“Seninle şöyle bir oturup konuşamadık.” KÜRK MANTOLU MADONNA

Kurk_mantolu_madonna

Kürk Mantolu Madonna  okuduğumda Maria Puder aşık olan Raif  ‘in göremediği anlarda Maria’nın geçtiği yerlerde dolaşması gençlik yıllarımda sevdiğimi görmek için Eyüp Sultan’da bulunan Bayıldım yokuşunu gün içerisinde birkaç kez inip çıkmamam benzetmiştim.

Elbette şimdi ki gibi telefonlar yoktu istediğinizde sevdiğinizi arayıp ulaşabileceğiniz. Yada sosyal medyada da yoktu sevdiğinizin neler yaptığına açıp takip edebileceğiniz. Sevdiğiniz ortadan kaybolmuş ise tek yapabileceğiniz onu görebilme umuduyla onun olabileceği sokaklarda  dolaşmak.

Raif’de benim gibi Maria’yı görebilmek için romanın içinde sokakları arşınlıyor, onunla geçtiği köprüden geçerek yokluğunu hasretini giderdiği de oluyordu. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna kitabı, kitabı okuyan her insana kendinden bir şey verdiği/bulduğu için midir yazıldığı onca yıllardan sonrada hala en çok okunan kitaplar arasında yer alması.

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali‘nin 1943 yılında yayımladığı bir romanıdır. İlk olarak Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940 – 8 Şubat 1941tarihinde “Büyük Hikâye” başlığı altında 48 bölüm olarak yayınlanmıştır. Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna’yı ikinci kez askerlik yaptığı Büyükdere’de çadırda yazmış ve günü gününe gazeteye yetiştirmeye çalışmış, romanı yazdığı günlerde attan düşüp sağ kol bileği çatlayınca, kolunu tenekede ısıtılan suya koyup yazmaya devam etmiştir.

Romanın baş karhamı olan Raif Ölümünün yaklaştığını anladığında, Maria Puder yaşadığı bu güzel günleri kaydettiği defterinin yakılmasını genç iş arkadaşından rica eder. Genç iş arkadaşı da Raif Efendi ile ilgili bu gizemi çözmek ve onu daha yakından tanıyabilmek için defteri okur.

Raif ; 20’li yaşlarında babasının isteği üzerine gittiği Berlin’de, sanata olan ilgisi sayesinde bir sanat galerisine gider. Galerideki tablolar arasında bir sanatçının otoportresini görür ve tablodaki kadını hiç tanımamasına rağmen platonik olarak aşık olur. Bu tablo onda daha önce hiç hissetmediği duygular uyandırır. Raif Efendi tablodaki portrenin, Andrea Del Sarto tarafından yapılmış “Madonna delle Arpie” isimli tablodaki Madonna’nın portresine benzediğini düşünür. Tabloya o kadar hayran olur ki fırsat buldukça tabloyu görmeye gider, fakat başka gözlerin onu takip ettiğini farketmez.

Artık ritüel halini alan bu tabloyu seyretme seansınlarından birinde bir kadın onun yanına gelir. Bu kadın, tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder’dir. Maria, Raif’in tabloya olan hayranlığının farkındadır. Raif ise başta onun kendisiyle alay eden biri olduğunu düşünür. Tablonun sahibi ile konuştuğunu öğrenince ise dünyası bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde değişir.

Raif Maria’yı çok sevmektedir fakat Maria’nın kendisine olan hislerinden emin olamaz. Yine de onun her istediğini yapmaya çalışır. İkisi beraber rüya gibi günler geçirirler fakat her zaman olduğu gibi bu romanda da hikayenin sonu kötü biter. Bir gün Raif, babasının öldüğünü öğrenir. Balıkesir Havran’a dönme kararı alır. Maria ile burada mektuplaşmaya devam edecektir. Birkaç mektuptan sonra, Maria’nın mektupları kesilir. Raif bunu hayra yormaz ve Maria’nın kendisinden sıkıldığını, vazgeçtiğini düşünür. Raif’in asla bitmeyecek olan kasvetli günleri burada başlar.

