Etiket arşivi: Türkiye

Sağım Solum: KANSER

Memleketim Giresun‘da “Cumhurbaşkanı Erdoğan Tüm Kanser İlaçları Ücretsiz Olacak” demiş. Çernobil’den sonra radyasyonlu çayları için, fındıkları yiyin diyen devleti yönetenlerden sonra, kanser vakasının patladığı Karadeniz’de güzel vaat olmuş.

Daha yeni amca oğlunu kansere verdim. İki amcam da  kanserle mücadele ederken, en genç amca oğluna da kanser teşhisi kondu. Her şeye tamamda o tedavi amacıyla verilen radyasyonla sevdiklerinin renginin, tipinin değiştiğini görmek hiçte alışılacak durum değil.

Türkiye genelin de kanser vakalarının arttığını etrafını gözleyen her insan az çok farkındadır. Eğer Karadeniz insanı iseniz etrafınızda kanserden kayıplar vermeye alışıyorsunuz. Her ne kadar devlet kurumları inkar etse de Çernobil faciasının Karadeniz halkının üzerinde etkisi çok olmuştur.

Doğasının sert iklim şartlarından olsa gerek, insanı da dağları gibi dik durur. Yol yapılacaksa kendi imkanı ile yapar, evine suyu kilometrelerce hark kazar boru döşer evine ulaştırır.

Havası ve suyu ile harika bir diyar olan Karadeniz insanının Tanrı’dan başka hiç kimseden beklentisi olmadan yaşamla mücadelesi devam etmektedir.

Çernobil kazası, 26 Nisan 1986 tarihinde Ukrayna Pripyat şehrinde meydana geldi. Bu tarihten önce Kanser vakalarının bütün bakım masrafları devlet tarafından karşılanıyordu. Haliyle Türkiye’de bu kadar çok da kanser vakası yoktu.

Karadeniz’de nereye baksam sağım solum KANSER.

Fedai Çakır

17 Nisan 2017, İstanbul

HAYIR – EVET

bugun_referandum_olsa_ne_olur_evet_mi_hayir_mi_h36148_a1cad

Çok tartışılan bir ortamda anayasa değişikliğine giden Türkiye, kavga gürültü ile meclisten geçen Anayasa değişikliğini halk oylamasına (referanduma) götürmeye karar verdi. Halk evet mi? hayır mı? diyecek diye günler sayılıyor.

Elbette ki halkın verdiği karara saygılı olmak ve verdiği kararı doğru olduğunu kabul etmek gerekiyor. Hemen belirteyim ki halkın verdiği kararın sandığa şaibesiz olarak aktarılması önemli. Kaldı ki geçen seçimlerde FETÖ örgütünün yaptığı darbe ve bu örgütün Ülke üzerinde neler yapabildiğini bilmediğimiz bir ortamda Ankara Belediye seçimlerinin üzerinde ki kara bulutlar tam olarak aydınlanamamıştır.

Devlet kurumlarının içinde girmediği sızmadığı yer alan olmayan FETÖ örgütünün neden ise bir tek siyasilerin içine birde Yüksek seçim kurulu içine sızmadığına vatandaşların inancı yoktur. Başta siyasilerin içinde ki FETÖ örgütü mensuplarının temizlenmesi ve Yüksek seçim kurulunun da temiz olduğuna vatandaşın vicdanının inanması gerektiğine inanmaktayım.

Bir çok daha çelişkiler ve vicdanların rahatsız olduğu bir ortamda halk oylamasına gitmek ve bu oylamanın sonucunun evet yada hayır çıkmasının çok da manası yok gibidir.

Yukarıda yazdıklarımın doğruluğu yada yanlışlığının da pek önemi kalmadı her türlü referandum kararı alınmış ve oylama yapılacaktır. Benim de yazdıklarım tarihe bir not olarak kalacaktır.

Toplum olarak bir çok paranoya ürettiğimiz ve ayrışımların yaşadığı bu güzel ülkemiz de tek bir tez vardır ki oda bizleri ayrıştırıp birbirimize düşürmek isteyen iç ve dış etkenlerin olduğu.

Hal böyle iken daha referandum tarihi bile açıklanmamışken toplumun önünde bulunan milli değerlere sahip insanların bu ayrışmaları harlayacak videolar yapmalarına akıl sır erdiremiyorum. Tuzu kuru olan bu insanların topluma içine attığı ayrışma ateşi yangını başlatmıştır.

