Etiket arşivi: “Niçin mi fikir değiştiriyorum? Çünkü ben fikirlerimin sahibiyim; kölesi değil!”

SIRADIŞI ŞAİR (Çocukluğunu yitirmemiş, yalnız bir adam)

yazar-olmak-icin-hangi-universite

Sosyal medyada Dizeleri en çok aforizma olarak paylaşılan, portreleri ve denemeleriyle düzyazıda da “başyapıt” kıymetinde eserler ortaya koyan bir şairdir o.

Kadınlara çekinmeden evlenme teklif edebilecek kadar özgüven sahibi olan Şair, alışveriş sırasında bu özgüveni kaybolmaktadır. Beğendiği bir şeyin fiyatını sormaktan çekinir, çünkü fiyatını sorduğu andan itibaren o şeyi alma mecburiyeti hisseder. Bir diğer ilginç özelliği ise bir meyveyi veya sebzeyi yarım kilo alamamasıdır, çünkü bir şeyden yarım kilo alırsa satıcının kızacağını düşünen bir şairdir.

Çok kadını sevdi, bu kadınları da herkesin sevmesini isterdi. Dostları sevdiği kadını beğenmeliydi. Bu yüzden sevdiği kadını beğenmeyen arkadaşlarına küserdi. Mektup yazmaya bayılırdı, hatta o kadar ki kadınların ağzından kendi kendine mektup yazar ve postalardı.

Yazı yazarken diğer yazanların aksine sessizlik değil hep gürültü arardı. Sırf bu yüzden evde yazı yazarken televizyonun ve radyonun sesini açan bir şairdir o.

Tarifsiz bir okurdu, ilkokul 3’te Suç ve Ceza’yı defalarca okudu. Karamazov Kardşler’i ise tam 5 kez okumuştu. Çok iyi şairdi, kompozisyonu bundan aşağı kalır değildi ama yine de sayılarla sorunları oldu. Saatin kaç olduğunu anlamayı 5. Sınıfta öğrendi. En kötü dersi resimdi. Birkaç kişi hariç tüm sınıfın kompozisyon ödevini yapan çocuktu.

İlkokulda bir dergi çıkarmaya karar verdi. Ancak baskı makinelerinin azlığı, var olanların kalitesizliği buna mani oluyordu. Ama yine de yılmadı, sıkı dostu Altan Günalp ile birlikte elle yazılarını yazdığı, resimlerini çizdiği okul dergisini çıkardı. Derginin en sıkı takipçileri ona hayran olan okuldaki kız arkadaşlarıydı.

Ortaokulda 100 metre koşusuna katıldı. Yarışmada birinci gelen şaire kalem hediye edildi. Böylelikle ilk dolma kalemine sahip olmuştu. Edebi kişiliğinin yanında bir de sporcu yanı vardır, Futbola bayılırdı.

Şair içkiden ziyade tam bir sigara tutkunudur. Bir gün onu çorba içerken görenler büyük bir şaşkınlık yaşarlar. Çünkü bir kaşık çorba içtikten sonra sigarasından bir nefes çekmektedir. Bir kaşık çorba bir nefes sigara, bir kaşık çorba bir nefes sigara…

Çok yoğun çalıştığı, sık sık teftiş yaptığı bir dönemde hiç berbere gidememiş ve saçı-sakalı çok fazla uzamıştır. İş yoğunluğu azalıp berbere gider. Berber “Abi seferden mi geliyorsun?” der. Bu sözlere çok sinirlenen şair, hışımla berber koltuğundan kalkar ve bir daha hiç berbere gitmez. Saçlarını bundan sonra sadece evlendiği kadınlar kesecektir.

Süreyya Kapınak soyadını değiştirmeye karar vermiştir, yemekli bir mecliste bu fikrini yazar ve şair arkadaşlarına açar. Ancak çeşitli önerilerde bulunan arkadaşlarının önerilerini beğenmemiştir. Aynı mecliste bulunan Şairimiz öne çıkar ve soyadını “Berfe” yapmasını söyler. Bu kelimenin anlamına soran Süreyya kelimenin Kürtçede “kar” anlamına geldiğini öğrenir. Bu kelimeyi ve anlamını çok beğenen Süreyya Kapınak, soyadını değiştirir. O artık Süreyya Berfe’ydir.