Sevmediği bir kadınla evlenir. Ancak mektupların kesilmesinden tam on yıl sonra Raif, Maria’nın akrabasını Ankara’da görür. Ondan da Maria’nın öldüğünün haberini alır. Üstelik Maria’nın mektuplarında sadece “iyi haber” olarak nitelendirdiği gerçeği de o anda öğrenir. On yıl önce Maria, Raif ile kız çocuklarını dünyaya getirdikten bir hafta sonra koma halinde ölmüştür.

Günümüzde özellikle sosyal medya’da kitaptan alıntılar çok popülerdir. Maria karşı hislerini anlattığı mısralarla gerçekten insanı derinden etkilemektedir.

“Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı. Çünkü o, benim için bütün insanlığın timsaliydi.”

“Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?”

“Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, ‘Bu öyle olmayabilirdi!’ düşüncesi.”

“Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş.”

“Sana ihtiyacım yok ki benim! İnsan yalnız da mutsuz olabilir çünkü.”

 

Akan Bozat

24 Ekim 2016, İstanbul

 

 

CÜMLESİNDE KEDİ BESLEYEN İNSANLARI SEVİYORUM

kedi Chanel

Kedi seven / Kedi besleyen insanların ortak özelliklerinden bir kaçı bulundukları ortam da kedileri ile geçirdikleri tatlı anıları anlatmakla geçer. Nasıl kedisinin göğsüne başını koyup yattığını, sabah yüzünü yalayarak yada üstünde mıkır mıkr mıkırdayarak nasıl onu uyandırdığını, ben neredeysem orada diyerek kedisine olan hayranlıklarını anlatırlar.

Kedi besleyen biri cümlelerine  bu gün tepemdeydi, kapıların koltukların üstünden inmiyor benim yaramaz derken kedi beslemeyen insanların anlatacakları çok şeyleri yoktur aslında.

Torun yada çocukları olanları da anlatacak bir şeyleri olmayanlar kategorisine almamak lazım. Onlar nasıl kedici bir anne baba kedisini anlatıyorsa onlarda bebeklerini yada torunlarını anlatıyorlar. Tarafsız olarak kedi besleyen, bebeği torunları olanları incelerseniz sevgilerinin sonsuzluğuna ve anlatırken nasılda kendilerini kaptırdıklarını şahit olabilirsiniz.

Açıkçası ben bu kategoride olan insanlarla ahbaplık yapmayı onları dinlemeyi seviyorum. Yoksa bütün gün siyaset dinlemek zorunda kalacağım.

Siyaset dedim de;

Çevrem de geleceğe umutla bakan hiçbir genç görmez oldum, umutsuz gençlerimi? dinleyeyim.

Siyasilerden umutla bahseden yetişkinde de görmüyorum. (Fanatik siyasetçileri ayrı tutuyorum. Onlar için her daim her şey iyidir). Siyasilerden umudunu kaybetmiş yetişkinlerimi? dinleyecektim.

Irak ve Suriye’de, içerde doğuda terör örgütü ile şehirlerde de ise yapılabilecek yapılan eylemlerle savaşırken her şeyin güllük gülistanlıkmış gibi ülkenin diğer şehirlerinde yaşayan insanlarımı? dinleyecektim.

Her gün şehit haberleri gelirken, “polis, asker ölmek için para alıyor” düşüncesine sahip vicdan yoksunu insanlarımı? dinleyeceğim.

Bu konuları beğenmediyseniz birde şunları dinleyebilirisiniz / izleyebilirsiniz.

Hükümetten nemalanmak için  ortaya çıkan süslümanları.

Süslümanları gıcık olan sözde laikleri

Müslümanlıktan ve Laiklikten bi haber olan cahillikleri ile prim yapanları,

Hiç yaşamayı bilmeyip de bir ev bir arabayı zenginlik sanıp senin şunun var benim bunun var diyen görgüsüzleri,

İnandığı inancı, siyasi görüşü illa sana da inandırmaya çalışan dinlemeyi bilmeyen sadece konuşanları,

Bir zamanlar yakınlığı yada sempatizanlığı ile cemaatlere olan ilgisini gizlemek için FETÖ düşmanı kesilen sahtekarları,

Ben mi ne dinliyorum şu an.

Yurt dışında yaşayan bir ağabeyimizin kaç dairesi olduğunu.

