Etiket arşivi: fedai çakır

İÇİMDE HİPPİ OLMA İSTEĞİ

images

Liseyi bitirip de büyük iş adamı olma hayali ile Cağaloğlun’da ofis açıp matbaa işleri yaptığım dönemlerdi.

Şimdilerde olduğu gibi matbaalar komplike değiller.  Baskı makinesi var ama kalıpçısı farklı yerde, film çekimi yapan başka yerde, grafik desen bambaşka yerde. Yani anlayacağınız bir broşür bastıracaksanız kapı kapı dolaşıyorsunuz oldukça zahmetli meşe katli bir iş yani.

Benim de çalıştığım matbaa (sadece baskı makinesi olan yer)  Sultanahmet’ten aşağıya yürüyorsun Cankurtaran semtinde, bu matbaanın kalıpçısı da Baba-ı ali yokuşunda (İstanbul’u bilenler için söyleyelim İstanbul valiliğine yakın).

Öyle 70×100 ebadında baskı yapacak makinesi olan da sayılı, benim çalıştığım yer Allah’tan diyorum 50×70 baskı yapıyor. Matbaa kendi basacağı işin kalıbını gelip kalıpçıdan almıyor iş senin ya sen gidip takip edip alacaksın o kalıpları matbaaya teslim edeceksin. Neyse konuya gelelim.

İşte ben sık sık bu kalıpçıdan kalıpları alıp o uzun meşakkatli yolu elimde 50×70 ebadında kurşun kalıpları taşıyarak Sultanahmet meydanından aşağıya yürüyordum. Benim için en güzel tarafı meğer her insana nasip olmayacak “Hippi” denilen o güzel insanların arasından geçmekmiş meğer.

Onlar kızlı erkekli Sultanahmet meydanının etrafını çeviren parlarda gece gündüz demeden yatıyorlar, eğleniyorlardı.  Bazen gece çalışmak zorunda kaldığım da onların neşeli hayatlarına daha çok şahitlik ediyordum.

Türk basının da o zamanların masa başı haberciliği dediğimiz  haberler çıkıyor, komik haberlerin yanında bu insanları kötüleyen bir çok haberlere de yer veriliyordu.

Kurşun kalıpların ağırlığından sık sık durup dinlendiğim de yorgunluğumu onları seyrederek giderirdim. O zamanlar bilememiş onların yaşama bakışında ki güzelliği.

Şimdiler ise içimde HİPPİ olma isteği.

Hippi: “yaşam tarzı, aslında bugünkü mutlak retçiliğin temellerini atan bir oluşumdur. Dünyanın, üzerindeki tüm bitki, hayvan ve insanlara ait olduğunu kabul eden apolitik bir görüştür. Kendilerine asla sınır koymayan, var olan tüm yetkilileri reddeden, komün hayatını savunan özgürlükçü bir harekettir.” (1)

Fedai Çakır

20 Mayıs 2016, İstanbul

 

1- https://tr.wikipedia.org/wiki/Hippi

 

 

 

Sokak Köpekleri Bal ile Betty Filmi 27 Mayıs’da sinemalarda

Sokak Köpekleri Bal ile Betty 27 mayıs tarihinde bütün Türkiyede vizyon da
Sokak Köpekleri Bal ile Betty 27 mayıs tarihinde bütün Türkiyede vizyon da

Sokak Köpekleri Bal ile Betty Çocuk filmi 27 Mayıs 2016 tarihinde bütün Türkiye’de sinemalarda vizyona girecegi açıklandı. Film için okullara indirimli bilet imkanı özel olarak sağlanıyor. Bunun dışın da film’in köpeklerini ve oyuncularınıda okulunuza davet edebiliyorsunuz.

OKULLARDAN TOPLU GÖSTERİM VE İNDİRİMLİ BİLET

Okulların toplu gösterime gitmek ve özel indirim talep etmeleri için aşağıda ki telefonlardan arkadaşlara ulaşabilirler.


Dr. Haydar Dulkadiroğu: 0542 310 61 34
Doğuşhan Çakır: 0532 573 41 28
Koordinasyon / Watsapp: 0538 453 98 68

İHTİYAÇ SAHİBİ 100 ÇOCUĞU SEN SİNEMAYA GÖTÜR

oKULLARDAN TOPLU SİNEMAYA GÖTÜRME

Bize ulaşmak için:

Dr. Haydar Dulkadiroğu: 0542 310 61 34
Doğuşhan Çakır: 0532 573 41 28
Koordinasyon / Watsapp: 0538 453 98 68

Sokak Köpekleri Bal ile Betty Fragman

Sokak Köpekleri Bal ile Betty Çocuk Filmi Afiş

Sokak Köpekleri Bal ile Betty Afiş
Sokak Köpekleri Bal ile Betty Afiş
Sokak Köpekleri Bal ile Betty Afiş
Sokak Köpekleri Bal ile Betty Afiş

YAŞLI DEMEK ELDEN AYAKTAN DÜŞMÜŞ DEMEK DEĞİL

Fotoğrah temsili olarak internet ortamından alınmıştır.
Fotoğrah temsili olarak internet ortamından alınmıştır.

Toplu taşıma aracına binenler bilir araçlarda sık sık olmasa da ara ara bazı anonslar yapılır. “İnenlere yol verin” “Yaşlı ve hamile kadınlara öncelikli yer verilmesi” gibi.

Bu anonslara eklemek mi gerekir acaba yaşlı demek “Elden ayaktan düşmüş, hareket edemeyen demek değildir” diye.

Çocukların yetişmesinde annenin tavır ve davranışları çok önemli. Son yıllarda toplu taşıma araçlarında gözlemlediğim konulardan biri. Kadınların kendilerine oturacak yer edinmesi ve yanında ki çocuğuna yer edinmesi durumunda büyük erkek yada kadın gelmiş olsa da çocuğuna “kalk yavrum büyüğün otursun” kelimelerini kullanmadıklarını üzülerek görüyorum.

Mecidiyeköy’den  bindiğim otobüste 50’li yaşlarda ve 50’li yaşların üstünde bir çok kadın ve erkek ayakta seyahat ederken, 15 – 30 yaş arası bir çok genç oturmaktaydı.

