anneler babalar 18’ini doldurmuş başka şehirde üniversite okumaya giden kızının, oğlunun kaygısını yaşamıştır.

Anne, baba olmak daha da zordur bu memlekette artık. Bakkala gönderdiğin evladın için de kaygılanırsın artık, arkadaşları ile dışarı çıkan oğlun  yada kızın için de kaygılanırsın. Kaygıların sonu yok gibidir artık düğüne giden amcan, teyzen, akrabaların komşuların için de kaygılanmalısın.

AVM’lerden uzak dur, kalabalık caddelere girme, toplu insanların olduğu yerden kaçın vs. mümkünse insanlardan kaç der gibi patlar memleketimde bombalar.

Uzaklar diye bir yer varmış, herkes oraya gitmek istiyor o uzaklarda insanlar daha azmış gibi gelir insana, sanki oralarda daha çok huzur ve mutluluk varmış gibi, hani o uzaklarda insanlar hep mutludur.

Uzak yakın fark yoktur aslında yaşadığımız yerlerin. Yaşadığımız yerleri cennette yapan da, cehennemde yapan da biz insanlarız.  “Rüzgar eken fırtına biçer” derya ata sözü. İşte tamda öyle Rüzgar ektik şimdiye kadar.  Şimdi ise Fırtınası bizi yerden yere vuruyor.

Yıllarca PKK ile savaşan bir ülke sınırlarını bu kadar hoyratça açmalıydı, milyonlarca insanı kontrolsüzce kendi topraklarının içlerine göndermemeliydi. Bunları ilk kez bu gün yazmıyorum ayrıca bunlar ilk söyleyen yada yazanda ben değilim. Bir çok insan benim gibi düşünüp dillendirdi. Aklın yolu bir aslında.

Etrafınız bir çok terör örgütü, marjinal gruplarla çevriliyse bu kadar rahat geçit vermemelisiniz insanlara. Verirseniz işte buna Rüzgar ekme deniyor.

Milyonların içinde kaç tane radikal marjinal insanlar girdi ülkemize, kaç terör grubu hücreler oluşturdu ülkemizde. Kaç patlamaya hazır canlı bomba var topraklarımızda? Hepsi birer ? olarak kalacak şimdilik.

Son zamanlarda sık sık parklarda rast geldiğim yeni bir gençlik var 14-15 yaşlarında. Türkçe konuşmuyorlar belli ki ayak uydurmaya çalışıyorlar yeni geldikleri bu topraklara. Etrafları zengin paralı Türk vatandaşları ile dolu en azından onlardan zengin. Bu gençlerin eğitimleri desen eğitimler yetersiz, bu gençlerin gelecekte iş bulma ihtimali mi desen yok denecek kadar az.

Sorarım size bu gençlerin kaç tanesi düşecek marjinal, radikal grupların eline.

Masum insanlarımız her gün ölüyor, askerimiz polisimiz her dakika zayiat veriyor, içten dıştan düşmanlar altımızı oyuyor, bizler ise inanın hala rüzgar ekmeye devam ediyoruz.

Anneler babalar hadi evlatları göndermediler avm’lere, kalabalık sokaklara, işe, bakkala düğüne. Korudular onları bombalardan mermilerden.

Bombalar patlayacak, mermiler sıkılacak kahpece, babalar analar evlatsız yada evlatlar babasız anasız kalacak.

Ölümleri kanıksama Türkiye’m.

Fedai Çakır

22 Ağustos 2016, İstanbul

Anne, Kızını Elbisesinden Sürükleyen Köpeği Görünce Dehşete Düştü

hund-flicka

Catherine Svilicic ve ailesi, eski sahiplerinin terkettiği bir dobermanı sahiplendiler. Anne, bu cins bir köpeğin çocuğun yanında tehlikeli olabileceği endişesini taşısa da, köpeğin 17 aylık kızıyla iyi anlaştığını görmesi sonucu bütün endişeleri gitmişti.

Khan adındaki köpek dört gündür aileyle birlikteydi ve uyum sorunu yaşamıyordu. Derken hiç beklenmedik bir şey gerçekleşti..

Catherine, kızı Charlotte ile oynaması için köpeği bahçeye saldı. Khan birden sinirlendi ve küçük kızı çimlerin dışına kadar kovaladı. Catherine şaşkınlıktan kıpırdayamamıştı bile. Sonra Khan, küçük kızı bezinden tutarak bahçenin dışına taşıdı.