Milli değerlere sahip insanları siyasetten uzak durması (elbette kendi siyasi tercihi olabilir), her kesimden insanı temsil ettiğinin hassasiyetinde olması gerektiğinin altını bende çizeyim. Bütün topluma mal olmuş bu milli kişilerin şu an toplumun bir kısmının tepkisini kazanması ne onlara nede Türk toplumuna faydası var. Zararı var faydası yok inanın.

O kadar saçma sapan tartışmalara ve söylemlerle ilerliyoruz ki, bu kadar önemli bir kararı da toplum olarak saçma sapan söylemlere değil akıl ile, düşünme ile, hür iradeyle ve vicdan ile mukayese ederek karar verim oylamada EVET yada HAYIR diyelim.

Bir çok parti kuruldu, bir çok lider gelip geçti as olan Vatan ve milletimizin bölünmezliği.

HAYIR’lı Cumalar.

 

Fedai Çakır

26 Ocak 2016, İstanbul

DEVE Mİ DEDİ BİRİ

sinan çetin

Gariplikler ülkesi Türkiye, gün geçmiyor ki garip, sıra dışı şeyler olmasın. O kadar çok kanıksadık ki bazı şeyleri, Mesela;

– Her gün vurulan asker yada polislere,

– Yol ortasında kadını döven yada silahını çekip vuran adamları,

– Meydanlarda, insanların çok olduğu yerlerde patlayan bombaları,

– Küçük yaşta kızlara sulanan, taciz eden tecavüzcü koca koca adamları,

– Dün farklı bu gün farklı konuşan siyasileri,

– Adaleti olmayan adalet saraylarını,

– Adam ezip ceza almadan yada aldığı cezası  çok az olup yattığına sayılan şoförleri.

KANIKSADIK.

Hemen Aklınıza Sinan Çetin’in oğlu Rüzgar Çetin geldi muhtemelen. Halbuki bu yaşanan olaylar yıllarca devam ediyor üstelik de ilk değil ülkemizde.  Mesela Bağdat caddesin de alkollü sürücü tarafından öldürülen Suat Ayöz olayın da olduğu gibi. 9 Nisan 2006’da  çarpan aracın sahibi önce ortalıktan yok olmuş, sonra 6 gün sonra teslim olmuş malum az bir ceza ile oda salınanlardan arasındaydı. Ablası Yeşim’i yekinen tanırım kardeşinin acısını hep taze tutar. Birde Kardeşinin adına “Suat Ayöz Trafik Mağdurları Derneği” derneği kurdu.  Bu ve bunlara benzer davaların peşinde koştular ülkede adalet sağlansın diye çabaladılar / çabalıyorlar da.

Biraz google’da arattırsanız Türkiye’de Rüzgar Çetin olayına benzeyen yüzlerce vaka bulabilirsiniz, sadece o vakalarda ünlü bir babanın oğlu yoktur. O yüzden de basında çok yer almamıştır.

Özellikle sosyal medya’da bu olaya kızan kızana azgına gelenleri söyleyen söyleyene. Ben de elbette kızanlardanım.

Tek kızamadığım Sinan Çetin’in oğlunu göğsüne dayadığı fotoğraf.  O baba.

Bir baba çocuk kötü bir şey yaptı diye silse silemez atsa atamaz.  Onun çocuğu için mücadele etmesini, gerekirse para akıtmasını anlayabilirim ama hukukun salmasını elbette anlayamam.

Kızacaksanız Sinan Çetin’e değil adalet sistemine, kanun koyuculara kızın.

Hani dedik ya kanıksadık bazı şeyleri diye;

– Dünya’nın en pahalı akaryakıtını kullanmayı,

– 1300 TL askari ücretin olduğu bir şehirde kiraların en az 1.000 TL’den başlamasını,

– 50 TL’lik faturadan dolayı (telefon, elektrik, doğalgaz, su) kesilen hizmet için 20 TL açma kapama ücreti ödemek gibi,

Dijitürk, D smart ve Telefon operatörlerinin satarken yüzümüze gülmesine ama kapatırken ağır faturalarla  ve evraklarla gel demesine,

– 18 TL’lik elektrik tükettiğimiz halde 86 TL’lik fatura gelmesini.

KANIKSADIK.

Bu Elektrik faturaların da en çok da TRT payı yok mu? İşte o pay Müslüman  inancına göre Haram zıkkım.

Reklam geliri desen gayet iyi olan, yüzlerce özel Televizyon kanalı varken onlarca ayrı ayrı kanallar kuran TRT’yi hala vatandaşa  (çoğu 1300 TL askeri ücretle çalışan) finanse ettirmelerini anlamakta güçlük çeken bir tek ben miyim.

Yok yok deveye diken misali bizler bir çok şeyi gayet KANIKSADIK. Yazık değil mi?