Ben annem ve babamın yanında asla otobüste oturamazdım, illa yaşı büyük insanlar olurdu otobüste, hem o zamanlar bu kadar lüks, rahat edebileceğin toplu taşıma araçları da yoktu. Ben oturmaya kalksam başta annem sonra babam bana kesinlikle kızarlardı.

Peki ne odluda gençlik bu kadar duyarsız, umursamaz ve görmezden gelen tavırlar içinde.

Bir arkadaşım anlatıyor. “En arka koltuk da bir kadın yanında çocuğu ile oturuyor. Başka kadın oturacak bulamıyor ve ayakta insanlar olduğu için kadına yaklaşıyor  diyor ki; “çocuğu kucağınıza aslanızda otursam” diğer kadından cevap “ama burası iki kişilik”.

Günümüz gençlerimizin bu halde olması biz yetişkinlerin marifeti olduğunu düşünüyorum. Sadece toplu araçlarda değil ki her konuda gençlerimizi yetiştirirken eksiklerimiz es geçtiğimiz yönlerimiz var. Bizler çocuk yetiştirmeyi;

  • Çocuğunun karnının doyması
  • Cep telefonunun faturasını ödemek yada kontür almak,
  • Cebine harçlık koymak,
  • Yarış atı gibi sınavlara girmesi için gerekli eğitim denen eğitimsiz düzene adapte etmek gibi algılamışız.

Ahlak nedir?, Örf ve Adet nedir? ve Saygı nedir? bilmeyen bir gençliğin varlığı “Türk Varlığına” armağan olsun.

Toplu taşıma araçlarında sürekli konuşup, bütün araç içinde olanların o konuşanın dertlerini yada geyik muhabbetini dinlemek zorunda kalmasına ne demeli. Bir anons da bu görgüsüz, kural bilmeyenler  için de yapılmalı.

Toplu taşıma araçlarında mecburi, acil bir durum olmadığı zamanlar telefonla konuşmak araçtaki insanlara saygısızlıktır” diye.

Saygıyı uzakta arama, saygı önce aile içinde başlar sonra toplumun diğer katmanlarında devam eder.

Sevgi ve saygı ile kalın.

Fedai Çakır

29 Nisan 2016, İstanbul

HER ŞEYİ ABARTMAYA MEYİLLİYİZ

Bafra sokaklarından kutu içinde dünyalar güzeli bir can

Malum siyaset, futbol deyince toplum olarak abartılı bir taraftarlık, siyasi görüş belirtmeler, en çok da ben bilirim havası toplumun her kesimine yaygın şekilde hakim olduğunu herkes ufak bir gözlemleme ile anlar.

Neden ise düşüncelerimizin sahibi biz olacağımıza sanki düşünceler bizim sahibimiz gibidir. Futbolda takım tutmanın fanatikliği belli oranda anlamaktayım Çocuklukta gelişir Galatasaraylı olmak (Galatasaraylı olduğumdan direk bu takımı telaffuz etmemde yazının bire bir anlamak istediğini işaret ediyor). Fakat siyaset öylemi çoğu zaman gençlik yıllarında yada daha sonrasında bizlerin düşüncelerinde hasıl olur ve benimsediğimiz görüşü savunuruz. Lakin ne olursa olsun siyasette yanlış olan görüş ister kendimize yakın olan görüşte olsun yada başka görüşte olsun insanlar yanlışa karşı ortak duruş sergileyeceğine tam tersine siyasi görüşüm emretti diye o görüşün yanında savunmaya geçmektedir. Fanatizm gibi siyaset yapılmaktadır.

Bilenler bilir ben uzun zamandır siyaset yazılarını yazmayı bıraktım, bu yazımda bir siyasi yazı değil anlatmak istediğim işte bu takım tutma ruhu ve siyasi parti tutma ruhunun ayrımcı yapısı hayvan severler tarafında da oluşmuş durumdadır.  Hiçbir konuyu sağ duyu, akıl ve vicdanla bakmadığımız gibi bu konuda da bir taraftan bakmaya devam ediyor adete hayvan sevme konusunda da bir eksi artı oluşmuş nötr ortak buluşma noktası oluşmamış maalesef.

Bunun en güzel örneğini siyasi ve futbol örneklerinin sergilendiği sosyal medyada görmek mümkün.  Nasıl A partinin paylaşımına B partidekiler küfür hakaret ve acımasızca eleştiriler de bulunuyorsa, nasıl bir futbol takımın taraftarı diğer futbol taraftarını acımazsıca eleştirip, hakarete varan yazılarla söylemlerle karşılık veriyorsa hayvan severler arasıda da bu durum böyle olmuş.

Bir evcil hayvan grubunda bir paylaşımda bulunuyorum. Kutu içerinde tavukçunun önünde uyumuş bir köpeğin fotoğrafı. Not yazıyorum paylaşımda “Kutu kutu pense bu bi güzel yense.. Bafra sokaklarından tavukçunun önü. Tavukçunun bakımı ve himayesinde.Tek gözle de beni seyrediyor.” diye

13043343_1754992521411302_5799013873204077152_n

Bir yorum geliyor altına şu şekilde yazıyor. “Yapıyorsun bi iyilik hakkini ver bari. Çok mu? zor güzel bi yuva hazırlamak. Yinede Allah razı olsun.”

Bu güzel köpeğe yuva hazırlamak elbette zor değil lakin köpek tavukçuyu ve orada ki esnafı zaten kendine yuva bellemiş oradan yıllarca ayrılmıyor. Kaldı ki köpeğin doğasında bir yeri mekan bellemek ve orayı koruyup kollamak var.

Yukarıda ki yorumu yazan arkadaş aslında yorumda bana göre gereksiz ama yinede acımasız olmayan bir yorum yazmış. Bir çok kişi sadece kişisel duygu yüküyle acımasız yorumlar da bulunabiliyor. Bunun da nedeni bana göre sosyal medyada çok fazla hayvanlara şiddet videolarının yer alması. İnsanlar sokakların hayvanlar için tamamen güvenilir olmadığı yönde düşünüyor. Halbuki bütün insanlar esnaflar kötü değil ve sokaklarda bu canlarla yaşayan, onlara bakan güzel insanlar var.

