Etiket arşivi: baba

TERLİK ATMA USTASI ANNELER

babaanne

Eski mahallemizden bir arkadaşım babası ile olan bir anısını facebookta paylaşınca benimde aynı mahallede annem ve babamla olan anılarım depreşti tabi ki.

12 Eylül öncesi her şey el altından satıldığı varlık içinde yoksulluk çeken bir toplum halindeyiz. Özellikle; sana yağ (o zaman tek bu var), sıvı yağ, gaz yağı (sık sık elektrik kesiliyor gaz yağı önem arz ediyor), deterjan,  sigara v.s bulmak çok zor.

Şimdi yerinde Migros ve bir kaç mağazanın olduğu yerde Aslan Tuğla fabrikasının tuğla yaptığı toprak stokladığı alan idi. Zabıtalar bir kamyon yağ yakalamış karaborsada satılmayı düşünen bu stok halka orada satılmaya başlandı. Her gelene bir tane veriyorlar. Hal böyle olunca kaç kişilik aile iseniz hepiniz sıraya giriyorsunuz ki bir kaç tane yağ alabilesin eve.  O kadar kuyruk var ki, saatlerce kuyrukta bekledim.

O günden hafızamda kalan ve yer etmiş olanlar, çok üşümüştüm ve tam sıra bana gelecekken önümde 5-6 kişi varken yağ bitmiş kamyonda gitmişti.

Hani bankerlerin bol olduğu dönelerde bazı bankerler anılarında sonradan anlatıyorlardı ya biride o zamanın banker Yalçın idi. Omo kutularını Cagaloglu’nda gece bire bir bastırıp içine kireç doldurup (kireç diye kalmış aklımda deterjan olmadığı kesin bir madde)  halka nasıl sattıklarını övüne övüne anılarında yer vermişti.

Bakkal Cemal amca ile babamın arası iyi, iyiden öte dostlar da. Babam bu nedenle sigara sıkıntısı yaşamıyor günde iki paket sigara içiyor. Abim ise üniversitede okuyor hali ile sigara bulması zor. Bir gün abime sigaraların yerini söyledim. Haliyle babam evde saklıyor o değerli sigaralarını.

Derme çatma bir gecekondumuz var. O gün evde annem ben varız. babam odasından fırladı sigaranın eksikliğini anlamıştı. Kim diyince ben yaptım dedim. Evde öyle koltuk falan ne arasın oturma salonu dediğimiz yerde bir divan, bir sedir ve yer minderleri var. Ben divanın üstüne çıktım arada annem babam bana vurmak için hamle yapıyor. O gün beni dövecek sandım ama sonradan anladım ki o koca adam istese döverdi de sadece korkutmak için bir hamle idi. Bir daha yapmamayım diyeydi. Benim içinde güzel bir dersti bir daha kimsenin özel eşyasına özel olan hiç bir şeye dokunamadım, kimsenin sırrını da ifşa da etmedim.

Baba dayağı nedir bilmem ama ya annem, o şeker kadın sevgi dolu kadın çıldırdı mı bir terlik atışı vardı ki, gecekondumuzun köşesini dönene kadar sırtımda terliği hissederdim.

Terlikler yenilir, aşlar bölüşülür, yokluk ile sınanan aile ve komşularda bir dostluk, dayanışma vardı ki kıskanmamak elde değil. Bu kadar bolluğun, imkanlara değişemeyeceğin insanlık ve insanların yaşadığı dönelerdi o dönemler….

Attığı terliği tam isabet ettiren o koca yürekli annelere, kadınlara selamlar olsun…

Allah rahmet eylesin, mekanınız cennet olsun; Annem ve Babam

 

Fedai Çakır

14 Ocak 2016, İstanbul

 

 

 

 

 

BABAM HAKKINDA BİLİNMEYENİM

Çok sevdiğim amca oğlum Yüksel abim, kansere yenik düşüp hakkın rahmetine kavuştu. Cenazesi için köyümüze gittik ve yapılan törene katıldık. Katıldık diyorum çünkü ölüm haberi geldiğinde İstanbul’da ve başka şehirlerde yaşayan akrabalar hemen köyümüze doğru hareket eti. Bende abim ve yengemle onların araçları ile köyümüze intikal edenlerdendim.

Köyün sakinliğinde insanlar doğal olarak birbirleri hakkında, ölenler yada yaşayanlar hakkında konuşmayı severler. Hele de uzun süre birbirlerini görmeyen akrabalar bir araya gelince bu muhabbetler uzarda uzar.

Şu öyle yaptı, bu böyle yaptı, onun bunu var, şunun şuyu var, benim buyum var, rahmetli şöyleydi, böyleydi. Vs. sohbetlerin ana konusu olur.

Herkes ayrı bir havada ayrı bir insana dönmüştür sanki. Yaşadıkları şehirlere döndüklerinde o sakin tek düze hayat onların hayatı değildir adeta, köyde hem mutludurlar hem de mutsuz.

Mutludurlar; Köyleri nefes almalarını sağlar, yaşadıklarını hissederler bu topraklarda. Mutsuzdurlar; Birkaç gün sonra yine döneceklerdir tek düze yaşamlarına, ekonomik savaşlarına var olan işlerini yapmak için işlerinin başına.

Birde sohbetlerin can sıkıcı yanları vardır birazda onların mutsuzluğu çöker ruhlarına.  Nede olsa Tanrı dünya nimetlerini adil dağıtmamıştır yaşayan kullarına.