 

Fedai Çakır

6 Ekim 2016, İstanbul

 

 

 

 

 

İLK TÜRK KADIN AVUKAT LOKANTAYA GİDİNCE…

İLK TÜRK KADIN AVUKAT LOKANTAYA GİDİNCE9_nÜlkemizde avukatlık mesleğini seçen ve yapan ilk Kadın Avukat Süreyya Ağaoğlu, kadınların yemek yiyemediği lokantada yemek yiyince…

Süreyya Ağaoğlu, Türkiye’nin ilk kadın avukatıdır. 1924-25 ders yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, Ankara’ya ailesinin yanına döner.
Bir arkadaşıyla birlikte Adalet Bakanlığı’nda staja başlar.. İlk günlerin heyecanı geçince, bir sorunla karşılaşırlar: Öğle yemeği işini nasıl çözeceklerdir ? Evlerine gidemezler, evleri bakanlığa çok uzaktır. Lokantaya da gidemezler.. Aslında o zamanlar Ankara’da yemek yenebilecek bir lokanta, İstanbul Lokantası vardır. Ama, hep milletvekillerinin yemek yediği bu lokantada, kadınların yemek yediği görülmüş şey değildir..

Türkiye’nin, bu ilk kadın stajyer avukatları, öğle yemeklerini, bir süre için peynir ekmek yiyerek geçiştirirler. Ama sonunda dayanamazlar..

Zamanın Basın-Yayın Genel Müdürü olan babası Ahmet Ağaoğlu‘na giden Süreyya, öğle yemeklerini İstanbul Lokantası‘nda yiyebilmek için izin ister. Ahmet Ağaoğlu, bunda bir sakınca görmez, peki, der..

İki arkadaş, ertesi gün öğleyin lokantaya gider, küçük bir bölümüne geçip güzel güzel karınlarını doyurur. Ahmet Ağaoğlu’nu ve kızını tanıdıkları için kimse yüzlerine bir şey söyleyemez, ama arkalarından konuşmalar başlar. Homurdanmalar ve şikayetler yükselir.

Şikayetler aynı gün, zamanın başbakanı ‘Rauf Bey’e de iletilir. Rauf Bey de Ahmet Ağaoğlu’nu arayıp durumu anlatır.

Süreyya, o akşam eve döndüğünde, babasının kendisini beklediğini görür. Ahmet Bey hemen konuya girerek, “Başbakan Rauf Bey, senin ve arkadaşının lokantada yemek yediğinizi ve herkesin bunu konuştuğunu anlattı.. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin,” der..

Süreyya çok üzülür, ama yapacağı bir şey yoktur..

Birkaç gün sonra, Atatürk ve eşi Latife Hanım, Ahmet Ağaoğlu’na misafirliğe gelir. Sohbet edilirken, söz bu konudan açılınca, Süreyya Hanım, olayı bütün açıklığıyla Atatürk’e anlatır. Onun, kendisini anlayacağını ve destekleyeceğini düşünmektedir. Oysa, onu dinleyen Atatürk, “Babanın da, Rauf Bey’in de hakkı var,” demesin mi ?..

Büyük bir hayal kırıklığına Süreyya, ertesi gün bakanlıktaki odasında çalışırken, bir yetkili telaşla içeri girer : “Süreyya hazırlan, Paşa seni yemeğe götürecekmiş !..”

Süreyya şaşırır, apar topar kapının önüne çıkar. Yanında bir milletvekili ve yaveriyle arabada oturan Atatürk, onu görünce, “Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor,” der.

Süreyya hem şaşkın hem sevinçlidir. O bindikten sonra hareket eden otomobil İstanbul Lokantası’nın önünden geçerken, Atatürk, birden şoföre durmasını söyler. Bozüyük milletvekili Salih Bey telaşla yanlarına gelince, Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle, ona, “Bugün Süreyya’yı bize götürüyorum, ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek..” der.

Süreyya’nın şaşkınlığı daha da artar.

Ne olup bittiğini, Latife Hanım, yemekte, onun kulağına eğilip, “Paşa, dün akşam bu lokanta olayına çok kızdı, ama babanı senin yanında ezmek istemediği için kızgınlığını belli etmedi. Eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak, yarın mutlaka eşleriyle birlikte lokantaya öğle yemeğine gitmelerini söyledi,” deyince durumu anlar..

Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün, arkadaşıyla İstanbul Lokantası’na gittiğinde, birkaç milletvekili eşinin de ilk kez orada olduğunu görür. Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenemez..
Bu bir ilk olur… Atatürk ve Türkiye‘nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu, kadınların, tıpkı erkekler gibi, bir lokantada yemek yiyebilmesine de öncülük etmiştir…

KİN TOHUMU

aha

Terör vurdukça düşünüyor insanlar, bir insan nasıl olurda canlı bomba oluyor da kendini patlatıp masum insanları öldürüyor.

Bende üzerinde düşünüyorum, benimde sorguladığım bir konuydu bu konu. Sonra anladım ki bu insanların içine ekilmiş “Tohumların” nedenleri idi yaşananlar.

Sıradan bir insanı, sıradan insan görmemizi engelleyen “Tohumlardı” bu içimize ekilmiş tohumlar.

Bir Alman’ın içine ekilmişti “Kin Tohumu” Yahudiler ölmeli.  Alman masum Yahudi ölümlerine suskun kalmıştı.

Bir İsraillinin içine ekilmişti “Kin tohumu” Filistinliler düşman. İsrailli masum Filistinli ölümlerine üzülmemişti.

Kendini daha çok Müslüman sayan kadın çıktı, İstiklal’de yaralan masum İsrailli için “Keşke ölseydi” dedi. Bunu dedirten içine ekilen “Kin Tohumu” değimliydi.

İngiliz dedi, Irak’ta, Suriye’de Müslümanlar ölsün, Fransızlar dedi haklısın ölsün, İtalyan durur mu? oda katıldı tabi ki ölsün, Almanlar ölümleri normal olsun, Amerikalısı dedi ki ben karışmıyorum ama ölürse de ölsün.

Dünya’da oluşmuştu içi “Kin Tohumu” dolu milyarlarca insan.  Orta Doğuda ölümlere sesiz kalan.

Benim güzel ülkemde,  benim tespit ettiğim yerel KİN TOHUMU çeşitlerimiz şunlar:

  • Alevi,
  • Sunni
  • Şii,
  • Ermeni
  • Yahudi,
  • Kürt,
  • Hıristiyan,
  • Rum,
  • Atatürkçü,
  • Laik,
  • İçki içen,
  • Beynamaz,
  • Başörtülü,
  • Dinci,
  • Yobaz,
  • Aşırı muhafazakar,
  • İktidar yanlısı
  • Muhalif

Canlı bombaların içine ekilmiş olan “Kin Tohumu” da “Türkler”  ve  “Türkiye”

Bazılarımızın içinde yukarıda yazdığım ve yazmayı unuttuğum “Kin Tohumu” var ise ve bu bazılarımız, yaşanan bazı ölümleri, bu şekilde kendi iç dünyasında hafifletip bu masum ölümlere kayıtsız kalabiliyor.

Canlı bombaları hazırlayıp gönderenler, canlı bombaları eğitenler o canlı bombanın içine ekiyordu “Türkler”  ve  “Türkiye”  “Kin tohumunu”

Bu “Kin Tohumu” ekili olan bazı kesimler var ki onlarda bu şekilde iç dünyalarında bu masum ölümleri hafifletip duymazdan geliyor ve sevinebiliyorlar.

İnsan olan insanlığından utanır. Utanan insan, içinde ki tohumun çeşidine bakmaz. İçinden söküp atar.

İnsan olan insan, içine ekilecek tohumların, sadece sevgi, vicdan, merhamet ve barış tohumlarının ekilmesine izin verir.

 

Fedai Çakır

19 Mart 2016, İstanbul

HAYATTA ARKALARA DOGRU İLERLEMEYELİM BAYLAR/BAYANLAR

Toplu olarak bir arada sıkışmış tıkış tıkış bir toplum olarak yaşıyoruz.

Bizler; Akıllı telefonlar da Internet hizmeti sunması ile toplumumuzda birçok insan sürekli sosyal paylaşım sitelerine yada oyunlara bağımlı oldular. Aynı ortamda oturan kişilerin bile birbirleriyle iletişim kurmaktan uzaklar, hatta sanal ortamdan bir iletişimin gerçekleştiğine çok sıklıkla gördüğümüz sahnelerden birisi haline gelmedi mi?.

Toplu taşıma araçlarında, banklarda, sıra beklerken, çalışırken kısacası her an sürekli bir şeyleri takip etme ve sanal ortamda olma çabamız, özellikle Internet oyunlarında görülen belirli zamanlarda bağlanma mecburiyeti getiren oyunlar bu bağımlılığın gün geçtikçe artmasına sebep olmaktadır.

İnsanlar Internet üzerinden hayvan besliyor, çiftlik kuruyor, çiçek ekiyor, kedi besliyor, hasat yapıyor, gerçek hayatın benzeri bir sanal gerçeklikle birey sanki çiftçilik ediyor gibi gece yarısı bir vakitte kalkıp tarlayı suluyor veya hayvana yem veriyor.