Kişisel olarak sokak hayvanları konunda;

  • Kısırlaştırmaya karşı değilim, aşırı üremenin daha çok telef olan sokak hayvanlarına yol açaçagını düşünüyorum. Tabi ki bu üremenin tamamen olmasın soyları tükensin anlamında anlaşılmasın.
  • Barınaklara da karşı değilim, ama bu barınakların hepinsin düzgün olduğu her barınakta düzgün işler yapıldığı anlamına gelmiyor. Barınakların iyileştirilmesi, mümkünse gönüllülerle ortak işletilmesi,sadece rehabilitasyon ve tedavi amaçlı olması bir hayvan hapishanesi olmamsının sağlanmasının gerektiğine inanıyorum.
  • Hayvanların sahiplendirilmesine karşı değilim, aslında özellikle köpeklerin serbest alanlarda istedikleri gibi özgürce yaşamsı taraftarıyım. Bir apartman dairesin de hapis olmuş köpekler yerine sokaklarda temiz sağlıklı koşullarda yaşam hakkı verilmiş, toplum tarafından kabul görmüş hayvan sevgisi ile ortak yaşamamız gerektiğinden yanayım. Var olan koşullarda elbette sahiplenip sokaklarda şiddet yada ölümlerle karşı karşıya kalmamsı için apartmanlara bile razıyım.

 

“Bir film çektim ve sloganımız şu olmuştu. “Sokak hayvanlarını sevmeyebilir siniz ama onlara yaşam hakkı  vermelisiniz.”

 

Sokaklarda hayvanların insanlar ile yaşayabilmesi, özgürce sağlıklı ve beslenme imkanlarını sağlanması için önce birbirimizi sevmekle, sonra hayvanları ve bütün canlıları sevmekle olacaktır. Ama öncesin de birbirimize hoş görü, saygı ve eleştirmeden de anlamaya çalışmakla olacaktır.

 

Fikirlerinize katılmıyor olabilirim, sizde bana katılmıyor olabilirsiniz ama en az sizin kadar sokak hayvanlarını seviyor ve onlara yaşam hakkı verilmesi için mücadele ediyorum.

 

Son söz Goethe’den gelsin; “Bir semtin sokak hayvanları, sizden kaçmıyorsa orada yaşayın. Çünkü komşularınız güzel insanlardır.”

 

 

Fedai Çakır

18 Nisan 2014, İstanbul

 

 

GÜLMEKTEN BAŞKA ŞEY SEYRETMİYORUZ

sokak kopekleri bal ile betty

Ağustos ayında çekimlerini tamamladığım “Sokak Köpekleri Bal ile Betty” filminin mayıs ayının son haftasın da vizyona gireceğini sizlere müjdelemek isterim. Film için daha geniş bilgi almak ister iseniz internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. http://sokakkopekleribalilebetty.com

Çalışmanın emeğin sonucuna inanan ben, film’in jeneriğini hazırlarken fark ettim ki Film’e çok insanın eli değmişti. Ve bu insanların hiç biri menfaat gözetmeden bu işi yapmıştı ki bu çok öneli bir konu. Menfaat kayırmadan bu kadar çok insanın bir araya gelmesi artık Türkiye’mizde hemen hemen imkansız gibi bir şey.  Eskilerin imece usulü dedikleri bu olayı biz çocuklar ve hayvanların etrafında toplanarak bu filmde yapmışız.

Ben bir çocuk filmi çektim, Türkiye’de bir ilki de yaptım film de başrollerde hayvanlar ve çocuklar var. Yetişkinler aslında yardımcı rollerdeler. Peki seyredilir mi? Bekleyip göreceğiz. Tabi bekleyeceğiz derken biz film çekimi sırasında yaptığımız gibi bu aşamada da imece usulü çalışmaya devam edeceğiz. Özellikle ana sınıfları ve ilk öğretim sınıflarının bu filme toplu gösterime gitmeleri için çalışacağız. Toplu gösterimlere giden okullara köpeklerimizle ziyarete gideceğiz. Tabi bizi kabul ederlerse. Hayvan sevgisini, arkadaşlık, dostluk, paylaşma ve aile olma sevgisini ülkenin her yerine taşıyacağız. Yada taşımaya çalışacağız.  Bu imece’nin içerinse sizleri de bekliyoruz. Hadi bir EL de siz atın filmimize.

Bizim filmimiz konusunun değişikliği, Türkiye’de bir ilk olması ve kimsenin ticari kaygılarla çocuk sineması yapmamsı gibi nedenlerden dolayı vizyona girme şansı yakaladı. Lakin bir çok güzel iş ya vizyona girme şansı yakalamıyor yada gişede batıp gidiyor.

İşin içine girince şahitlikleriniz artıyor. Benim de öyle oldu. Bol bol seviyeli seviyesiz komedi filmleri çekilme furyasında olan bir Türk sineması var. Sinema sektörünün içinde olan kişiler sinema izleyicisinin KOMEDİ dışında hiçbir şey izlenmiyor sanıyor. Bu nedenle herkes bir komedi filmidir tutturmuş gidiyor.

Bir dönemler salonlar kapanmış, sinema ülkemizde bitme noktasına kadar gelmişti. Bu noktanın öncesinde de seviyesiz seks komedileri almış başını gidiyordu. Önce izlendiler sonrasında ise var olan kaliteli sinema izleyicisini de küstürdüler.

Sinemadan vazgeçmeyecek bir izleyicinin olduğunu kabul etmek gerek, lakin bu izleyicisi de şu an küsme noktasındalar. İstedikleri kalitede olan filmler salonlarda yer bulamıyor bulanlar ise birkaç gün içinde gösterimden kalkıyor.

Tamam gülelim gülmesinde sonrasın da sinema izleyicisini bu kalite yoksunu filmlerle küstürüp kendi acınası halimize gülmeyelim.

Kabule etmek lazım çok kaliteli komedi filmleri de var ama sırf izleniyor diye kalite yoksunu komedi filmi çekimleri hayli çogaldı.

Sanmayın ki izleyici “Gülmekten başka şey seyretmiyor.”