Haklıyım değil mi?  Cümlesinde KEDİ besleyen insanları sevmekte.

Fedai çakır

20 Ekim 2016, İstanbul

KADINIM

1234086-14

Aslında insanları anlamak için eğitim almış, insanları anlıyor ise de kendini pek anlayamamış bir kadındı o.

Kendini anlamak için çaba harcamaktansa ürkek bir kuş, pıt pıt yüreği atan başı okşanası bir kadındı o.

Küçükken bir güvercin girmişti yaşadığımız gecekondunun penceresinden, kedim pamuk bir hamlede atlamıştı onun üstüne, güvercini almıştım kedi Pamuk’un elinden. O günün akşamı öğrendim korkudan pıt pıt atan kuşun yaşamadığı. İşte o yüzden çok sevilmeli o kadın.

Güzellik desen güzel, kültür desen kültür, erkeler koşar peşinden o kaçar içten bir his ile derinden, yaşamışlıktır onu inciten.

Her kadın gibi de onun isteği de sevmek sevilmek, aldatmadan / aldatılmadan yaşamak.

Korkar hep insanın var olan ikinci yüzünden, çocukça masallar olmalı onun için, içinde yalan olmayan ama hayallerini süsleyen.

Akıllı, güzel ama yaralı kadındı o. Adına şiirler yazılası kadınlardandır o.

Ben sana yazsam yazsam aşkı’ı

Tutkuyu yazmak isterim…

Yazsam yazsam uykusuz özlemleri yazarım…

Yazsam yazsam yanımda olamadığın zamanın

Sol yanıma verdiği ızdırabı yazarım…

Yazdıklarım şiir olur,

İçimdeki ateş ise aşk…”

Akıyorum taaa derinden derinden..

Sana doğru akan nedir bilmiyor…

Akıyorum işte taaa derinden derinden

Fedai Çakır

6 Ekim 2016, İstanbul

DEVE Mİ DEDİ BİRİ

sinan çetin

Gariplikler ülkesi Türkiye, gün geçmiyor ki garip, sıra dışı şeyler olmasın. O kadar çok kanıksadık ki bazı şeyleri, Mesela;

– Her gün vurulan asker yada polislere,

– Yol ortasında kadını döven yada silahını çekip vuran adamları,

– Meydanlarda, insanların çok olduğu yerlerde patlayan bombaları,

– Küçük yaşta kızlara sulanan, taciz eden tecavüzcü koca koca adamları,

– Dün farklı bu gün farklı konuşan siyasileri,

– Adaleti olmayan adalet saraylarını,

– Adam ezip ceza almadan yada aldığı cezası  çok az olup yattığına sayılan şoförleri.

KANIKSADIK.

Hemen Aklınıza Sinan Çetin’in oğlu Rüzgar Çetin geldi muhtemelen. Halbuki bu yaşanan olaylar yıllarca devam ediyor üstelik de ilk değil ülkemizde.  Mesela Bağdat caddesin de alkollü sürücü tarafından öldürülen Suat Ayöz olayın da olduğu gibi. 9 Nisan 2006’da  çarpan aracın sahibi önce ortalıktan yok olmuş, sonra 6 gün sonra teslim olmuş malum az bir ceza ile oda salınanlardan arasındaydı. Ablası Yeşim’i yekinen tanırım kardeşinin acısını hep taze tutar. Birde Kardeşinin adına “Suat Ayöz Trafik Mağdurları Derneği” derneği kurdu.  Bu ve bunlara benzer davaların peşinde koştular ülkede adalet sağlansın diye çabaladılar / çabalıyorlar da.

Biraz google’da arattırsanız Türkiye’de Rüzgar Çetin olayına benzeyen yüzlerce vaka bulabilirsiniz, sadece o vakalarda ünlü bir babanın oğlu yoktur. O yüzden de basında çok yer almamıştır.

Özellikle sosyal medya’da bu olaya kızan kızana azgına gelenleri söyleyen söyleyene. Ben de elbette kızanlardanım.

Tek kızamadığım Sinan Çetin’in oğlunu göğsüne dayadığı fotoğraf.  O baba.