Benim için de mutlu ve mutsuz olduğum noktalar vardı elbet. Sülalenin fas fakiri olarak mutsuzluğum yoktur ama saygıyı yeterince görememek elbette mutsuz ediyor insanı.

Banyoda iken ağabeyimin gelip hazır olmadığımı görüp de beni dağın başında bırakmasını, kuzenlerime vedalaşmak için uğradığımda kapıda hepsine ait üç beş araç varken yolda bekle araba gelir diye akıl vermelerini saymaysak mutluydum genel olarak.

Sırt çantam yaklaşık 7 km yürüyerek kasabaya ulaşmaya çalışan beni, kasabaya az bir yol kala gelen bir araç’ın beni alması ise mutluluğun en güzeliydi.

Yürümekten ağrıyan ayak bilek kaval kemiğimin yürümekten kurtulmasına değil di mutluluğum. Beni mutlu eden beni yoldan alan kişinin rahmetli babamın arkadaşı olmasıydı.

Bizim oraların adetindir  birbirini tanımayan insanların birbirini tanımak için şu soruyu sormaları;

“Neredensin?, kimlerdensin?”

Amcanın bu sorusunu cevaplamıştım elbette, Elmabelen’den Ali, Şahender Çakır’ın oğluyum diye.

Amcanın gözleri doldu.

“… Babanı iyi tanırım, benden 7-8 yaş büyüktür. O burada odun tomruk işi yapardı. Derelerden tomruk taşır satardı. Ailesini geçindiremeyince İstanbul’a gitti. Bizim buralardan İstanbul’a ilk gidenlerdendir baban. Yaşımız ufak, birkaç arkadaş bizde İstanbul’a gittik sonrasında. Baban Zeytinburnu’nda bir kahvede garsonluk yapıyor. Hafta sonları yanına uğrarız. Bilir bizde para yok. Yedirir içirir bizleri. Sonra haftaya tekrar gelebilelim diye cebimize para koyardı. Onunda annenin de buralardan yurt dışına yada İstanbul’a giden herkes hakları vardır.”

Babam hakkında bu bilmediğim ayrıntıları dinledikçe bede duygusallaştım, bir çay ocağında oturduk uzun uzun sohbet ettik. Bundan daha güzel mutluluk yoktu benim için.

Rahmetli babam ve annem hakkın da hiç nalı mülkü severdi dendiğini, yada kötü bir şey dendiğini duymadım. Onu tanıyan yaşlı insanlarla ettiğim her sohbette onlar için güzel şeyler söylediler her daim.

Yüksel abim için; bilirim birkaç densiz çok içerdi diyecek. Ama bilirim ki onun arkasından da kötü söylenecek hiçbir şey söylenemeyecek.

Yerin dolmayacak sayın abim.

Ö Z L E N E C E K S İ N.

Hayat kısa ama “Geniş”…

 

Fedai Çakır

9 Kasım 2015, İstanbul

KIT KANAAT HAYAT

KİRAZ

Ne zaman param cebimde azalsa, kısaca zaruri ihtiyaçlarım dışında paramı harcamamam gerektiği zamanlar da manava girmemeliyim, bütün meyveleri canım çekiyor.

Alamıyorum.

Bir tatlıcıya yada pastahaneye de girmemeliyim, canım bütün tatlıları pastaları çekiyor.

Alamıyorum.

Ya sürekli içmeyen ben, o gece illa bira içesim gelir ki anlatılmaz bir istektir, görsen sanırsın sürekli içen alkoliğin teki. Halbu ki ayda yılda bir iki bira içen ben bira alamıyorum.

Sorarım kendime acaba böyle olan bir tek  ben miyim?

Yemeden yediren giymeden giydiren anneler, babalar gelir aklıma. Öyle fedakar bir anne ve babanın çocuğu olarak gelir aklıma ve dalarım uzaklarda bir yerlere.

Mustafa Balel’in “Kiraz Küpeler” isimli kitabı da gelir aklıma. Kitap’a adını veren hikayede “ Baba, anne çocuklarını hastaneden getirmektedir,  manavın önünden geçerken yeni çıkmış kirazları gören çocuk kiraz ister. Babanın parası yok kadar azdır ama çocuk ısrar edince dayanamaz manava bir avuç kiraz vermesini söyler.” Parası ancak o kadarına yetmektedir.

Kitapta ki hikayenin geçtiği tarihlerde marketler yoktur, yani istedin kadarını poşete koyup tarttıramaz insanlar. Manav babanın isteğini görmezden gelir, ilgilenmez bile, başka müşterileriyle ilgilenir ama babaya bir avuç kirazı tartıp vermez.

Yolda bulduğum karpuz kabuğunu kemirirken bulmuş bir gün beni babam, o gün bu gün işçi maaşıyla karpuzun çıktığı ilk gün bizim eve karpuz alınırdı babam tarafından. Bu hikayeden mi? Olsa gerek Balel’in bu öyküsü beni içten yaralamıştı.

Kıt kanaat yaşamların çocukları olarak dünyaya gelmiş, zaman zaman bolluğu da yakalasak kıt kanaat yaşamak içimize yer etmiş.

Yine öyle bir günlerden bir gün, cebim de bir avuç kiraz alacak kadar param, kıt kanaat geçinip gidiyoruz işte.

Hikaye de çocuğuna bir avuç kiraz almak isteyen namuslu bir emekçi babadır, kıt kanaat yaşamın da namuslu, alın teri ile yaşayan bir baba.

Kıt kanaat doğup, kıt kanaat büyüdük, kıt kanaat yaşayıp öleceğiz, alın teri, namusumuzla.

 

Fedai Çakır

22 Mayıs 2015, İstanbul