 

Fedai Çakır

11 Nisan 2016, İstanbul

balilebetty

 

KUMRULARA SORDUM

Sigircik-Dansi-11-750x350Şu an oturduğum eve büyük Marmara depreminden sonra taşınmıştım. Depremden sonra yapılan evlerin daha sağlam olduğunu hepimizin öğrendiği yeni bilginin verdiği bir taşınmaydı bu.

Evin başlıca özelliklerinden biri yeni yapılmış olması ve ilk kiracısı benim olmam. Bunun dışında arka tarafı Kuzeye bakmasıdır.  Kışın Kuzeyden esen rüzgarlar evin ısınma sistemini yetersiz bırakabilir ev soğuk olur diye o tarafın pencerelerine pervazlar yaptırmışlar. İplerinden çekince tüm pencere bir anda kapanıyor  ve evin içi bırakın soğuk almayı ışık bile almıyor.

Gel zaman git zaman derken Kuzeye bakan yatak odamın davetsiz misafirleri oluşmaya başladı. Uzun gagalı, siyah tüylü, çok ses çıkaran emin olamamakla beraber gökyüzünde dans eden sığırcık türü kuşlardı bunlar. Ben bu kuşlara Eyüp Sultan’da akşam gün batımında gökyüzünde yaptıkları danslardan bilirim.

Penceremin pervazına yuva yapan bu kuşların yuvalarını pervazın iç mekanizmasına yaptıklarından o günden sonra yuvaları bozulmasın diye o pervazlar bir daha aşağı yukarı çekilmediler. Bir kısmı açık bir kısmı kapalı yarım yamalak hala durmaktadırlar.

Baharın gelişinin müjdelendiği günlerde bu misafirlerim her yıl artarak, penceremi ziyaret etmeye başladılar. Günün aydınlanmaya başladığı saatlerde yatak odamda onların şakırdamasıyla güne erken başlıyorum. Kuşları elbette tek takip eden ben değilim. 10 yıldır hayat arkadaşım, kedim Chanel’de sabahın ilk ışıklarında onları izliyor. Tabi izleme şartlarımız ayrı. O içinde ki avcılık güdüsü ile izlerken ben sevgi ile onların üreyip doğaya geri dönmelerini takip ediyorum.

Sığırcık kuşlarının yatak odamın penceresini işgal etmelerinden birkaç yıl sonra bir sabah yine Kuzeye bakan mutfak penceremin iki güzel misafirinin olduğunu fark ettim. Bunlar bir çift Kumru kuşuydu.

Sığırcık kuşlarının cazgır çığırtkan, hızlı, ürkek öfkeli yapılarına karşım bu iki Kumru son derece nazik, soylu, asil ve sessiz yapıya sahipti. Sesini günde birkaç kez eşini çağırırken duyabiliyordum. Oda muhteşem bir beste tadındaydı.

Mutfağı sık sık kullanma ihtiyacımdan dolayı cama ister istemez çok yaklaşmak zorunda kalıyor ama asla onlar oradayken pencereyi açmıyordum. Her cama yaklaştığımda yumurtasının üstünde yatan çiftlerden biri ile göz göze geliyor, sevgi ile birbirimize bakıyorduk. İşte ilk sene beraberce yavruyu büyütüp penceremden uçma zevkini yaşamıştım.

Sonra yıl kışa ve tekrar bahara döndüğünde yine aynı çiftin pencereme geldiğine şahit olmuştum. Gözlerinden onları tanıdığımı söylesem abartmış olmam. O sene iki yumurta yapmışlardı ama üzücü bir şekilde bir zaman sonra yumurtalardan birinden yavrunun ölü çıktığını gördüm diğerini de terk mi? etmişlerdi anlayamadım. Çok üzülmüştüm kafamda bin bir düşünceler dolaşıyordu. Onları yakından tanımak istemiştim.

Tanıdıkça ne muhteşem kuşlar olduğunu anladım, onlar aşk’ı, sevgiyi, aile olmayı temsil eden bir türdü.

Yaptığım araştırmalarda kumruların tek eşli olmalarına, bırakın tek eşliği eşi ölenin bir daha başka eşe sahip olmadığına, yuvalarını her zaman aynı yerde yapıp çocuk kumruları hep güven duydukları o olanda yetiştirdiklerini öğrendikçe şaşkınlığımı gizleyemedim.

Kumrular aşk’ın sevginin, aile olmanın temsili idi benim için.

Yine kışa dönüp, baharın gelmesiyle önce sığırcıklar pencereme gelmişlerdi, sonra ise iki kumrum. O bahar bir yavru büyüttük mutfağımın penceresinde göz göze gelerek. Sonra onların bir yılı daha yaşamak için uzaklaşmalarını seyrettim.

kumru

Bir haftadır sığırcıklarım daha gürültülü ve kalabalık olarak yatak odamın penceresinde sabahları bizi uyandırıyorlar, bu gün ise gagasında birkaç dal parçası ile mutfağımın penceresindeydi kumrularım.

Bu sende de ayrılmamış benim Kumrucuklarım….

Birde aman diyeyim Kumruları vurmayın, onlar eşlerine bağlıdırlar unutmayın. Etini yememek daha iyidir. Bir lokma et için, eşinin ömür boyu mutsuz olmasına sebep olmuş olursunuz.

Not: Çok hoş bir Kumrular üzerine bir yazı da paylaşmak isterim. ESAT SÖNMEZ yazmış kendisini tanımam ama oda benim gibi Kurularla yaşamış. http://blog.milliyet.com.tr/bu-bir-kumru-oykusudur/Blog/?BlogNo=65293

Fedai Çakır

3 Nisan 2016, İstanbul

Zeki Müren’den birde şarkı dinleyelim.

Çocuk Edebiyatının Yeni Ustası Fedai Çakır

Yazar - Yönetmen Fedai Çakır

Sokak Köpekleri Bal ile Betty Sinema filmi ile Türkiye’de bir ilke imza atan ve Yazdığı çocuk kitaplarıyla dikkatleri toplayan Fedai Çakır, Türk ve dünya edebiyatı alanında yayınlar yapan Kavis Kitap’ın, Som Kitap’ın ve Kavis Çocuk’un kurucusu.  Fedai Çakır, çeşitli radyolarda ve TV kanallarında da program yapımcısı ve yönetmen olarak çalıştı.

