Etiket arşivi: THM Repertuvar

ZEYTİNYAĞI ÜZERİNE AMERİKAN OYUNLARI

Bu gün adana kültür derneğinin siteside .Dr.Halil Atılgan’ın bir yazısını okudum ,yazının başında yok canım bu kadarda olamaz dedim ,yani inanmak istemedim ama yazıyı tamamen okuyunca kesinlikle doğru olduğuna inandım.

Bizler çocukluk ve gençlik yıllarımızda margarinle büyüdük,hatta margarin alabilmek için kuyruklara girdik, o zamanlar zeytinyağı neden kullanmadığımızı hiç düşünmemiştim. Bunda’da  amerikanın parmağı varmış meğer.

Dr.Halil Atılgan’ın izni olmaksızın bu yazıyı kopyalayıp paylaşmak istedim çünkü bu gerçekten bilinmesi gereken bir konu ve ne kadar çok kişi bu gibi bilgileri paylaşırsa halkımız o kadar çok sömürgecilerin oyunları hakkında bilinçlenecektir buradan Halil beye teşekkür ediyorum.

(Tek bir kelimesine dokunmadan yayınlıyorum mutlaka okuyun!!!!!)

ZEYTİNYAĞLI YİYEMEM,BASMADA FİSTAN GİYEMEM

Doğrusu bu türküyü duyduğum günden beri hep düşündüm. Zihnimde sorular cirit attı. Beni çok rahatsız eden soru: Halkımızın yaşama mücadelesinin dile ve tele yansımasını sağlayan türkülerimiz nasıl olur da: “Zeytinyağlı yiyemem / Basmada fistan giyemem” diyebilirdi. Diyemezdi… Çünkü: Zeytin ve fistanının ham maddesi pamuk, halkımızın yaşama mücadelesinde öne çıkan önemli iki unsur. Bu iki unsur Anadolu halkının geçim kaynağı. Çukurova’da pamuk, Ege ve Marmara’da özellikle Bursa – Gemlik – Gaziantep ve Nizip zeytiniyle ünlü yerleşim birimleri. Çukurova denince pamuk, Bursa, Gemlik, Nizip denince akla zeytin gelir. O zaman bu halk nasıl olur da: “Zeytinyağlı yiyemem / Basma da fistan giyemem” der. Demesine demez. “Devlet malı deniz / Yemeyen domuz. Pire itte, bit yiğitte bulunur” sözünü de demez. Pekiyi bunları kim der? Seni yok etmek isteyen güçler, sömürmek isteyen, varlığından rahatsız olanlar der. Altıncı kol faaliyeti dediğimiz güçler der. Kısacası: Ham meyveyi kopardılar dalından diyen halkım: “Zeytinyağlı yiyemem / Basmada fistan giyemem” diyemez. Böyle bir türkü yakmak, bestelemek bindiği dalı kesmek demektir. Halk yiyeceğini, ne alıp ne satacağını iyi bilir. Yediğini içtiğini türkülerle de dile getirir. Süt içitim dilim yandı / Kara erik çağala / Ye ki yaran sağala diyen halkım: “Zeytinyağlı yiyemem / Basmada fistan giyemem” demez. Diyemez. Demeyeceğine göre birileri dedi. O halde kim dedi. Ya da dedirttirdi? Nasıl ve ne zaman ortaya çıktı? Kim besteledi? Ya da bestelettirildi? En ünlü türküler arasında yerini aldı.

Cevap: Kadim dostumuz Amerika. Gülmeyin… Sakın ha… Nasıl olur da demeyin? İşte cevabı…

Yıllardır dinlediğimiz türkü: Amerika tarafından sipariş verilerek bestelettirilmiş. Bende bir dostumun gönderdiği ileti sayesinde öğrendim. Gelen iletiyi okuyunca başıma bir bomba düştü. Günlerce düşünsem aklıma gelmezdi. Hayret ettim. Okuduğuma inanamadım. Amerika’nın, Türkler zeytinyağı yemesin / Basma fistan giymesin diye türkü bestelettireceği şeytanımın bile aklına gelmezdi. Ama Amerika’nın aklına gelmiş. Art niyetle bestelettirilen türkü anonimmiş gibi repertuvar kurulundan geçerek, ülkemizin en ünlü türküleri arasında yerini almış, yıllardır da çalınıp söyleniyor. Allah Allah… Allah Allah…