Bir baba çocuk kötü bir şey yaptı diye silse silemez atsa atamaz.  Onun çocuğu için mücadele etmesini, gerekirse para akıtmasını anlayabilirim ama hukukun salmasını elbette anlayamam.

Kızacaksanız Sinan Çetin’e değil adalet sistemine, kanun koyuculara kızın.

Hani dedik ya kanıksadık bazı şeyleri diye;

– Dünya’nın en pahalı akaryakıtını kullanmayı,

– 1300 TL askari ücretin olduğu bir şehirde kiraların en az 1.000 TL’den başlamasını,

– 50 TL’lik faturadan dolayı (telefon, elektrik, doğalgaz, su) kesilen hizmet için 20 TL açma kapama ücreti ödemek gibi,

Dijitürk, D smart ve Telefon operatörlerinin satarken yüzümüze gülmesine ama kapatırken ağır faturalarla  ve evraklarla gel demesine,

– 18 TL’lik elektrik tükettiğimiz halde 86 TL’lik fatura gelmesini.

KANIKSADIK.

Bu Elektrik faturaların da en çok da TRT payı yok mu? İşte o pay Müslüman  inancına göre Haram zıkkım.

Reklam geliri desen gayet iyi olan, yüzlerce özel Televizyon kanalı varken onlarca ayrı ayrı kanallar kuran TRT’yi hala vatandaşa  (çoğu 1300 TL askeri ücretle çalışan) finanse ettirmelerini anlamakta güçlük çeken bir tek ben miyim.

Yok yok deveye diken misali bizler bir çok şeyi gayet KANIKSADIK. Yazık değil mi?

 

Fedai Çakır

6 Ekim 2016, İstanbul

 

 

 

 

 

HANGİ KÖPEK IRKINI SEÇMELİYİZ

kopek-

HANGİ IRK SEÇİLMELİ?

Köpek, evcil hayvanları mükemmel bir şekilde temsil eder. Bir bağlılık ve sadakat simgesi ve her zaman insana daha yakın olan bu hayvan yaklaşık 400 ırkla olağanüstü bir çeşitlilik gösterir.

Neredeyse 15,000 yıldır, köpek insanın yanında olmuştur ve onunla çok güçlü bağlar kurmuştur. İster yardım köpeği ister refakat köpeği olsun, her zaman insana daha yakındır. Yüzyıllar boyunca, insan köpek cinslerini yeteneklerine veya yaradılışlarına göre seçerek evrim geçirmesinde büyük ölçüde katkı sağlamıştır. 400’ün üzerinde ırkla, köpek ırkı boyut, tüyler, görünüş ve yaradılışta geniş bir çeşitlilik göstermektedir.

Doğru seçim

Bir ırk köpek almak, ırk profesyoneli olan yetiştiricisi tarafından yapılan seçim doğrultusunda yavru yetişkin hale geldiğinde beklenen fiziksel ve davranışsal özellikleri göstereceğine emin olmayı istemek anlamına gelir. Bir çok amatör için, bir ırkın fiziksel görüntüsünü oluşturan sevimli yüzü, görünüşü, tüyleri, boyutu genellikle onların “ilk görüşte aşk”larını başlatır. Bununla birlikte, fiziksel görüntüden öte, her ırkın seçiminizi yapmadan önce bilmeniz gereken davranışsal özellikleri vardır. Sonuç olarak, bir çok köpek gösterisinde karşılaşabileceğiniz ırk kulüpleri ve hayvan yetiştiricilerinden istihbarat ve bilgi toplamak önemlidir.

Uyum içinde birlikte yaşamak

Bir köpeğin davranışı doğumundan önce, doğum sırasında ve doğumundan sonra şekillenir.”Önce” genetik havuz demektir. “Doğum sırasında” doğumdan sonra yavrunun yeni ailesi için köpek yetiştirme yerlerinden ayrıldığı güne kadar uzanan önemli dönem demektir. “Sonra” yavrunun alışacağı yeni ortam demektir. Diğer bir deyişle, köpeğin davranışlarının büyük bir kısmı gelişinden önceki ilk altı ayda oluşur.Genetik faktörler arasındaki etkileşimler, çevre ve yeni eve varış ve ilk gezintiler gibi belirli deneyimler birbirinden ayrılmaz bir takım oluşturur. Köpek sahibinin kim olduğunu gösteren yeterli bir eğitim almadığında, köpek için insan ailesi bir sürü olduğundan ve her köpek, boyutu, cinsi ne olursa olsun dominant olduğundan sürünün liderinin kendi olacak ve kendi kurallarını uygulayacaktır. Bir köpek eğitim klübüne katılmak köpeğin davranışlarını, köpeğin ihtiyaçlarını ve onunla uyum içinde birlikte yaşamada etkileşim içinde olmayı öğrenmek için mükemmel bir yoldur.