Gazeteci, yazar, program yapımcısı, yönetmen Fedai Çakır’la hayatı ve kitabı konuştuk…

  1. 1.Öncelikle kendi ağzınızdan sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?

Daha ortaokul sıralarında marketler zinciri hayaliyle büyüdüm, liseyi bitirir bitirmez ticarete atıldım.

1985’te “Türkiye’nin bebe gazetecisi” unvanıyla Toplum gazetesini bir buçuk yıl boyunca çıkarmayı başardım.

Bu dönemle ilgili hayatımda iz bırakan anılardan biri; dönemin başbakanı Turgut Özal bana randevu verdi, ama gazetem tam o sırada kapandığı için bu randevuya gidemedim…

1993 yılından itibaren çeşitli sektörel dergiler yayımladım. 2000’den itibaren de edebiyat çalışmalarına yöneldim.

Çeşitli radyo ve televizyona program yaptım.

Birçok televizyon programında sunuculuk ve yönetmenlik yaptım.  Kısa ve uzun metrajlı filmler çektim.

Birçok sivil toplum kuruluşunda gönüllü olarak çalışmalarım devam etmektedir.

Türk ve dünya edebiyatı alanında yayınlar yapan Kavis Kitap, Som Kitap ve Kavis Çocuk’un kurucusuyum. Her butik yayın evinin başına gelen benimde başıma geldi daha fazla devam ettiremedim. Fakat yayıncılık içimde bir yerde hep var her an yeniden bulaşabilirm.

Bir erkek çocuk ve bir de kedi babasıyım. İki de torum köpeklerim var Bal ile Betty

  1. Çocuk edebiyatına ilginiz nasıl başladı? Neden bu alanda yazmak istediniz?

İlk yazma maceram “Ham Elma” adında iç dökmelerimi, ergenlik yaşımı ve arkadaşlarımı anlatan bir çalışmaydı.

Acemice olan bu çalışmam hiçbir zaman basılma imkânı bulamadı.

Oğlum Doğuşhan’la aramızda müthiş bir bağ vardır.

Onu uyutmak için yanına uzandığımda ona masallar anlatırdım ve bu masallar kendi yazdığım masallar olurdu.

Hayal dünyamın geniş olduğunu o zamanlar keşfettim. Doğuşhan’ın tepkilerini gözlemleyerek yazdığım masallardan üç tanesini kaleme aldım.

Çocuk edebiyatıyla tanışmam bu şekilde oldu.  2000’li yıllarda yazılan bu kitaplarım yayınevimizin yayın kurulunun iki tanesini kabul edip birini ret etmesiyle basılma imkânı buldu.

Çocuklara olan sevgim beni bu alanda yazmaya itti.

  1. Çocuk kitaplarını yazarken kendi hayatınızdan, çocukluğunuzdan ilham alır mısınız? Nelerden beslenirsiniz?

İstanbul’da doğup büyüyen, aslen Karadeniz kökenli işçi bir ailenin çocuğuyum. Yazarların kendi hayatlarından ilham almaları, çevrelerini gözlemleyerek yazmalarından daha doğal bir şey düşünemiyorum. Yaşamımdan çocukluğumdan ilham aldım. Yazarken dikkat ettiğim tek konu, yazılarımın bir bölgenin çocuklarına değil tüm dünya çocuklarına hitap etmesi… Kitaplarımda doğa ve hayvan sevgisi, tamamen yaşadığım çocukluğumun etkisiyle oluşmuştur.

  1. Kara Yele ve Kütburun ile Kocakarın kitaplarınızın ikisi de hayvan hikâyelerinden besleniyor. Hayvanları seçmenizin özel bir anlamı var mı? Bu yolla çocuklara daha kolay mesaj verildiğini düşünüyor musunuz?

Çıkarsız, karşılıksız size sevgisini sunan tek tür hayvanlar. Çocukluğumda Misket isminde dişi bir kedimiz vardı. Onun her sene düzinelerce yavrusu olurdu; onların büyüyüp hayata atılmasını izleyerek büyüdüm. İstanbul’da yaşayan Karadeniz kökenli aile, genellikle yazları köylerine giderler. Bazıları bizim gibi fındık toplar bazıları ise çay… Ortak noktamız müthiş bir doğa ve hayvanların bol olduğu bir ortama gidiyor olmamız… Çocukken okulların kapanıp da köye gideceğim zamanı büyük bir sabırsızlıkla beklerdim.

Amcamın çok güzel bir atı vardı. O atla 12-13 yaşlarında bahçeden fındık taşımayı öğrenmiştim.

karayele.indd

O patika yollarda atla eve giderek yükü indirip tekrar bahçeye dönerken atla ilgili hayal dünyamda oyunlar kurardım. Sanırım Kara Yele kitabımın yazılmasında o atın payı büyük olmalı.

İstanbul’dan köye gittiğimiz bir yaz, annem ve babamdan önce elimdeki yüklerle eve ulaşmıştım.  Köylerde araba yolu yok tabii o dönemlerde. Patika yoldan dağın tepesinde olan evimize yürüyoruz. Düşünün, ben o zor yolu heyecan ve sabırsızlıkla hızlı hızlı alıp eve ulaştım. Anahtarı almadığımı fark ettiğim anda karşımda bir köpek belirdi. Üzerinde siyah benekleri olan beyaz kocaman bir köpek… Korkudan ayaklarımın bağı çözüldü. Kıpırdayamıyordum. Karşıma yattı, saatlerce bizimkiler gelene kadar bekledi. Sonradan Alaca ismini verdiğim bu köpekle o yazımız beraber geçti. Her gün dağlarda, bahçelerde, derelerde hep yanımdaydı. O gün, benim tek olduğumu anlayıp dağ başında başıma bir şey gelmesin diye beni beklediğini düşünmüştüm. Kütburun ile Kocakarın’daki köpek aslında o köpeği tasvir etmektedir.