Film, dizi, müzik sohbet, gibi sosyal yaşamın olmazsa olmazları da internet üzerinden oluşmaya başlaması tamamen a sosyal insanların, bireylerin kalabalıklaşmasından çok tekilleşmesine neden oldu.

Sosyal medya ile güzel düşünceleri olan insanların bu güzel düşüncelerine ulaşmak da daha kolaylaştı. Bu güzel insanlar hayatta olan yada olmayan güzel insanlar. Bu konuda bir makale kaleme alan Fedai Çakır, sosyal medyayı eleştirirken güzel insanları tanımanın ve fikirlerini öğrenme açısından faydasına da değiniyor. Sevgi ve saygıyı ön plana çıkaran Çakır makalesin de;

“Mesela bir çok insanın yaşam tarzı ile hayranlık uyandıran Uruguay Cumhurbaşkanı Jose Mujıca’ı Türkiye’de tanımayan yok. Bir zamanlar ülkeye girmesi yasak olan, vatan haini ilan edilen Nazım Hikmet’in düşüncelerini sayfalarda görmek ve en çok beğenileri de aldığına şahit olmak kaderin bir oyunu gibi.

Cemal Süreya’nın, Özdemir Asaf’ın ve daha bir çok şairin dizlerinden öğreniyoruz aşk’ı.

“İnsan kötüydü, kitaplara sığındım” diyen Cemil Meriç ile sanki kitapları tekrar keşfediyoruz.

Dizlerinde saf aşk’ı temsil eden şairlerin paylaşılan şiirlerini sözlerini hayran hayran okurken bir taraftan da saf olmayan ilişkileri yaşamakta nerden çıktı.

Uruguay Cumhurbaşkanı Jose Mujıca’ın hayat felsefesi olan dünya malına tamah etme, ihtiyacın olan kadar ile yetin kalanını paylaş felsefesine hayran hayran okurken, sabahın köründe kalkıp daha büyük bir ev, daha lüks bir araba için geçe gündüz demeden çalışma da neden?
Nazım’ın aşk ve vatan üzerine dizlerini okurken kendinden geçen bu toplum, vatanın kutuplaşıp bölünmesine sessiz kalacak kadar da duyarsızlaşmış. Hani nerede vatan sevgisi, toprak aşkı…

Mevlana, Hacı Bektaş Veli ile tanışan yepyeni bir toplum ile karşı karşıyayız. Sayfanızda Mevlana’nın bir sözünü paylaşın beğenileriniz tavan yapıyor. Peki sevgi tohumları ile yüklü olan Mevlana, Hacı Bektaş Veli öğretilerine karşın insanlar akrabalarını bile düşüncelerinden dolayı facebook’dan silmeler küsmeler, kin gütmeler neden?

İşte tam burada susup düşünüyorum manasız anlamazsız gelen bu davranış şeklinin karşısında susup sadece düşünüyorum… Din ile yatıp kalkan bir kesim, sanat ve edebiyattan bi haber bir kesim, Milli değerlerini hiçe sayan kendi kurucunsa küfürler eden bir kesim. V.s.” (1)
A sosyal bir yaşamın gelecek ve bu günkü hayatımızda ne kadar bizleri insanlığımızdan uzaklaştırdığını düşünme zamanı geldi de geçti bile değil mi? Elbette internete teknolojiye karşı değilim olmayalım da fakat hayatın gerçek tadlarını da unutmayalım.

Bir dolmuş da yaşıyor gibi tıkış tıkış yaşamamalı insan, “Hayatta arkalara doğru ilerleyemeyelim” beyler / bayanlar.
Rakibe Dere
Kaynakça: (1) www.fedaicakir.com (GÜZEL İNSANLARIN, GÜZEL DÜŞÜNCELERİ)

UNUTULAN NESİLLER; Gurbetçi “EL”

Avrupa’ya giden ilk işçi kafilesi Almanya’da tren garında  alkışlarla çiçeklerle karşılanmıştı. Köyünden sevdiklerinden, eşinden, çocuklarından kopup gitmişti bu insanlar. Bir lokma ekmek ve daha iyi bir yaşam umuduyla. Umuda yolculuktu adı bunun.