 

Şaşkın anne Catherine, kızına doğru koştu. İşte o an Khan’ın neden bu kadar agresif olduğunu anladı.

Catherine, bahçede zehirli bir yılan gördü. Khan’ın da bu yüzden Charlotte’u bahçeden uzaklaştırmak istediğini anladı. Küçük kız kurtuldu ancak köpeği yılan ısırdı.

Neyse ki Catherine, köpeği Khan’ın zehir etkisini göstermeden önce veterinere götürdü. Veteriner Khan’a panzehir verdi.

Khan hızlıca hareket edip kızı kurtarmasaydı, yılan Chatlotte’u ısırıp öldürmüş olabilirdi. Khan yeni ailesiyle dört gündür birlikte olmasına rağmen, Charlotte’un hayatını kurtarmayı başardı. Catherine ve ailesi, köpeğe artık gözleri gibi bakıyor ve her istediğini yapıyorlar.

Khan’ın kahramanca hareketini tanıdığınız bütün hayvanseverlerle paylaşın.

TERLİK ATMA USTASI ANNELER

babaanne

Eski mahallemizden bir arkadaşım babası ile olan bir anısını facebookta paylaşınca benimde aynı mahallede annem ve babamla olan anılarım depreşti tabi ki.

12 Eylül öncesi her şey el altından satıldığı varlık içinde yoksulluk çeken bir toplum halindeyiz. Özellikle; sana yağ (o zaman tek bu var), sıvı yağ, gaz yağı (sık sık elektrik kesiliyor gaz yağı önem arz ediyor), deterjan,  sigara v.s bulmak çok zor.

Şimdi yerinde Migros ve bir kaç mağazanın olduğu yerde Aslan Tuğla fabrikasının tuğla yaptığı toprak stokladığı alan idi. Zabıtalar bir kamyon yağ yakalamış karaborsada satılmayı düşünen bu stok halka orada satılmaya başlandı. Her gelene bir tane veriyorlar. Hal böyle olunca kaç kişilik aile iseniz hepiniz sıraya giriyorsunuz ki bir kaç tane yağ alabilesin eve.  O kadar kuyruk var ki, saatlerce kuyrukta bekledim.

O günden hafızamda kalan ve yer etmiş olanlar, çok üşümüştüm ve tam sıra bana gelecekken önümde 5-6 kişi varken yağ bitmiş kamyonda gitmişti.

Hani bankerlerin bol olduğu dönelerde bazı bankerler anılarında sonradan anlatıyorlardı ya biride o zamanın banker Yalçın idi. Omo kutularını Cagaloglu’nda gece bire bir bastırıp içine kireç doldurup (kireç diye kalmış aklımda deterjan olmadığı kesin bir madde)  halka nasıl sattıklarını övüne övüne anılarında yer vermişti.

Bakkal Cemal amca ile babamın arası iyi, iyiden öte dostlar da. Babam bu nedenle sigara sıkıntısı yaşamıyor günde iki paket sigara içiyor. Abim ise üniversitede okuyor hali ile sigara bulması zor. Bir gün abime sigaraların yerini söyledim. Haliyle babam evde saklıyor o değerli sigaralarını.

Derme çatma bir gecekondumuz var. O gün evde annem ben varız. babam odasından fırladı sigaranın eksikliğini anlamıştı. Kim diyince ben yaptım dedim. Evde öyle koltuk falan ne arasın oturma salonu dediğimiz yerde bir divan, bir sedir ve yer minderleri var. Ben divanın üstüne çıktım arada annem babam bana vurmak için hamle yapıyor. O gün beni dövecek sandım ama sonradan anladım ki o koca adam istese döverdi de sadece korkutmak için bir hamle idi. Bir daha yapmamayım diyeydi. Benim içinde güzel bir dersti bir daha kimsenin özel eşyasına özel olan hiç bir şeye dokunamadım, kimsenin sırrını da ifşa da etmedim.

Baba dayağı nedir bilmem ama ya annem, o şeker kadın sevgi dolu kadın çıldırdı mı bir terlik atışı vardı ki, gecekondumuzun köşesini dönene kadar sırtımda terliği hissederdim.

Terlikler yenilir, aşlar bölüşülür, yokluk ile sınanan aile ve komşularda bir dostluk, dayanışma vardı ki kıskanmamak elde değil. Bu kadar bolluğun, imkanlara değişemeyeceğin insanlık ve insanların yaşadığı dönelerdi o dönemler….

