Etiket arşivi: hayat

Hayatım Yemekte Ne Var?

hayatim-yemekte-ne-var

“Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla”

O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş ;

Hayatım bu akşam yemekte ne var?

Cevap yok

Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış;

Hayatım bu akşam yemekte ne var?

Hala cevap yok

Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış;
Hayatım bu akşam yemekte ne var?

Gene cevap alamamış

Bu sefer karısına iyice . yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş;
“Hayatım bu akşam yemekte ne var? ”

“Hayatım beşinci kez söylüyorum, Tavuk”

Belki de genelde düşündüğümüz gibi problem daima karşımızdaki kişilerde olmayabilir.
Problemlerin sebebini biraz da kendimizde aramalıyız.

ZORDU YAŞAM BE

12235089_856170044501057_3969186278256571317_n

Zordu yaşam; araç yolu olmayan bir köy, en yakın doktor kasabada bile yok, ilçede de yok taaa şehir merkezinde, hasta olmak demek ölüm ile burun buruna mücadele demekti o zamanlar.

Küçüktüm ama aklım bir şeylere eriyor olmalı ki hafızam da kalmış yaşadıklarım,

O sabah annemin hasta olduğunu hafızam hayal meyal hatırlatıyor bana, köylülerin evin bahçesinde birikmeleri her kafadan çıkan sesler ile uğuldayan bir sabah dı o sabah.

Köyün gençlerinde hemen bir tanesi hızlı, çevik ve güçlü olan birisi görevlendirilmişti. Kasabaya inip  köye en yakın araç gelebilecek yer olan Sevinç Agzı mevkine bir araç alıp gelecekti.

Genç sözleri ikiletmeden fırladı hemen koşa koşa patika yoldan dağ başında olan köyden inmeye başlamıştı bile.

Elinde balta ile iki yaşlı adam “sal” dedikleri bildiğin ağaçtan sedyeyi yapmaya koyulmuşlardı. Battaniye, yorgan ile sal döşenmiş köyün güçlü kuvvetli erleri birer yandan tutmuşlardı.

Annem içinde yatıyor üstünü örtmüşlerdi ben yanına koştum o güzel yanaklarını öpüyor ne oldu sana anne diye ağlıyor yada daha doğrusu böğürüyordum.

Genç adamlar haydi Bismillah diyerek kaldırdılar annemi o yapma sedye ile birlikte arkada başka erkekler ve kadınlar yolu koyuldular

Ben arkalarından patika yolla kadar koştum peşlerinden, kim olduğunu hiç hatırlayamadım bir kadın eli (muhtemelen akrabalardan, yada ablam da olabilir) tuttu beni, kurtulmak istedim ama kurtulamadım elinden.

Döndüm sordum annemin neyi var. İşte o gün ile alakalı net hatırladığım tek şey kadının söyledikleriydi.

“Yok bir şeyi Sıcak yemeğin üstüne soğuk su içmiş hastalanmış, doktorlar iyileştirecek dönecek eve”

O günden sonra sıcak hiç bir şeyin üstüne soğuk su içmedim. Ama yaz  kış buzdolabından soğuk su içerim:

“bak beni hasta edemezsin dercesine”

Az önce çay içtim, SICAK MI SICAK, sonrasında buzdolabından suyu dayadım kafama SOGUK MU SOGUK.

Kim bilir anacığım ne hastalığı vardı, kim bilir neler çekmişti  o yapma sedye ile giderken patika yollarda, kolay değil yaklaşık 7 km dağdan aşağıya inmek.

Hiç bir zaman öğrenemedim bunu belki de kadınsal hastalıktı bir kaç kez sonrasında sormuştum anam geçiştirmişti beni.

Zordu yaşam be ama mutluyduk ta.

 

 

Fedai Çakır

22 Şubat 2016, İstanbul

 

 

İÇİMDE Kİ BU BOŞLUK

Eline almış bir taşı vurur da vurur kabine sanki, daralmıştır ruhu bir kere uzaklaşıp kaçmak ister herkesten, her ortamdan, yalnız yaşayan adam/kadın.