Kitaplarımda çocuklara mesaj vermeye çalışmıyorum aslında. Kitaplarımı yazarken ve imza günlerimde çocuklarla çocuk oluyorum. İçimdeki çocuk hiç yok olmuyor. Bir çocuğu en iyi başka bir çocuğun anlayacağını düşünüyorum. Doğa ve hayvanlar da çocukların dünyasına inmenin en güzel yolu.

  1. Kitaplarınızda temel olarak çocuklara neyi anlatmayı hedeflersiniz? Ne tür mesajlar vermeyi amaç ediniyorsunuz?

Çocuklar için yazdığım yayımlanan ve yayımlanmayı bekleyen kitaplarımda hayvan sevgisi, doğa sevgisi, dostluk ve arkadaşlık ön planda. Büyük şehirde yaşayan çocukların doğa sevgisini bilmediklerini üzülerek gözlemlemekteyim. Hayvan sevgisine gelince, daha da vahim. Hayvanların dünyasını evdeki kedi, köpek ya da belgesellerde izlediklerinden ibaret sanıyorlar.  Sokakta gördüğü hayvanlara kötü davranan yetişkinlerle hayvanlardan kaçan, korkan çocuklarla dolu şehirler…

Kitaplarımda hayvanların ne muhteşem yaratıklar olduğunu, çocukların sol yanlarında hissetmelerini istiyorum. Doğanın hepimize lazım olduğunu, yaşam alanlarını kirletmeden, neden niçin lazım olduğunu da hissettirmek önemli. Bir de bu yaşam alanının hayvanlar ve insanların ortak yaşam alanı olduğunu, herkesin yaşam hakkına saygıyı hissettirmek, diyebilirim.

  1. Çocuk kitaplarınızı kaleme alırken özellikle uzak durduğunuz, dikkat ettiğiniz noktalar neler?

Ben yazarken içimden geldiği gibi yazıyorum. Çocuk ruhumu kaybetmedim dedim ya, bu nedenle o saflık zaten yazılarımda oluyor. Bunun dışında özellikle tüm dünya çocuklarına hitap etsin istiyorum. Çocuklara direkt mesaj vermek değil, okuyarak kitabın içinden kendi mesajını kendisinin bulmasını sağlayacak şekilde yazmaya çalışıyorum. Kötü anne baba, yetişkin insanlar tasvir etmemeye çalışıyorum. Herkesin iyi olduğunu düşünmek istiyorum. Sırada yayınlanacak olan kitaplarımda, insanların doğaya verdiği zararları üzülerek yazmak zorunda kaldım.

Temeli çocukça yazabilmek sanırım.

  1. Kitaplarınızdaki renkli görseller de dikkat çekiyor. Kitap sayfalarının renkliliği, güzel, farklı görsellerle süslenmesi kitapların okunmasında sizce önem taşıyor mu?

Çok çok önemli. Kar Yele ve Kütburun ile Kocakarın’ı Kanadalı ressam Alanna Marohnic resimledi. Bu iki kitap, Alanna’nın bu alandaki ilk çizimleri oldu. Başka da yapmama kararı aldı. Bu kararı alırkenki düşüncesi de, her resmin bir sanat olarak çizilmesiydi. Alana’nın çizimleri, doğruyu söylemek gerekirse metinlerin önüne geçti, diyebilirim.

Çizimler ne kadar renkli ve çocukların iç dünyasına hitap ederse çocuk kitabı tekrar tekrar okur. O resimlere bakarak annesine babasına hikâyeyi hayal dünyasından kendinden bir şeyler katarak anlatır. Bu da çocuğun gelişimine önemli katkılar sağlar diye düşünüyorum. Bu anlamda Kara Yele ve Kütburun ile Kocakarın kitaplarının çocuk gelişiminde resimleri ve metinleriyle katkısının olacağını düşünmekteyim.

  1. İki kitabın devamı gelecek mi? Yeni projeleriniz neler?

Bu tarzda yazdığım toplam 8 kitap var. Önümüzdeki günlerde “Cüce Cin” serisi çıkacak. Şu an resimlemeleri yapılan bu kitapların en kısa zamanda çocuklarla buluşmasını hedefliyorum.

Çocuklara ve kedi seven yetişkinlere de bir müjdem var: Beş yıldır evimizin çocuğu olan kedimiz Chanell’in öyküsünü yazsım. Bu kitap, öykü türünde ilk çalışmam olacak. Bu konuda bana öykünün iki usta kalemi, Feridun Andaç ve Mustafa Balel destek verdiler. Kedileri çok seviyoruz ve anlattığım öyküyle çocukların da çok seveceğine inanıyoruz.

Beş yıldır üzerinde çalıştığım ve ilk bölümünü bitirdiğim yakın tarihimizden bir milletvekilinin hayatını yazmaktayım. Bu konuda da bana Öner Ciravoğlu ve Hıfzı Topuz destek verdiler. Bu tarihi kitabın da ilgi çekeceğini düşünmekteyim.

Tebi ki yeni senoryolar yazıyorum ve yeni sinema filmleri çekeceğim.

  1. Türkiye’de çocuk edebiyatı son yıllarda gelişmeye başladı. Sizce daha iyi olması için neler yapılmalı?

Çocuk edebiyatı satış rakamlarına bakıldığında yetişkin edebiyatında çıkan kitapların çok çok önündeler. Kalite olarak çok kaliteli çocuk edebiyatı yayını yapan yayınevleri var. Bunun yanında ciroları çok yüksek fabrikasyon çalışan; çıkardığı kitapların metinleriyle, resimleriyle kaliteyi yakalayamayan yayınevleri de çok var. Çok kitap çıkarmaktan ziyade nitelikli kitapların çıkarılmasına çaba göstermeliyiz.

Çocuk kitaplarının tüm dünyada olduğu gibi ilk pazarı okullar. Okul yönetimlerinin yazar ve yayınevlerini okullardan uzaklaştırmak için çabalarını üzülerek görmekteyim.  Okul müdürleri bir etkinlik yapmaya korkuyor. Hakkında soruşturma açılacak diye korkuyor. Bunun temelinde öğretmenlerimizin de yeterince kitap okumamaları gelmekte. Kitabın içeriği ve yazar hakkında bilgileri yok. Bilgisi olmadığı konuyla ilgili etkinlik de yapmaya korkuyorlar.