Attığı terliği tam isabet ettiren o koca yürekli annelere, kadınlara selamlar olsun…

Allah rahmet eylesin, mekanınız cennet olsun; Annem ve Babam

 

Fedai Çakır

14 Ocak 2016, İstanbul

 

 

 

 

 

KIT KANAAT HAYAT

KİRAZ

Ne zaman param cebimde azalsa, kısaca zaruri ihtiyaçlarım dışında paramı harcamamam gerektiği zamanlar da manava girmemeliyim, bütün meyveleri canım çekiyor.

Alamıyorum.

Bir tatlıcıya yada pastahaneye de girmemeliyim, canım bütün tatlıları pastaları çekiyor.

Alamıyorum.

Ya sürekli içmeyen ben, o gece illa bira içesim gelir ki anlatılmaz bir istektir, görsen sanırsın sürekli içen alkoliğin teki. Halbu ki ayda yılda bir iki bira içen ben bira alamıyorum.

Sorarım kendime acaba böyle olan bir tek  ben miyim?

Yemeden yediren giymeden giydiren anneler, babalar gelir aklıma. Öyle fedakar bir anne ve babanın çocuğu olarak gelir aklıma ve dalarım uzaklarda bir yerlere.

Mustafa Balel’in “Kiraz Küpeler” isimli kitabı da gelir aklıma. Kitap’a adını veren hikayede “ Baba, anne çocuklarını hastaneden getirmektedir,  manavın önünden geçerken yeni çıkmış kirazları gören çocuk kiraz ister. Babanın parası yok kadar azdır ama çocuk ısrar edince dayanamaz manava bir avuç kiraz vermesini söyler.” Parası ancak o kadarına yetmektedir.

Kitapta ki hikayenin geçtiği tarihlerde marketler yoktur, yani istedin kadarını poşete koyup tarttıramaz insanlar. Manav babanın isteğini görmezden gelir, ilgilenmez bile, başka müşterileriyle ilgilenir ama babaya bir avuç kirazı tartıp vermez.

Yolda bulduğum karpuz kabuğunu kemirirken bulmuş bir gün beni babam, o gün bu gün işçi maaşıyla karpuzun çıktığı ilk gün bizim eve karpuz alınırdı babam tarafından. Bu hikayeden mi? Olsa gerek Balel’in bu öyküsü beni içten yaralamıştı.

Kıt kanaat yaşamların çocukları olarak dünyaya gelmiş, zaman zaman bolluğu da yakalasak kıt kanaat yaşamak içimize yer etmiş.

Yine öyle bir günlerden bir gün, cebim de bir avuç kiraz alacak kadar param, kıt kanaat geçinip gidiyoruz işte.

Hikaye de çocuğuna bir avuç kiraz almak isteyen namuslu bir emekçi babadır, kıt kanaat yaşamın da namuslu, alın teri ile yaşayan bir baba.

Kıt kanaat doğup, kıt kanaat büyüdük, kıt kanaat yaşayıp öleceğiz, alın teri, namusumuzla.

 

Fedai Çakır

22 Mayıs 2015, İstanbul

 

 

ANNELER GÜNÜ NEDİR

 