Eskisi gibi değildir hayat, artık daha çok ayrılmış adam/kadın vardır şehirlerde. Daha çok yalnız yaşamlar  ve yalnızlaşmış adam/kadın.

Bir istatistik de okumuştum boşanan bir çok  erkek bir yıla kalmadan yeni bir evliliğe adım attığını.

Bunun başlıca nedeni ise sanırım ev işlerin de beceriksiz olması ve kadınsız kalamamak olsa gerek. Yada yılların verdiği bağımlı olmanın neticesi olmalı.

Peki ama ya yalnızlık. İşte asıl mesela o. Hayatınızda ne kadar çok kadın olursa olsun evde günün belli saatini yalnız yaşıyor iseniz hayata bakış acınız biraz değişebiliyor.

Zaman zaman birisi olsa hayatınızda diyorsunuz, karşılıklı oturup sohbet etsek, birer kahve içsek yada  oturup kitap okusak ama onun evin için de varlığını hissetsem dediğiniz oluyor elbette.

Sonra diyorsunuz ki, içinizden gelen bir korku ile…  Özgürlüğüm…

İşte o özgürlüğe alışmış adam/kadın bir anda korku ile hayata tekrar uyanıyor ve başlıyor her ciddi ilişkiden kaçmaya. Hayatı; sadece gelip geçici, uzakta var ise güzel oluyor ilişkilere dönüyor.

Özgürlüğünüz mü yoksa yanınızda olduğunu hissettiğini biri mi?  Bu yalnızların sık sık düştüğü ruhsal durum.

Hastalık gibi hatta…

Bir böyle bir öyle, git gellerle geçen bir yaşam

Yalnızlığımı seviyorum, özgürlüğümü de. Peki nedir beni gene de huzursuz eden içimde ki bu boşluk.

Ve arada bana şu mısraları söyleten;

“Gel kaçalım buralardan, nereye mi?

sakin bir sahil de yaşayalım, arada da köye dağlara çıkalım

ver elini…”

 

Fedai Çakır

4 Ekim 2015, İstanbul

HAYAT HAYAT NE ACIMASIZSIN SEN BE HAYAT

Onun hakkın da bir çok hikaye dinledim. Hatta bir tanesini yazdığım sinema filminin için de  kullandım.

Çok eskilerde olmasa bile bize göre çok eskilerde kalan bir tarihte köyümüz de bir Talip amca varmış. Bu Talip amca geceleri katırını mezarlığa salıyor orada otlamasını sağlıyormuş. Tabi ki bunu yaparken köylülerin rızasını almadan yaparmış. Bu durumdan rahatsız olan köylüler dedeme gelip bu işe çare bulmasını istemişler.

Yüksel abim en büyük amcamın oğludur ve ilk torun olması münasebetiyle bizlerle kuzen olmasına rağmen bize hep bir amca gibi gelmiştir. Kısaca dedemin en büyük torunu olur kendisi.  Dedem yanına çağırır ve Yüksel ağabeyime Talip’in yaptıklarını söyler ve gidip söyle yapamasın der. Dedem köyün önde gelenlerinden ve bir dönem muhtarlık da yapmış bir kişi olarak bu isteği Talip amcaya iletmede kendinde hak görüyor belli ki yada köylünün o zman baskısı ile bunu iletiyor.

Yüksel ağabeyim ise kendince bir çözüm üretiyor. Beyaz bir çarşaf alarak mezarlardan birinin içine yatıyor ve Talip amca katırını getirdiğinde ayağa kalkıyor. Olayı hayallerinizi de canlandırmanız için şöyle bir mizansen çizeyim size.  Olayın olduğu yer Karadeniz’in yüksek dağlık köylerinden biri, araç yolu yok, elektrik yok yarı ilkel yaşanan bir dönem ve ormanlık zifiri karanlık bir mezarlık.