Sonra;

  • Tüylü fötr şapkagurbetçilerin izinlerine gelişleri,
  • Mercedes otomobillerin Türkiye’ye gelişi ve ağzı açık bu araçları izleyen geride kalanlar,
  • Bavullardan çıkan hediyeler. Malbora sigaralar, çocuklar için oyuncaklar, kadınlar için kıyafetler

İlk kafilenin gidişiyle başlayan akım hızla artıyor, Türkiye’de yaşayan her ailenin yurt dışında illa bir akrabası olur hale gelmişti ortam. Bir gurbetçi akrabası olmayan hemen hemen yok gibiydi.

Zaman ilerledikçe, yıllar akıp gidiyor farklı farklı düşünmeler, yaşanmalar kendini gösteriyor, ortak menfaatlerde bitiyor.

Yıllık izinden dönecek akrabaları heyecanla bekleyen, bavullarından hangi hediye çıkacak diye gelsin diye yol gözleyen, sıkıştığın da mark dolar için gurbetçi akrabalarına yanaşanlarda da değişiklikler olmaya başlamıştı.

  • İlk o gıpta ile bakılan Mercedes otomobillerin ikinci el olduğu ve aman ne var orada bir iki bin mark’a alıyorlar burada hava çaka atıyorlar a döndü ortam.
  • Maymunun da gözü açılmıştı, gurbetçilerin akrabalara verdikleri borç marklar, dolarlar’ın geri ödenmediğini / ödenmeyeceğini anlamaları uzun sürmedi. Gurbetçi ile anavatan’da kalanlar arsında bir menfaat bağı daha kopmuştu.
  • Gurbetçi ile geride kalanlar arasında ortak olan her şey bitmeye başlamış ve ortak menfaatlerde yok olmaya başlamıştı. Yurt dışına gitmek isteyen geride kalanların yurt dışında ki gurbetçilere yaklaşmaları da bitmişti artık, yurt dışına gitmek eskisi gibi kolay değil ve açıkçası yabancı ülkelerde istemiyorlar hatta daha önce gelip yerleşmişleri bile kovma peşindedir artık.
  • Gurbetçinin geride kalan köyün de kasabasında kalan yerlerin kullanımı konusunda sorunlar olmaya başlamıştır.

Türkiye’nin son 50 yılda aldığı ekonomik ve sosyal gelişmeler ile insan yapısı da çok değişmiştir.

Türkiye’de eğitim seviyesi artarken, gurbetçi çalışmaktan ana vatana para göndermek için eğitimini hep ertelemiştir.

Artık ne gurbete gidenler aynı idi nede geride kalanlar. Aynı şeylere gülmüyorlar, aynı dilden konuşmuyorlar artık.

Türkçe konuşmalarına rağmen anlaşamıyorlar da. Birde üstüne üstlük;

Gözden ırak olan gönülden de uzak olur”’du.

Oldu da.

 

 

 

Fedai Çakır

13 Ekim 2015, İstanbul

YURT DIŞINDA YAŞAYANLAR TÜRKİYE İÇİN OY KULLANMASIN

Hayda nerden çıktı bu  dediğinizi duyar oldum. Başlık biraz sert olmuş olabilir, yazının okunması ve bu konu üzerinde düşünmeye teşvik olması bakımından bu başlık önemliydi elbette.

Bir ülkenin yöntemi için oy kullanmak o ülkenin yönetiminde söz sahibi olmak demek, sizi temsil edecek partinin ürettiği siyasete bakarsınız, sizi temsil edecek liderlerin söylemlerine ve bölgenizi temsil edecek milletvekili adayının kişiliğine vs bakarsınız. Yada bakıyor olmalısınız.

Netice olarak bu parti, lider ve kişiler meclise gelip sizin yaşadığınız coğrafyayının yaşanacak yer yapmasını beklersiniz. Netice olarak onlar; sizi ekonomik, sosyal hakları olan, adaletli ve güven için de yaşayacağınız bir ülke isteğinizi yerine getirecek üç saç ayağı oluşturmaktadır. (parti, lider ve vekil)

Bu üçlünün seçilmesin de yani bizi yönetecek parti, lider ve vekillerin seçilmesin de, bu ülkeye yılda on – on beş gün gelip tatil gibi gezen insanların da söz sahibi olup oy kullanması ne kadar doğrudur.

Bu insanların bir çoğu maalesef işleri, pozisyonları, ekonomik nedenlerinden dolayı yılda bir kere bile gelemediğini de unutmak lazım.

Sosyal medyanın yaygınlaşması ile yurt dışın da yaşayan akrabalarımızın yaşamlarından ve düşünce yapılarının nasıl olduğunu yaptıkları paylaşımlardan haberdar olur olduk.