Diyeceksiniz ki “Amerika türkülerimize de mi el altı.” Maalesef el atmış. Şimdi dostumdan gelen iletiyi sizlerle paylaşmak istiyorum. İleti “Zeytinyağlı yiyemem aman / Basmada fistan giyemem aman” diye başlıyor ve devam ediyor:

“Bursa yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’dan Muzaffer Sarısözen derlemiş. THM Repertuvar Sıra No: 1133.’tür. Şimdi türkü ile ilgili Prof. Dr. Kenan Demirkol’un tespitlerine bakalım.”

Marshall Planı 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948–1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır (wikipedia). ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir. ABD birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracatını keşfetmiştir. Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır. (Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, Osman Nuri Koçtürk, Toplum Yayınları, 1966). Buna koşut olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur. Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır.

Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL karşılığı satılır. Türk insanı zeytinyağından soğutulur ve mısırözü yağı ile margarine alıştırılır . Bu amaçla zeytinyağı ısınırsa kanser yapar gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz. Hâlbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişiyle dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağlardan biridir. Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman / Basmadan fistan giyemem aman…” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü yapılır. Katı yağa / Margarine mahkûm edilen halk, 20–30 yıl içinde bir kaşık yağa bile muhtaç hâle getirilir. Basma giyen kadınlar da plastik giysilerle tanıştırılır’ diyerek türkünün nasıl ortaya çıktığını, Amerika’nın şahsi menfaatleri için türkü bestelettiği gerçeğini ortaya koyuyor. (Prof. Dr. Kenan Demirkol’a ait yazıyı noktasına virgülüne dokunmadan sizinle paylaştım.) Bugün ise gelinen noktada, Amerika’nın ülkemizdeki emperyal amaçlarını gerçekleştirmesi için türkü sipariş etmesine gerek
var mıdır ?” sorusuyla Uzman İnşaat Mühendisi Nizamettin Biber yazısını bitiriyor.

Yazıyı okuduktan sonra yüzlerinizde ki hayret ifadesini görür, olamaz dediğinizi duyar gibiyim. “Olmadık yok da duyulmadık çok” diye bir tabiri vardır Çukurova’nın. Bu da onlardan biri. Amerika şahsi menfaati için binlerce kilometrede öteden gelecek, türkü bestelettirecek, benim insanımın duygularını sömürecek. Hem de Bursa da. Gemlik’te… Zeytinin en çok yetiştiği yerde ünlenen türkü dalga daga Anadolu’ya yayılacak ve en ünlü türküler arasında yerini alacak. Sonra yöre insanı türküye bir de hikâye yazacak… Vay benim ülkem vay…

Türkünün hikâyesi:

“Zeytinyağlı yiyemem diğer adıyla: Gelin Nazlanması olarak da bilinen bu halk türküsü isminden de anlaşılacağı üzere bir gelinin nazlanmasını anlatır. Hangi köy ya da beldede geçtiği ve şahıslar bilinememekle birlikte bursa yöresine ait olduğu bilinen türkü zengin iyi yerlerde yetişmiş okumuş bir genç kızın dağ yöresinde bir köye gelin olarak verilmesiyle başlar. Gelin kız yaşamaya başladığı yeni çevreye ve insanlara uyum sağlayamaz. Onlar gibi basmadan elbiseler giyemeyeceğini damak tadının onların yemeklerine uymadığını böyle bir yere gelin gittiği için yaptığı çeyizlerin boşa olduğunu söyler. Duman içi dağlarda yalnız kaldım diyerek eski yaşantısına duyduğu hasreti dile getirir. Evlendiği insanın kendisine uygun olmadığını söyleyerek ona efendim diyemeyeceğini, hakir görerek dengi biri olmadığını söyler. Kendine uygun bir eş isteyerek verin bana yârimi (bana uygun olan insanı) annemden izin aldım diyerek söylenir. Türkünün diğer bir kısmında ise yaşadığı yerin özelliklerini anlatarak kara üzüm bağlarının olduğunu ve insanların yeşil yazmalar taktığını söyler. Fakat her nakaratta da kaldım duman içi dağlarda sevgili yârim nerelerde diye üzüntüsünü de dile getirir diyerek hikâye bitiyor . Böylece Amerika’nın sipariş vererek bestelettiği türkü uydurulan bir hikâye ile yeni bir kimlik kazanarak hikâyeli türküler arasına katılıyor . Beste olduğu halde repertuvar kurulundan geçiyor. Bizlere ulaşıyor, ünlü türkülerimiz arasında yerini alıyor. Bu gerçek… Ama çok acı bir gerçek.