Yüksel ağabeyimi mezarlıkta çarşafta gören Talip amca koşarak evinin yolunu tutar ve kapıya vurmaya başlar ‘Havva aç, Havva aç, hortlak hortlak’

Rivayete göre o günden sonra ise o günden sonra mezarlıkta bir daha katır otlatan olmamış.

Geyik Gölü  diye bir yer vardır. Benim yeni çıkacak masal kitaplarımın konusu da burada geçer. Burası dağlık olan köyün dibinde derenin kenarı ve içinde göl olan bir yerdir. İşte burada bizim fındık bahçelerimiz vardır. Burada o tarihte fındıklar katırlarla taşınır ve çok meşagatlı bir işlem olan bu iş günde üç dört kez yapılırdı. Yüksel abim bir gün kalk sen katırı yüklerken kaçır katırı. Katır akıllı hayvandır evini bulur basıp gidiyor boş olarak eve.

Yukarı da bahsettiğim dedem sert mizaçlı ve biraz da gaddar çocuklarına torunlarına karşı da acımasız bir yapıya sahip. Yüksel abim katırı kaçırmışlığın korkusu ile katırın iki çuval yükünü sırtlanır ve o kadar yokuşu saatlerce taşıdığı söylenir.

Bu hikayeleri çocukken kimden dinlediğimi hatırlamıyorum bile, doğruluğunu hiç sorgulamadım, Yüksel ağabeyimi de sormadım, sormayı da düşünmüyorum. Ben bu hikayelerimle böyle mutluyum çünkü.

Orman muhafaza memuru olarak ekmeli olan bu abim, önce bir felç oldu yürümekte zorlukla geçen yıllar sonrasın da kanser denen illet ile tanıştı.

Ailemde iki amcam kanser tedavisi görüyor ve Yüksel ağabeyimle üç kişi kanser illeti ile mücadele ediyor.

Çernobil’in etkisi olmadığını birisi bana inandırsın.

Hayat hayat ne acımazsın sen be hayat. Eritmişsin ağabeyimi be hayat.

 

Fedai Çakır

17 Temmuz 2015, Giresun

ZOR OLAN

Düşündünüz mü? Sizin için zor olan nedir?

Hayat denilen yaşama çabası için de en çok zor olan şey nedir? Eğitim, İş, geçinme çabası karın doyurma sevdası mı?

Aslında hepsinin temelin de karın doyurma yatmaktayken çabalarımızın çoğu ise bunu aşıyor.

Bir araba almak, var ise yenilemek.

Yıllarca borca girip konut sahibi olmak,

Çocuklarımız için eğitimine dökülen, dershaneler, özel eğitim masrafları.

Senede 15 gün, her şey dahil tatil için harcanan paralar, ödenen taksitler.

Bol keseden alınan ayakkabılar, elbiseler ve.

Sırf lüks görüntüsü yüzünden AVM’ler de yemek için harcana paralar, kendimizi biraz daha gösterişli, daha zengin daha çaf çaflı göstermek için harcanan paralar ve bu paraları kazanmak için insanlığından çıkmış insanlar.

İnsanlığından çıkmış insanlar diyorum. Şöyle bir bakının kendinize ve çevrenize öyle değil mi? Çoğumuz.

Sadece karın doyurup sevdikleri ile zaman geçirebilse insan nasıl da yaşanır olur değil mi? Dünya.

Zor olan nedir dedik ya, zor olan aslında mala mülke bağımlı olmamak, mutluğu sevdiklerimizle geçirdiğimiz zaman olarak algılamak, yani zor olan yaptıklarımız değil yapmamamız gerekeni yapmak.

Bir zor olan daha var, aslında bu zor olanda bizlerin kolayı seçmemizden kaynaklanıyor. Ön yargı ile davranıp sevgimizi hep saklamamız ve göstermemiz. Bırakın kolaya kaçın ve doğayı, hayvanları ve insanları sevin.

Aşık olmaktan duygularınızı belirtmekten söylemekten korkmayın, sakin olun, stres yapmayın hiçbir şeyi hayata panik atak olarak yaklaşmayın hayata sukut olarak yaklaşın, unutmayın her şey varacağına varıyor zaten.