ANNELER GÜNÜ
Anneler Günü, anneleri anmak ve onurlandırmak amacıyla tüm dünyada farklı zamanlarda kutlanan özel gündür.
Anneler günü geleneği, Antik Yunanların Yunan mitolojisindeki pek çok tanrı ve tanrıçanın annesi olan Rhea onuruna verdikleri yıllık ilkbahar festivali kutlamalarıyla başlar. Antik Romalılar da ilkbahar festivallerini İsa’nın doğumundan 250 yıl öncesinden ana tanrıça Kibela onuruna kutluyorlardı.
ABD’de Anna Jarvis ‘in kaybettiği kendi annesi için 1908 yılında başlattığı anma günü, 1914 yılında Kongrenin onayıyla Amerika çapında kutlanmaya başlandı. Türkiye’de ise, ilk Anneler Günü 9 Mayıs 1955′te kutlanmıştır.
Mayıs ayının ikinci Pazar günü Anneler gününün kutlanmasının elbette bir anlamı da vardı. Doğanın bahar gelip yeniden hayat bulması doğurganlığı temsil ettiği için mayıs ayının da baharın başlangıcından hemen sonra doğanın hayat bulmasıyla, kadını doğurganlığı özleştirilmiştir.
10 Mayıs Anneler günü kutlandığın da ve annelere özel hediyeler alındığında ben sadece yad etmekle yetineceğim. Annesi yaşayanlara bir kez daha yutkunarak gıpta ile bakacağım.
Annemin vefatının üzerinden 12 yıl geçmiş olacak.
Vefat ettiği günün akşamı ağlayarak kaleme aldığım yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum özlemim çok büyük dostlar.
Seni Çokkkkk Özleyeceğim
“Ben yazlarımı 18 yaşıma kadar köyde geçirmişimdir. Sonrasında köye hasret kaldık ve büyüdük. Ailem Giresun’dan İstanbul’a gelmiş, ben İstanbul’da büyüdüm, ama memleketimizden hiç kopmadık.
Bizler şanslı insanlarız köyümüz olduğu için, çünkü şehirden bunaldığımız zaman veya başımız darda olduğu zaman kaçacak bir yerimiz her zaman var.
Dağ köyüdür bizim köyümüz; çilekleri, fındığı, mantarı, balığı vardır. Elması, Armudu çeşit çeşit meyvesi vardır köyümüzün. Mısırı, salatalığı, domatesi, biberi vardır tarlasında.
Neden köyümü anlattım size? Çünkü annemi kaybettim, yakın sayılabilecek bir tarihte (20 mayıs 2003).
Annemle çok anım var, ama daha çok köyde yaptıkları hep gözümün önündedir. Bahçeden gelirken yol kenarında bir çilek bulsa hemen benim ağzıma atardı, fındık zamanı olmadığı halde bir fındık bulsa önce bana tattırırdı. Çiğ yenen, nadir bulunan mantar vardır bizim oralarda. Onlardan bulsa kendisi yemez, bana yedirirdi.
Annem benim, ne bileyim kendisinin de çok sevdiği şeylerdi bunlar, ama kendisi yemez bana yedirirdi. Beni öyle bir öpüşü vardı ki, ölene kadar hep öyle öpmüştür. Öperken çıkardığı sesten dolayı, “Anne beni bir gün sağır edeceksin,” derdim (Ben de oğlumu aynen öyle yüksek sesle öpüyorum.)
Annem benim…
Yıllar önce şeker denilen hastalık onu yakaladı, gel zaman git zaman tüm organlarını yok etti annemin. Son zamanları ağrılar içinde geçti.
Aslında abimin evini evi bilmiştir, ama ne yazıktır ki anneciğim benim evimde vefat ettin. Senin kendi evinde vefat etmeni sağlayamadık. Sen de biliyorsun ki, benimle benim evimde yaşamalıydın, şartlar öyle gerektiriyordu. Çok hasta olduğun üç ay içerisinde bilemedim, ama meğer evimi onurlandırmışsın. Sana o kadar çok alışmışız ki sen gittikten sonra fark ettik.
Hasta bakan bilir derler, gerçekten de öyleymiş: üç ay boyunca bana hiç uyku uyutmadın, ama keşke biraz daha yaşasaydın da ben uyumasaydım.
Öldüğüne çok üzüldüm, ağladım sessizce, kimseler görmeden. Üzüntümle beraber ölümün senin acılarına son vermesi tek tesellim anneciğim.
Sen de, zaman zaman stresin verdiği şartların olumsuzluğundan “Üfff!” dediysek veya sesimizi yükselttiysek bizi affet anneciğim. Hepimiz seni çok seviyorduk, sana su vermediysek suyun sana yasak olmasındandı, su seni öldürüyordu. İlaçları avuç avuç verdiysek seni biraz daha yaşatmaktı niyetimiz, inan seni üzmek değildi amacımız…
SENİ ÇOK ÖZLEYECEĞİM ANNECİĞİM
”Küçük Oğlun”
Vefat ettiğin günün sabaha işe gitmek için çıkarken öptüğüm o yanaklarının tadı hala dudaklarım da, kokun ise burnum da anneciğim. Yıllar geçse de bunlar geçmiyor bende annem.

10/05/2015
Fedai Çakır

BİR ANNE: “Çok acı çekmiştir kızım, keşke kurşunla öldürselerdi.”

Erkeklerin askerlik anılarını anlatmaya başladığın da bitmek bilmez anılar çıkar. Bir erkeğin askerliği, hayatından alınan en önemli zamanlardır. Hiç tanımadığınız insanlarla bir arada yaşamaya ve çevreniz de var olan insanlara da katlanarak askerliğinizi tamamlamaya çalışırsınız. Asker arkadaşınızı seçme şansınız yoktur, sadece nereye düşmüş iseniz orada olanlarla arkadaş olmak zorundasınızdır.