Ülkemizde iyi çocuk kitapları çizebilen ressam, illüstratör az. Bu konuda üniversitelerin içinde çocuk kitapları resimleme için ayrı dersler yapılmalı. Bu derslere çocuk edebiyatı yazarları, editörler de dahil edilip çocuk kitaplarının nasıl çizilmesi gerektiği ressam adaylarına anlatılmalı.

Yapılacak çok şey var ama şu an aklıma bunlar geliyor. Bir de resimlemelerde çocukların da fikirleri alınmalı.

  1. Anne babalara çocuklarına kitap okutmaları için neler tavsiye edersiniz?

İmzaya gittiğim yerlerde ailelerin bana çok sık sorduğu sorulardan biri bu soru. Klasik bazı cevaplar var, bu cevaplara katılmıyor değilim. Mesela teşvik edin ama zorlamayın gibi klasik cevaplar var. Bu cevaplarda aslında akademik insanların söyledikleri son derece doğru tespitler. Buna rağmen ülkemizdeki eğitim sistemi içinde çocukları kitap okumaya teşvik etmenin çok güç olduğunu düşünüyorum.

Kaba bir tarif, kullanmaktan hiç haz almadığım “yarış atı gibi” sınavlara hazırlanan bir çocuğu kitap okumaya nasıl teşvik edebilirsiniz ki?  Bence aileler; gelecek için, okumayı seven, hayattan zevk alan çocuklar yetiştirmek istiyorlarsa eğitim konusunda daha az baskıcı olmalı, çocuğun kendi kararlarını almasına yardımcı olmalı, oyun için zaman ayırmalılar.

Bunları yaparsanız çocuğunuzun kitap okuması için yapmanız gereken tek şey, elinden tutup kitapçıları gezdirmektir. Kitapçıları, sahafları gezdirin. Bırakın kitap almayacaksa almasın, ama siz kitap önermeyin. Kendisi kitaplara dokunsun, tezgâhtarla sohbet etsin. İşte o çocuk, bir sonraki gezinizde kitap alacak ve okumaya başlayacaktır.

  1. Son olarak neler eklemek istersiniz?  

Kara Yele kitabım tiyatronun usta oyun yazarları Demet Çizmeci tarafından çocuk oyununa uyarlandı. Sahnelerde görmek isterim.

Bana çocuklar ve çocukları sevenlerle sayfalarınız aracılığıyla buluşma imkânı verdiğiniz için çok teşekkür ederim.

Çocukları çok seviyorum.

balilebetty

ÇİŞ ÖNEMLİDİR

cis

Ünlü mega starımızın “çişim geldi” sözleri ile bu yazıya başlamak en iyi seçimdir diye düşünüyorum. Tarkan’ın dediği gibi çiş geldi mi beklemek mümkün değildir, çiş önemlidir vücuttan atılmalıdır. Hele birde erkek iseniz çişinizi tutmak ileride ciddi sağlık problemine de açabilir. Prostat kanseri olmanız mümkün olur.

Nerelere işemedim ki, araç kapısını kendime siper edip otoyol kenarlarına, parklarda ağaç diplerine, fındık bahçesinde kuytu bir yere, dere kenarlarına, dağ başında herhangi bir taşın kenarına. Ama en çok da camilerin tuvaletleri yetişti imdadıma.

Bir Müslüman olmayan ülkelerin topraklarında çişiniz geldiğinde en önemli seçeneğinizden yoksun olursunuz. O yüzdendir en gelişmiş büyük metropol şehirlerinin sokaklarında duvar kenarlarına, ağaç dilberine işeyen insanları görme oranınız yüksektir. Bizde ise bu oran Camilerimiz ile abdest alma ve abdest öncesi taharet giderme kültürü ile camilerimizin tuvaletleri oluşmuş ve çok da iyide olmuş.

Geçenlerde sınıf arkadaşım, kankam, en eski yerenlik yaptığım dostum Cihat’ın orada takıldık biraz. Zaman ilerlemiş gecenin ilerleyen saatlerine doğru eve gitmek için ayrıldım. Birden Çiş’in sıkıştırmaya başladığını fark ettim. Yolumun üstün de “İslambey Camii”nin tuvaletine gideyim dedim. Tadilat dolayısıyla kapalıydı. Hemen 500 metre aşağıda ki Kasım Çavuş (Eski yeni) camiye koşturdum. Orasının da kapılarını kapatmışlar dükkanın kapısında koca kilit var gibi karşıladı beni. Tek çare kaldı 500 metre aşağıda Eyüp Sultan Camii’nin tuvaletlerine yetişmek. Öylede yaptım.

Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği Eyüp’te Eyüp mezarlığının bütün mezar taşlarını, Eyüp Sultan Camii’nin bütün çevresini adım adım karış karış biliyorum. Eeee bir yerin yerlisi olunca tuvalet içinde camii tuvaletine gelmek saçma oluyor. Saçma ama bu gece bu ihtiyaç olmuş bende gelmiş idim. Benim bildiğim hatırladığım tuvalet çok değişmiş elbette.

Önce uzun parke taşlı yolsan yer altına doğru hafif eğilimli parke yolsan ulaşıyorsunuz tuvalete. Sizi iki vezne karşılıyor biri kadınlar tuvaleti diğeri erkekler tuvaleti. Çiş önemli ama parayı vermeden kaçmaktan önemli değil elbette. Çişten önce paranın tahsil edilmesi daha önemli. Son sıkıntısını kasıklarınızı sıkarak vezneye parayı uzatıp “dit” sesi ile açılan dönerli bariyerden koşa koşa tuvalete atıyorsunuz kendinizi.

Rahatlamanın verdiği etki ile kafanız çalışmaya başlıyor. Gözünüzün önüne o sıkıntılı durumda veznenin camında yazan 1.25 TL yazısı geliyor. Evet evet yanlış okumadınız ekmeğin bile 1 TL olduğu bir ülkede Eyüp Sultan Camiinde işemek 1.25 TL mal oluyor size.