Kilometrelerce uzakta taaaa Amerika’da yaşayan kuzenlerimin yaşadığım ülkenin sorunlarından bi habersiz ülkemi eleştirmesine mi yanayım yoksa benle aynı hakka sahip olup da kendisinin yaşamadığı ama benim yaşadığım ülkenin siyasetinde söz sahibi olup benim aynı haklara sahip olmasına mı yanayım.

Birkaç yıl da Türkiye’ye izne gelen, otoban, köyünün ve kasabasının dışın da bir yer görmeyen Almanya’da yaşayan kuzenlerimin Türkiye’yi güllük gülistanlık sanmasına mı yanayım yoksa onunda bu ülkenin yönetimin de benimle aynı haklara sahip olmasına mı yanayım.

Hele Avrupa’nın özgülük dünyasın da özgürlük oksijeninden sarhoş olup benim yaşadığım toprakların da özgür, yaşanır sanan ve Türkiye üzerinde ahkam kesen bir kesimimin varlığını unutmak istiyorum.

Protesto hakkını Avrupa topraklarında özgürce kullanan Türk toplumu, Türkiye’de de bu  haklarını insanların kullanıldığını sanıyor, Avrupa mahkemelerin de hakkını arayan bu toplum Türkiye’de yapılan devasa adalet sarayların da adalet var sanıyorlar.  Belli elit kesimin yaşantısını anlatan dizleri EURO kanallarından izleyip bir çok insanın 300 Euro’dan aşağıda çalıştığını bilmiyor ve  Türk ekonominsin süper olduğunu sanıyor.

Yurt dışın da yaşayanlar oy kullansınlar seçme ve seçilme hakları olsun. Lakin bu haklar hangi ülkede ikametgah ediyorlar ise o ülkede olsun. Çünkü onlar o ülkede yaşıyorlar ve o ülkede verecekleri oylar onların yaşamlarını doğrudan etkileyecek.

Avusturya’da sağcı ırkçı tabir edebileceğimiz bir partinin oylarının arttığı anketlerde ve bir önceki seçimlerde aldığı oy ile biliyoruz.  Avusturya’da yaşayan 300 bin Türk’ün orada yaşamını doğrudan etkileyecek olan bu gelişmeye karşı orada yaşayanların duyarsız kalmayıp gidip oylarını kullanmalılar. Gelecekte orada yaşanacak olumsuzluklardan Türkiye’de yaşayanlar değil orada yaşayanlar etkilenecektir.

İşte senin verdiğin “oy” ile ben etkileniyorum, benim nasıl yaşamam gerektiğine karar verecek oylamada  “oy”’u ben vereyim.

Üstelik yurt dışın da yaşayanların hepsi işçi olarak gitmemiştir, içlerinde bu ülkeye düşman kesilmiş baya bir kesim de var.

Yurt dışın da yaşayanlar oy kullansın yada kullanmasına okuyucular olarak sizler karar vereceksiniz. Yasal olarak zaten oy kullanılıyor. Sadece dikkat çekmek istedim.

Şöyle düşünün birde ben Türkiye’de İstanbul’da yaşıyorum ama aslen Giresunluyum, Giresun belediyesinin başkanı kim olacak söz sahibi olamıyorum, neden çünkü Giresun asıl yaşam yerim değil.

Yazdıklarımı doğru bulmayabilir, katılmayabilirsiniz, farklı görüşlerde olabiliriz, sizlerde fikirlerinizi söyleyin beni ikna edin yada yazıyı okunca siz ikna olun yada olmayın.

Son söz Cenap Şahabettin’in den gelsin.

“Niçin mi fikir değiştiriyorum? Çünkü ben fikirlerimin sahibiyim; kölesi değil!”

 

Fedai Çakır

7 Ekim 2015, İstanbul

İNSANLAR KENDİLERİNE BENZEMEYENİ İNSAN OLARAK KABUL ETMİYOR

Mülteciler Avrupa kapsına dayandı hem de bu güne kadar hiç olmadığı kadar çok dayandı.

 

Benim ülkem de adım başı Arapça konuşan, yada Kürtçe konuşan mültecileri görmeniz mümkün. Suriye ve Irak ağırlıklı bu mülteciler genellikle büyük şehirlere yayılmış durumdalar. Maddi imkanları elvermemiş yada kamplardan kaçmayı başarmamış resmi makamların verdiği iki milyondan fazla mültecilerin dışında olan insanlar bunlar.

 

Türkiye mecburiyetten ve çaresizlikten bu insanlara ev sahipliği yapmakta ve artık bir çoğunun geri dönmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Bir çok şehirde yakınılan bir konu ise mültecilerin sigortasız, kaçak ve ucuz iş gücü olarak kullanıldığı yönünde.