Benim garip bir askerliğe başlama olayım vardır. Bunları anlatarak sizlerin kafasını şişirmeyeceğim ama uzun süreçten sonra deneme seyirleri yapan bir gemide askerlik yaptığımı söyleyebilirim. Gemimiz yangın söndürme, römork ve torpido toplama görevi olan bir gemiydi. 12 asker 5 astsubay ve 3 subaydan oluşan bu gemide zaman zor geçiyor akşamları olduğunda sohbetler oluyordu.

Okumuş olduğumdan her okumuşu yaptıkları gibi beni de geminin sorumlu çavuşu yapmışlardı. Mersin Tarsuslu bir askerimiz vardı. Adı bende saklı kalsın. Diğer askerler bu askerimize sık sık nasıl eşek kovaladığını anlattırır ve gülerek eğlenen bir topluluktuk o zamanlar. Tabi siz şimdi eşek kovalamanın neresi komik diye düşünebilirsiniz. Bu arkadaş eşek ile cinsel ilişkiye girmek için kovaladığını söylersem farklı düşünmeye başlayacaksınız. Elbette çocuk sayılacak yaşlarda olan bizler için bu gülünecek bir şey gibi geliyordu lakin hiç de gülünecek şeyler olmadığını aklınız yetmeye başladığında anlıyorsunuz.

20 yaşın da genç bir kızın vahşice tecavüz edilip uzuvlarının kesilip yakılmak istenmesi gibi bir vahşeti okuyunca Mersinli asker arkadaşım gözlerimin önüne geldi. Bu arkadaşımız bize o dönemde eşek ile cinsel ilişkiye girmiş olsa bile saf ve masum gelirdi.

Aslında düşündüğün de Türkiye’de cinselliğin tabu oluşu ve bu tip sapkınlığı normalleştirmeye başlamış sanırım. Sanırım diyorum kafalar herkesin karışık belli ki. “Psikiyatri Kliniği” adı altında bir televizyon programı yapıyordum bir zamanlar. Bir profesör psiyatr canlı yayında dağ başında kadın bulamayan cinsel ilişki yaşayamayan bir insanın eşek ile cinsel ilişki yaşaması sapıklık değildir, ama evde eşi var iken eşek’e giden ise ağır hastadır tedaviye ihtiyacı vardır ve toplumdan izole edilmesi gerekir demişti. Tabi bunların canlı yayında denmesi o zamanlar programın hazırlayıp sunan benim için baya zor anlar olmuştu.

Özgecan’a kıyan caninin evli ve kız çocuk babası olduğunu okuyunca işte bu kategoride olan bu caninin toplumdan izole olması gereken ağır sapkınlık da olduğu bellidir.

Peki sapkın olan bu insanları izole etmek yeterlimi yada yaşanan bu olay üzerine toplumun idam cezasının geri getirilmesini istemesi yani idam edilmesi toplumun bu sorunlarını çözecek midir. Elbette çözülmeyecektir.

Toplumun beyinsel yapısını düşünce tarzını değiştirmediği sürece bu ve buna benzer olaylar devam edecektir. Cinselliğin tabu olarak öğretildiği toplumda kadınlar ve erkekler cinselliği yaşayamadığı sürece eşek’e de gider ve içlerinden de bu kadar büyük vahşi sapkınlıkları yapacak insanlar da çıkar.

Elbette ben bir sosyolog, psikiyatr değilim bu sapkın kişilerin ruhsal hallerini bilemem, neden yaptığını da bilemem ama bildiğim bir şey var ki bu tip insanların yetiştiği toplumda aynı ortamda yaşamak istemediğim. Aynı havayı solumak istemediğim. Kanunların yetersizliğinden dolayı suç işlemelerin teşvik eder gibi kanunların olduğu bir ülkede yaşamak istemediğim.

13 yaşında kızla nikah mümkündür diyen insanlarla, bu ABD’de ve Avrupa’da da oluyor diyerek yaşanan vahşeti küçümseyen inanlarla aynı oksijeni de solumak istemiyorum.Acıları siyasallaştırıp bir acıya ağlayan bir acıya sevinen insanları da görmek duymak istemiyorum.

Ben vicdanlı, acıları içinde yaşayan her acıya ortak ağlayan ortak feryat eden bir toplumda yaşamak istiyorum.

İnsanlık; Bir annenin “Çok acı çekmiştir kızım, keşke kurşunla öldürselerdi.” dediği zaman bitmiştir!

 

Fedai Çakır

15 Şubat 2015, İstanbul