Yılda milyonlarca insanın ziyaret ettiği, hatta halk arsında Eyüp Sultanı ziyarete ettiğinde yarı hacı sayılırsın diye esprilerin, takılmaların yaşandığı kutsal sayılabilecek bu mekanda özel bir isme ait olduğunu çalışma ruhsatında okuduğum bu tuvalette işemek 1.25 TL.

Peki 1.25 işemek istemez iseniz ne yapabilirsiniz. Size da ucuza nasıl işeceğinizi anlatayım. Ana caddeden İslam Beye doğru yürüyün 500 metre yukarda iki kardeşten birinin yaptırdığı Kasım Çavuş Camii’nde 1 TL ye işeyebilirsiniz, yine Eyüp meydanında ışıklarda bulunan diğer kardeşin yaptırdığı Sofu Karaali Camii’nin tuvaletinde de 1 TL’ye işeyebilirsiniz. Üşenmez iseniz tadilattan çıktığında yaklaşın Eyüp Sultan Camii’ne 1 km uzaklıkta İslambey camii’nin tuvaletinde 0,75 kuruşa çişinizi yapabilirsiniz. Ama dikkat edin bu camilerin tuvaletleri ve bahçeleri geceleri kapanmış oluyor. Malum hırsızlık olaylarından dolayı. (%99 Müslüman olan bir ülkede Camilerde hırsızlık da neyin nesidir?)

Farkındayım çok “ÇİŞ” kokan bir yazı oldu.

Kapitalizm 0,50 kuruşa içtiğin, yada bedava içtiğin suyu 1.25 TL çıkmasını sağlayan bir yöntemmiş. Hem de nerede milyonlarca insanın ziyaret ettiği çişi gelen insanın çokça olabileceği bir yerde.

 

Fedai Çakır

13 Mart 2016, İstanbul

BİR 8 MART DAHA

12729153_1147322365319403_1354955015810449694_n

Bir çok yazar 8 mart Dünya kadınlar günü için makaleler kaleme aldı, bir çok panellere katıldı konuşmalar yaptı ve bundan sonra ki süreçte de bunları yapmaya devam edecekler. Bunlardan biri de benim. 8 Mart Dünya kadınlar Günü için benimde yazdığım birkaç makale birkaç panel konuşmam oldu.

Kadınlar Günü için erkeklerin konuşmasını baştan bende yadırgardım ama bence konuşmalı erkekler daha çok konuşmalılar. Tek katılmadığım konu ise erkek konuşmacıların konuştuğu panelin dinleyicileri kadınlar olmasın, onlar yine erkeklere konuşsun.

Evet evet ben konuşmak isterim sadece erkek dinleyicisi olan bir panelde hatta orada olan erkelerin, eşine, sevgilisine, annesine, bacısına şiddet uygulayan erkekler olsun isterim, kadınlara cinsel tacizde bulunan erkekleri bir araya toplasınlar ben onlara konuşayım isterim, dükkanın önünden geçen kadının kalçasına arkadan bakan esnafların da olmasını isterim, otobüs gibi toplu taşıma aracında önünde ki kadına Fordculuk yapanlarında orada olmasını isterim, yahu ben aslında kadına daha küçük yaşta baskı uygulayan zihniyette olanlarında orada olmasının isterim.

Ne çok şey istedi der gibi oldunuz, Peki;

Kısa kes aydın havası olsun diyenler için söylüyorum;

“Aslında orada Dünya üzerinde ki bütün erklerin olmasını isterim.”

Ne konuşacaksın merak ettim diyenlere söylüyorum;

“Kadınların sorunları Dünyanın her yerinde aynı, emek ağırlıklı, baskı ağırlıklı, cinsel taciz ağırlıklı bir yaşamı ve bununda tek sebebi var BİZ ERKEKLER….”

Kadınlar Dünyanın her yerinde kadın hakları için mücadele veriyor, kadın mücadelesi aynı zamanda insan, insan olma mücadelesidir. Kadınların kapatıldıkları kafeslerden kurtulma mücadelesidir.

Fedai Çakır

7 Mart 2016, İstanbul

Miyavlarla Birlikte Yaşamak

“Kedi severleri her zaman her insan anlayamaz. Bir kedi sever kedisini kendi çocuğundan ayırmaz, kendi çocuğuna duyduğu sevgiyi ve ilgiyi alakayı kedisini de gösterir.” Kedi babası yazar yönetmen Fedai Çakır‘ın bu sözlerini kanıtlarcasına Rus illüstratör Lingvistov‘un çizimleriyle bu kedisel dünyanın derinliklerine inelim.

Kedilerle yaşayanlar bilir, sen kedinin sahibi olmazsın; kedi senin sahibindir.

Canı ister gelir göbişini okşatır, o kadar yırtınırız sevmek için ama poposunu kaldırıp yanımıza gelmez. Kumunu temizleriz tüm pis kokuları göze alıp, gelir teşekkür eder gibi mırnavlaya mırnavlaya kafasını sürtmeye başlar.

Kedilerin ne zaman ne yapacağını asla kestiremezsiniz. Ama şunu çok iyi bilirsiniz; onlar duygularını bizler gibi gizleyemediği için yalan söyleyemezler. Ne hissederlerse onu miyavlarlar.

Ha bi de miyavlarımıza kocaman sarılalım! Buyurunuz.

kedilerle-yaşamak-patiliyo

kedilerle-yaşamak-patiliyo-1

kedilerle-yaşamak-patiliyo-2

kedilerle-yaşamak-patiliyo-3

kedilerle-yaşamak-patiliyo-4

kedilerle-yaşamak-patiliyo-5

kedilerle-yaşamak-patiliyo-6

kedilerle-yaşamak-patiliyo-8 kedilerle-yaşamak-patiliyo-9

kedilerle-yaşamak-patiliyo-10

kedilerle-yaşamak-patiliyo-11

kedilerle-yaşamak-patiliyo-13

kedilerle-yaşamak-patiliyo-14

kedilerle-yaşamak-patiliyo-15

kedilerle-yaşamak-patiliyo-16 (1)

kedilerle-yaşamak-patiliyo-16

kedilerle-yaşamak-patiliyo-18

kedilerle-yaşamak-patiliyo-19

 

Kaynak:

1- https://www.facebook.com/lingvistov

2- http://www.patiliyo.com/