 

Fransa’nın Almanya’ya yönelttiği suçlama ise aynen şöyle idi. “Almanya ucuz iş gücü ihtiyacını karşılamak için mültecileri kabul ediyor”. Almanya da Tren istasyonunda göçmeleri karşılayanlar “hoş geldin” pankartları ile karşılanmaları seyredince 50 yıl önce ilk Türklerin Almanya’ya gittiğinde tren istasyonunda karşılanmalarını andırdı bana.

 

Ortadoğu politikaların da iki yüzlü davranan Avrupa devletleri, mülteci konusunda da iki yüzlü davranıyor. Mültecilerin sığınma taleplerinin ne kadarı kabul oluyor. Bir çok Avrupa ülkesin de neredeyse %90 red yiyor.

 

Bodrum’da sahile vuran bebeğin fotoğrafı, Macaristan’da polisten kaçan kucağında çocuğu olan babaya çelme atan kameramanın görüntüleri tüm dünyada vicdanları sızlattı. İnsan oğlunun hafızasının ne kadar çabuk unuttuğunu düşünürsek bu görüntüler unutulmak üzere. Lakin göçmenlerin sorunları devam edecek. Bu sorunlar hem kendileri için hem de gittikleri ülke için devam edecek.

 

Çözüm; savaştan, savaşı yaratan nedenlerden uzak durmak. Savaşı teşvik eden güçlerin oyunlarını görmek. Ülke olarak bizler yıllardır her konuda Amerika’nın işi, Avrupa’nın işi yada İsrail’in işi der dururuz. Nedense bu oyunlara gelmemeyi öğrenmek birlik ve beraberlikte yaşamayı öğrenmek aklımıza gelmez.

 

Kutuplaşmalar almış başını gidiyor. Dini, mezhepsel ayrılmalar, Irksal ayrışmalar, siyasi ayrışmalar ve öteleştirmelerde gösterdiğimiz aşırı reaksiyonlar bize toplum olarak bir şey kazandırmaz. Tek kazancı ayrışma ve bölünme olur.

 

Daha çok hoş görü, daha çok vicdan, daha çok ortak acıları paylaşmaları öğrenme zamanı geldi de geciyor bile.

 

Kimsenin oyununa gelmemek için daha çok oku ve araştır, sorgulamadan karar verme.

 

Ece Temelkuran’ın tespiti ne kadar doğru. Ne diyor;

 

Ben böyle öfke,böyle nefret görmedim bu ülkede.


İnsanlar kendine benzemeyeni insan olarak kabul etmiyor.
Ama en fenası herkes kendinden farklı olanın ölmesini istiyor artık
.”

 

 

Fedai Çakır

10 Eylül 2015, İstanbul

TÜRKİYE ve BANGLADEŞ’te BAYRAM TATİLİ

Yılardır bayram tatillerinde   ölümlü trafik kazaları nedeni ile  onlarca bazen yüzlerce insanımızı kaybediyoruz fakat hala bir düzelme yok. Eskiden otomobilerin bakımsız olduğundan yollardan bahsederdik ama şimdi trafikte eski araç kalmadı, yollar çift yönlü yapıldı yinede sonuç değişmiyor.

Yaptığım gözlemlerde insanlarımızın çoğunluğu büyük şehirlerde çalışıp bir otomobil aldığı zaman ilk imkan bulduklarında memleketlerine giderek dost ve akrabalarına arabalarını göstermek istemesi ,bu imkanıda daha çok bayram tatilerinde bulması en büyük tehlikeyi oluşturuyor .

Yeni sürücü olmuş veya uzun yılar sonra uzun yola çıkmış insanlarımız şehir trafiğinden kurtulunca ,şehirler arası yolların şehire nazaran tenha ve geniş olması dikkatlerinin azalmasına saatler süren yolun sıkmaya başlamasıda tehlikeyi en üst sınırlara taşıyor .

1970 li yıllarda aynı hatayı yurtdışında çalışan gurbetçilerimiz yapıyor bu yüzden çok kazalar yaşanıyordu  . Gurbetçilerimiz artık uçakla gelmeyi tercih ettiğinden bu olaylar bitti, ülke içinde şehirden şehire giden vatandaşlarımızda uçak veya tren ile yolculuk etme alışkanlığını elde ederse bu kazalarda en aza indirgenir.

Dünyanın 8 . kalabalık ülkesi olan Bangladeş %90 ı müslüman olması sebebi ile bayram trafiği yaşayan bir ülke onlar bile resimdeki şekilde yolculuk yapmalarına rağmen oran olarak bizden daha az insanını kaybediyor .

174983-gununfotograflari banglades