İşte ben bu gerçeğin sırrına yeni vakıf oldum. Türk halkının “Zeytinyağlı yiyemem / Basma da fistan giyemem” demediğini yıllardan sonra öğrendim. Beynimdeki sorular netleşti. Bu işte bir “Ali Cengiz oyunu “ var demiştim. Düşüncem gerçek oldu. Sorun çözümlendi. Ama ben buna rağmen işin peşini bırakmadım. İnternet ortamında ne var ne yok diye türkünün adını yazarak Google girdim. Türküyle ilgili tespitlerimin doğru olduğunu, benden önce konuya vakıf olan kişilerin kadim dostumuz Amerika’yı bu meseleden ötürü kınadıklarına tanık oldum. Konuyla ilgili yazıları ibretle okudum. Gücün nelere kadir olduğunun bir kez daha farkına vardım. Sonra… Sonra türkünün TRT sanatçılarının dışında kimler tarafından okuduğunu tespit ettim. Candan Erçetin , Zara, Tülin Karataş, Deniz Toprak, Kubat, Vildan Turan, Dilek Karadağ karşımıza çıkan ilk sanatçılar oldu. Bunları araştırırken türkünün Yunan Sanatçılar tarafından da okunduğunu gördüm . Müzik aynı, dil farklı. Araştırmaya devam ettim. Yunan alfabesiyle yazılmış sözler karşıma çıktı. Sözler aşağıdaki gibi:

Artist: Glikeria
Language: Grek
Giati thes na figeis” lyrics:

Γιατί θες να φύγεις, που θα πας
αφού σ’αγαπώ και μ’αγαπάς
Γρήγορα θα πληγωθείς
θα γυρίσεις μα δεν θα με βρεις.

Γιατί θες για πάντα να με χάσεις
και πικρά πολύ πικρά να κλάψεις.
Θα πονάς για μένα θα πονάς
μές’το κλάμα θα μ’αναζητάς
Τη κάλη μου τη ψυχή
θα θυμάσαι βράδι και πρωϊ

Yunan Alfabesini Google vasıtasıyla Türkçeye tercüme ettirdim. Sözler hiç zeytinden – zeytinyağından bahsetmiyor. Yunanca: (Γιατί Θες Να Φύγεις (Γιατι Θες Να Φυγεις) başlığın Türkçesi: Gitmek istiyorum çünkü / Neden ayrılmak istiyorsun. Diğer sözlerin tercümesi ise aşağıdaki gibi.

Sanatçı: Glikeria
Dil: Greek

“Giati thes na figeis” lyrics:

Neden gitmek istiyorsun sen gidecek
Seni seviyorum ve beni sevdiğini çünkü
Yakında incinecek
Geri gelecektir ama beni bulamayacaksın

Neden hep beni kaybetmek isteyeyim
Ve çok acı çığlığı acı
Bana zarar vermek için acıyor
Mes’to ağlama m’anazitas olacak
Ruhumun iyi
Akşam ve sabah hatırlar

Bu tespitlerden sonra zihnimde sorular yeniden şekillendi. Amerika: Yunanca var olan ezgiye Türkçe sözler yazdırarak mı piyasaya sürdü. Yoksa yeni bestemi yaptırdı. Yunan Sanatçı Glikeria’nın klibinde oyun da oynanıyor. Klip, Yunan oyun müziğinin Amerika tarafından Anadolu’ya transfer edildiğini doğrular mahiyete.
Ayrıca Yunanca verdiğimiz türkünün sözlerinde Zeytinyağlı yiyemem / Basma da fistan giyemem dizelerinin olmayışı tezimizi daha da güçlendiriyor. Kanaatime göre: Müzik Amerika tarafından Anadolu’ya intikal ettiriliyor. Var olan müzik Zeytinyağlı yiyemem / Basmada fistan giyemem sözleriyle piyasaya sürülüyor. Marshall Planı marifetiyle bestelettirilen türkü Bursa’nın en ünlü türküleri arasında yerini alıyor. Sonra konu gazetelere intikal ediyor. Can Aksın, 22. 01. 2013 tarihli Sabah Gazetesinde konuyla ilgili “Ah Marshall Planı ah ” diyerek duygularını dile getiriyor.