Papirüs dergisini çıkarmaya karar verir, paraya sıkışmıştır. Bir gün yazıhanesine Edip Cansever gelir. Şairin en büyük aşkının getirdiği bir halıyı görür. Antikacılıkla uğraşan Edip aslında bir değeri olmayan o halıyı antikaymışçasına satın alır. Böylelikle Papirüs’e en zarif şekilde katkı sağlamıştır. O Uğruna Chevrolet’sini sattığı, edebiyat dergiciliğinde İstanbul’u aşan Papirüs’ün sahibidir.

Tomris onun en büyük bir aşkıdır. Bu aşkın öfkesi de büyüktür, bir tartışma sonrası çok sinirlenir ve birbirlerine yolladıkları tüm mektupları yırtarlar. Ve bu mektuplardaki aşk günümüze ulaşamayacaktır. Tomris’le ilişkisini bitirdikten sonra onunla gittiği hiçbir mekâna adımını atmayacaktır.

Paris’te büyük bir evhama kapılmıştır. Turgut Uyar ve Edip Cansever’in onu Türkiye’de unutturmaya çalıştığı düşünmektedir.  Kızı Ayçe ile sağlıklı bir ilişkisi yoktur. O kadar ki kızının nikâhına katılamamıştır, çünkü ona haber verilmemiştir.

Türk şiirine damgasını vuran şairin hayatı da şiiri gibi “sürreal”di. Sevdi, aşık oldu, hasret çekti, acılara katlanmaya çalıştı, çoğu kez ağladı, kıskandı ve eşsiz şiirleri bunlardan doğdu.

Hepsi ama hepsi bambaşkaydı. Şairlik duygusunun en temel aktörü annesi Gülbeyaz Seber’di. Şiire ilk adım atışını annesinin anlattığı Kerem ile Aslı hikayesine bağlar.

Muhalifi olduğu Adnan Menderes’i soruşturan ve lehine rapor yazan maliye müfettişidir, Kendi alanında kült Emmanuelle filmi için “yayına uygundur” kanaati bildiren bilirkişidir,  Yolsuzluğu önlemeye çalışırken bakana çarptığı için işinden olan Darphane Başmüdürüdür, Şemsiyeci ve Orta Doğu İktisat Bankası Yönetim Kurulu Üyesidir.

Alevi kızı Gülbeyaz’la nakliyeci Hüseyin’in, Pülümür’de doğan ama doğum günü olmayan çocuğudur. 1938’de Dersim İsyanı sonrasında ailesi  ile birlikte çocuk yaşta Bilecik‘e sürgün edilmiştir.

Şair bu sürgün için şu mısraları yazmıştı:

Bizi kamyona doldurdular,

Tüfekli iki erin nezaretinde,

Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,

Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar,

Tarih öncesi köpekler havlıyordu.”

Oğlu Memo çok fütursuzdu, babasıyla sürekli kavga eden Memo babasının en değerli kitaplarını çalıp sahaflara satardı. Şairin son yıllarını çekilmez hale getiren Memo bir tartışmaları sırasında babasını ağır şekilde darp ettiği idea edilir. Hastaneye kaldırılan Şair hastalık ve üzüntü sonucu birkaç gün sonra hayata veda edecektir.(1)

Asıl adı Cemalettin Seber olan Türkiye’de şiirin köşe taşlarından Cemal Süreya‘yı 27 yıl önce, 59 yaşındayken, 9 Ocak 1990’da kaybettik.

Fedai Çakır

9 Ocak 2016, İstanbul

1- Cemal Süreya’nın en uzun süre evli kaldığı, son gecesini aynı evde geçirdiği eşi ve oğlu Memo Emrah Seber’in annesi olan Zûhal Tekkanat’ın  kavga olayını kesin bir dil ile red eder.

YURT DIŞINDA YAŞAYANLAR TÜRKİYE İÇİN OY KULLANMASIN

Hayda nerden çıktı bu  dediğinizi duyar oldum. Başlık biraz sert olmuş olabilir, yazının okunması ve bu konu üzerinde düşünmeye teşvik olması bakımından bu başlık önemliydi elbette.

Bir ülkenin yöntemi için oy kullanmak o ülkenin yönetiminde söz sahibi olmak demek, sizi temsil edecek partinin ürettiği siyasete bakarsınız, sizi temsil edecek liderlerin söylemlerine ve bölgenizi temsil edecek milletvekili adayının kişiliğine vs bakarsınız. Yada bakıyor olmalısınız.