Mutluluğun formülü; mala mülke bağımlı olmamak, yaşamak için çalışmak, doğayı, hayvanları ve insanları sevmek, aşık olmak, duygularınızı saklamak, sakin olup yaşamı akışında değerlendirip yaşamak.

Kısaca zor olan, “basit olanları yapmak yerine, yaşamak için zoru seçmemizdendir.”

Bize yaşamın için deki çarkta ezilip gitmek normalmiş gibi öğretildi ve bizler bu öğreti içinde yaşıyoruz. Ama bil ki “Sürekli normal olmaya çalışırsan, asla ne kadar muhteşem olabileceğini öğrenemezsin.” (1)

 

Fedai Çakır

6 Temmuz 2015, İstanbul

Kaynak: (1) Sürekli normal olmaya çalışırsan,
asla ne kadar muhteşem olabileceğini öğrenemezsin.
Maya Angelou

ROTASI AŞK İSE İNSANIN

Yaşam gailesi için de o kadar çok meşgaleyle uğraşıyoruz ki, hiç sormuyoruz bile kendimize biz yaşıyor muyuz? yoksa ömür mü? tüketiyoruz.

Yaşamak ile ömür tüketmenin arasın da ki ince çizgiyi iyi anlamak lazım. Boşa ve kendimiz için hiçbir şey yapmadan yaşıyor ise demek ki ömür tüketiyoruz.

Peki yaşamak nasıl olmalı.

Derhal şunun farkına varmalı insan; hayata bir kere geliyorsun ve kendin için de yaşamalısın.

İki konuda tutarlı olur iseniz hayatı yaşayabilirsiniz. Birincisi eşyaya, mala, mülke olan bağımlılıktan kurulmak, diğeri ise Aşk ile yaşamak. Aşk bir erkeğe/kadına olabilir, bir kediye/köpeğe olabilir, doğaya/denize olabilir, dağlara aşık olabilirsiniz mesela, küçük derelere aşık olabilirsiniz, kümesiniz deki civcivlere aşık olabilirsiniz, Aşk deyince illa  kadın erkek gelmemeli insanın aklına.

Aşk; insanı mutlu edebilecek, içi sevgi dolu olan her şeydir.

Kısaca rotası aşk olmalı insanın.

Çok değerli kalem Peyami Safa ne demiş “Mutlu ol çünkü kimse senin üzgün olmanı umursamıyor”

Kesinlikle umursanmıyor, inadına “mutlu ol”

 

Fedai Çakır

18 Mayıs 2015, İstanbul

123986-2113212112014

 

 

 

 

Kıssadan Hisse

Bugün hayata ve yaşama farklı bakış açımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Aslında bu basit bir hesaplama, ben bu hesaplama yöntemi ile hayata daha farklı bakma ve sıkı sıkı tutunmanın yolunu buldum.

Türkiye’de insan ömrü (bugünkü sağlıksız koşullara bakıldığında) 70 yaş olarak baz alalım.

40 yaşında bir insan ömrünü formüle edelim.

Geriye kalan zamanı 30 yıl,

Son 10 yılı çıkarmak istiyorum. Sebebi; baston, öksürük, aksırık vs. vs.

Kaldı 20 yıl,

Bu da şu demek ben en fazla 20 defa daha Bodrum’a gidebileceğim, hayattan zevk alabileceğim, eğlenebileceğim, yiyip içebileceğim.

Hayatın ne kadar kısa olduğunu şimdi bu formüle dayanarak kendi üzerinizde lütfen deneyin. Bakın bakalım ne çıkıyor sonuç. Sonrada kırdığınız kalpler, küstüğünüz insanlar, haksızlık yaptığınız kişiler varsa lütfen bunları düzeltmek için bir an önce çalışmalara başlayın. Yoksa son 10 yılınızı pişmanlık içerisinde geçirebilirsiniz.

Bana gelince benim toplam 12 yazım kaldı.  :)

Şimdiden hepinize kolay gelsin.

Oktay ERDEM