Şehir köpekleri veya kırsal kesim köpekleri

İster avcı köpekler, ister bekçi köpekleri veya refakat köpekleri olsun, ırk köpekleri yeteneklerinde ve yaradılışlarında rol oynayan tarihsel kökenlere sahiptir.Günde bir kaç kez en az 30 dakika süren günlük gezintilerin yapılması ve gösterilen özenin sadece köpeğin günlük besin alımının hazırlanması ile sınırlı olmaması koşuluyla, bu ırkların çoğu günümüzde kentsel alanlarda yaşayabiliyorlar.

Bununla birlikte, belirli ırklar şehir yaşamına uygun değildir ve fiziksel aktivite eksikliğinden kaynaklanan sıkıntılarla diğerlerinden daha fazla karşılaşma durumundadırlar. Örneğin sürüleri gütmek için doğmuş Border Collie, veya sürü içinde yaşamaya alışmış ve soğuk iklimlerde araba çeken Sibirya Kurdu.

Ve yine, İngiltere’de Yorkshire madenlerindeki fareleri yakalamak için kullanılan Yorkshire Teriyerinin bir yüzyıl içinde dünyanın en populer minyatür köpek ırkı olacağını kim söyleyebilirdi? Yine de o, kalpte güçlü mizaca sahip bir “teriyer” olarak kalır. İster şehirde ister kırsal alanda yaşasın, bir çoban köpeği koruyucudur örneğin tetikte olacaktır, bir İrlanda Setteri bir orman yanındaki otoyol dinlenme alanına fırlama ve burnunu rüzgara çevirme eğilimine sahip olacaktır ve bir Retriever (Av Köpeği) sahibine ayakkabısını bulup getirmede ısrarlı olacaktır.

Farklı gruplar

Daha Roma antik çağlarında, köpekler yeteneklerine göre sınıflandırılmıştı. “Çoban köpekleri”, “av köpekleri” ve “ev köpekleri” arasında bir ayrım yapılmıştı. Onsekizinci yüzyılda, Buffon, köpekleri kulaklarının şekline göre sınıflandırma girişiminde bulundu: onları sivri kulaklı, sarkık kulaklı veya yarı sarkık kulaklı olmak üzere otuz ırka ayırırken, Cuvier köpek türlerini kafatası şekillerine göre “bekçi köpekleri”, “mastiff köpekleri” veya “spanieller” olarak ayırmayı önermiştir.

Ellili yıllardan beri, Dünya Köpek Federasyonu (FCI) farklı ırkları 10 grup olarak sınıflandırdı. Bir grup “belirli sayıda ortak olan aktarılabilir (kalıtımla geçen) ayırtedici özellik taşıyan ırklardan olan bir takım” olarak tanımlanmıştır. Böylece, örneğin, birinci gruba ait olan bireyler (Çoban köpekleri), morfolojik farklılıklarına rağmen, tamamı sürü koruma içgüdüsü gösterir.

Grup 1: Çoban köpekleri ve sürü köpekleri (Swiss Bouvier hariç)

Grup 2: Pinscher ve Schnauzer türü köpekler. Dağ köpekleri ve Swiss Bouvierleri

Grup 3: Teriyerler

Grup 4: Dachshund köpekleri

Grup 5: Spitz- türü ve yabanıl köpekler

Grup 6: Av köpekleri, bloodhounds (tazılar) ve benzer köpekler

Grup 7: Hedef (ferma) köpeği

Grup 8: Game flushing dog (uçan hayvanlar için av köpeği) ve av köpekleri, su köpekleri

Grup 9: Eğlence ve refakat köpekleri

Group 10: Yarış tazıları