Netice olarak bu parti, lider ve kişiler meclise gelip sizin yaşadığınız coğrafyayının yaşanacak yer yapmasını beklersiniz. Netice olarak onlar; sizi ekonomik, sosyal hakları olan, adaletli ve güven için de yaşayacağınız bir ülke isteğinizi yerine getirecek üç saç ayağı oluşturmaktadır. (parti, lider ve vekil)

Bu üçlünün seçilmesin de yani bizi yönetecek parti, lider ve vekillerin seçilmesin de, bu ülkeye yılda on – on beş gün gelip tatil gibi gezen insanların da söz sahibi olup oy kullanması ne kadar doğrudur.

Bu insanların bir çoğu maalesef işleri, pozisyonları, ekonomik nedenlerinden dolayı yılda bir kere bile gelemediğini de unutmak lazım.

Sosyal medyanın yaygınlaşması ile yurt dışın da yaşayan akrabalarımızın yaşamlarından ve düşünce yapılarının nasıl olduğunu yaptıkları paylaşımlardan haberdar olur olduk.

Kilometrelerce uzakta taaaa Amerika’da yaşayan kuzenlerimin yaşadığım ülkenin sorunlarından bi habersiz ülkemi eleştirmesine mi yanayım yoksa benle aynı hakka sahip olup da kendisinin yaşamadığı ama benim yaşadığım ülkenin siyasetinde söz sahibi olup benim aynı haklara sahip olmasına mı yanayım.

Birkaç yıl da Türkiye’ye izne gelen, otoban, köyünün ve kasabasının dışın da bir yer görmeyen Almanya’da yaşayan kuzenlerimin Türkiye’yi güllük gülistanlık sanmasına mı yanayım yoksa onunda bu ülkenin yönetimin de benimle aynı haklara sahip olmasına mı yanayım.

Hele Avrupa’nın özgülük dünyasın da özgürlük oksijeninden sarhoş olup benim yaşadığım toprakların da özgür, yaşanır sanan ve Türkiye üzerinde ahkam kesen bir kesimimin varlığını unutmak istiyorum.

Protesto hakkını Avrupa topraklarında özgürce kullanan Türk toplumu, Türkiye’de de bu  haklarını insanların kullanıldığını sanıyor, Avrupa mahkemelerin de hakkını arayan bu toplum Türkiye’de yapılan devasa adalet sarayların da adalet var sanıyorlar.  Belli elit kesimin yaşantısını anlatan dizleri EURO kanallarından izleyip bir çok insanın 300 Euro’dan aşağıda çalıştığını bilmiyor ve  Türk ekonominsin süper olduğunu sanıyor.

Yurt dışın da yaşayanlar oy kullansınlar seçme ve seçilme hakları olsun. Lakin bu haklar hangi ülkede ikametgah ediyorlar ise o ülkede olsun. Çünkü onlar o ülkede yaşıyorlar ve o ülkede verecekleri oylar onların yaşamlarını doğrudan etkileyecek.

Avusturya’da sağcı ırkçı tabir edebileceğimiz bir partinin oylarının arttığı anketlerde ve bir önceki seçimlerde aldığı oy ile biliyoruz.  Avusturya’da yaşayan 300 bin Türk’ün orada yaşamını doğrudan etkileyecek olan bu gelişmeye karşı orada yaşayanların duyarsız kalmayıp gidip oylarını kullanmalılar. Gelecekte orada yaşanacak olumsuzluklardan Türkiye’de yaşayanlar değil orada yaşayanlar etkilenecektir.

İşte senin verdiğin “oy” ile ben etkileniyorum, benim nasıl yaşamam gerektiğine karar verecek oylamada  “oy”’u ben vereyim.

Üstelik yurt dışın da yaşayanların hepsi işçi olarak gitmemiştir, içlerinde bu ülkeye düşman kesilmiş baya bir kesim de var.

Yurt dışın da yaşayanlar oy kullansın yada kullanmasına okuyucular olarak sizler karar vereceksiniz. Yasal olarak zaten oy kullanılıyor. Sadece dikkat çekmek istedim.

Şöyle düşünün birde ben Türkiye’de İstanbul’da yaşıyorum ama aslen Giresunluyum, Giresun belediyesinin başkanı kim olacak söz sahibi olamıyorum, neden çünkü Giresun asıl yaşam yerim değil.

Yazdıklarımı doğru bulmayabilir, katılmayabilirsiniz, farklı görüşlerde olabiliriz, sizlerde fikirlerinizi söyleyin beni ikna edin yada yazıyı okunca siz ikna olun yada olmayın.

Son söz Cenap Şahabettin’in den gelsin.

“Niçin mi fikir değiştiriyorum? Çünkü ben fikirlerimin sahibiyim; kölesi değil!”

 

Fedai Çakır

7 Ekim 2015, İstanbul