“Şimdi siz 60 yıl hatta daha öncesinin Marshall Planı da nereden çıktı?” demeyiniz. O Marshal Planı yok mu? O neler yaptı neler, hâlâ da onun yaptıklarını çekiyoruz.”

(…) “Hepiniz bilirsiniz, hele Ege yöresinin insanları çok daha iyi bilir. Bir türkümüz vardır, bir zamanlar ha bire söylenip dururdu. Zeytinyağlı yiyemem aman / Basma da fistan giyemem aman. İşte Marshall Planının bugünkü sıkıntıların sahibi olması, bu noktada devreye giriyor. Wikipedia’ya göre, Marshall Planı. 2. Dünya Savaşı sonrasında, 1947 yılında önerilen, 1948–1951 yılları arasında yürürlüğe konan Amerikan kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca Amerika’dan ekonomik kalkınma yardımı almıştır. Buraya kadar her şey iyi gözüküyor ama Amerika bu yardımı bizim karakaşımız, kara gözümüz için hibe olarak vermemiştir. Borç olarak vermiştir. Amerika dünyanın en büyük mısır üreticisi ülkesidir. Elinde birikmiş olan mısır dağlarını eritebilmek için, mısırözü yağı ihracatını keşfedivermiş, Türkiye’ye yapılacak Marshall yardımının koşullarından birini de, Türkiye’nin Amerika’dan mısırözü yağı ithal etmesi olarak belirlemiştir.

İTALYA’DA30,ÜLKEMİZDE2LİTRE

Amerika para verir, Türkiye kendi güzelim zeytinyağı varken, Amerika’dan mısırözü yağı ithal eder. İthalatın kesintisiz sürmesi için, Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur. Yine aynı dönemde ‘Bunlar bir işe yaramaz’ denilerek yüz binlerce zeytin ağacı sökülüp neredeyse bir zeytin ağacı katliamı yapılır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bir bölümü Amerika tarafından dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı Türk Lirası karşılığı satılır. Türk insanını zeytinyağından soğutup, mısırözü ve margarine alıştırmak için hayâsızca yalan söylentiler çıkarılır. ‘Zeytinyağı ısınırsa kanser yapar’ yalanı bunlardan biri. Oysa zeytinyağı halkın deyimiyle dumanlaşma derecesi en yüksek, yani en zor yanan sıvı yağlardan biri. Biz, Zeytinyağlı yiyemem aman türküsünü söyledikçe Türkiye’de zeytinyağını tanıyanların sayısı hızla azalır. Doğu bölgesindeki insanlarımızın çoğu zeytinyağının adını duymuş ama görüp tanımamıştır. Bugün İtalya’da kişi başı zeytinyağı tüketimi yıllık 25–30 litre arasında iken, Türkiye’de bu rakam 1.5–2 litre arasındadır. Önce ülkemizde bir seferberlik halinde zeytinyağının tanıtımını yapmalıyız. Tanıtımda aksayan yanlarını görmeliyiz. Geniş halk kesimlerinin kullanabileceği ambalajlarla zeytinyağını halkın ayağına götürmeliyiz. Ambalaj masrafından kısıp halka ucuz satmalı ve zeytinyağının yararlarını anlatmalıyız. El ele verip Marshall Planı’nın 60 yıllık etkisini silip atmalıyız” diyerek yazısını bitiriyor. Marshall Plânı münasebetiyle Zeytinyağlı yiyemem / Basmada fistan giyemem dedirten kadim dostumuz Amerika: “Ak bıçak kara bıçak / Babam dükkân açacak/ Evlenmeyin bekârlar / Naylon kızlar çıkacak diyerek naylon kızları da piyasaya sürüyor.

Vay benim ülkem vay… Zeytinyağı yeme. Basma fistan giyme. Kucağında naylon kızlar. Ah Amerika… Vah Amerika… Yuh Amerika…

 

Dr.Halil Atılgan‘dan ALINTIDIR