BİLGİ GÜNLÜĞÜ tarafından yazılmış tüm yazılar

SAGANAK YAĞAN YAĞMUR İLE SAÇAĞIN ALTINA KAÇAN İNSANLAR

KARS'TA SAĞANAK YAĞMUR CADDELERİ SULAR ALTINDA BIRAKTI

Sağanak yağmur yağarken illa bir sokakta yakalanmışlığınız vardır. Bir evin, bir dükkanın saçağının altına sığınırız hemencecik. O an yolda kim varsa oda o saçağın altına kaçar. Bir iki derken bazen saçağın altının uygunluğu, büyüklüğüne göre 5-10 kişi oluveririz. Biraz ilerde ki saçağın altında da vardır 3-5 kişi biraz daha ilerdekinin de de.

Saçağın altına kaçarken insanlar birbirlerinin cinsiyetine, ırkına, dinine diline bakmadan sadece yağan sağanak yağmurdan kaçmak için bir araya gelirler.

Saçağın altı bazen bir asansör’de olduğu gibi sessizlik hakimdir, bazen de oflamaların yükseldiği, bazen de sohbetlerin oluştuğu bir alana dönüşüverir.

Ama bütün bu bir arada toplanmaların ve yaşananların tek bir sebebi vardır oda gökten bardaktan boşalırcasına yağan yağmurdur.

15 Temmuz gecesi gökten yağan sağanak yağmur etkisi yaratan bir olay olmuştur. Gülen Cemaati ((FETÖ/PDY) Fethullahçı Terör Örgütü ve Paralel Devlet yapılanması) yıllardır devletin içinde sanki bulutların içinde biriken su tanecikleri gibi birikmiş halkın üstüne kabus gibi; Kan, şiddet ve ölüm olarak sağanak şekilde yağmıştır.

FETÖ yağmuru ile aynı saçağın altına toplandı insanlar  birbirinin cinsiyetine, ırkına, dinine ve diline bakmadan.

Aslında demem odur ki yağmur durması yada azalması ile saçağın altından çıkar insanlar birer birer ve koşar adımlarla kaçarcasına uzaklaşır o saçağın altında ki birlik ve beraberlikten.

Siyasi parti liderleri de 7 Ağustos’ta ülke genelin de yapılan demokrasi mitinginde aynı saçağın altına girdiler. Siyaset yapmadan, görüş, fikir ayrımı yapmadan herkesin orada toplanmasına neden olan belaya karşı ortak duruş göstermek için.

Halk olarak, siyasiler olarak bizlere düşen ise; yağmur ile oluşan seli, sökülen mazgalları, sökülen kaldırım taşlarını, su basan evleri dükkanları unutmamak.

Yağmur azaldı, saçağın altından çıkacaktır birer birer siyasiler.

Nazım Hikmet yazmış bu günü geçmişten / geleceğe ;

“Ölenler

dövüşerek öldüler;

güneşe gömüldüler.

Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!”

Fedai Çakır

8 Ağustos 2016, İstanbul

Hayatım Yemekte Ne Var?

hayatim-yemekte-ne-var

“Yapacağın şey şu, karından 40 adım ileride dur, normal bir konuşma tonuyla bir şeyler söyle; eğer duymazsa 30 adım ilerisinde aynı şeyi tekrarla, sonra 20 adım; cevap alana kadar aynı şeyi tekrarla”

O akşam karısı mutfakta akşam yemeğini hazırlarken adam işlemi uygulamaya koymuş. 40 adım uzaklıktan karısına normal bir konuşma tonuyla seslenmiş ;

Hayatım bu akşam yemekte ne var?

Cevap yok

Mutfağa biraz yaklaşmış. Mesafeyi 30 adıma indirmiş ve soruyu tekrarlamış;

Hayatım bu akşam yemekte ne var?

Hala cevap yok

Adam mutfağın kapısına gelmiş artık mesafe iyice azalmış ve soruyu tekrarlamış;
Hayatım bu akşam yemekte ne var?

Gene cevap alamamış

Bu sefer karısına iyice . yaklaşmış ve aynı soruyu tekrar sormuş;
“Hayatım bu akşam yemekte ne var? ”

“Hayatım beşinci kez söylüyorum, Tavuk”

Belki de genelde düşündüğümüz gibi problem daima karşımızdaki kişilerde olmayabilir.
Problemlerin sebebini biraz da kendimizde aramalıyız.

Anne, Kızını Elbisesinden Sürükleyen Köpeği Görünce Dehşete Düştü

hund-flicka

Catherine Svilicic ve ailesi, eski sahiplerinin terkettiği bir dobermanı sahiplendiler. Anne, bu cins bir köpeğin çocuğun yanında tehlikeli olabileceği endişesini taşısa da, köpeğin 17 aylık kızıyla iyi anlaştığını görmesi sonucu bütün endişeleri gitmişti.

Khan adındaki köpek dört gündür aileyle birlikteydi ve uyum sorunu yaşamıyordu. Derken hiç beklenmedik bir şey gerçekleşti..

Catherine, kızı Charlotte ile oynaması için köpeği bahçeye saldı. Khan birden sinirlendi ve küçük kızı çimlerin dışına kadar kovaladı. Catherine şaşkınlıktan kıpırdayamamıştı bile. Sonra Khan, küçük kızı bezinden tutarak bahçenin dışına taşıdı.

 

Şaşkın anne Catherine, kızına doğru koştu. İşte o an Khan’ın neden bu kadar agresif olduğunu anladı.

Catherine, bahçede zehirli bir yılan gördü. Khan’ın da bu yüzden Charlotte’u bahçeden uzaklaştırmak istediğini anladı. Küçük kız kurtuldu ancak köpeği yılan ısırdı.

Neyse ki Catherine, köpeği Khan’ın zehir etkisini göstermeden önce veterinere götürdü. Veteriner Khan’a panzehir verdi.

Khan hızlıca hareket edip kızı kurtarmasaydı, yılan Chatlotte’u ısırıp öldürmüş olabilirdi. Khan yeni ailesiyle dört gündür birlikte olmasına rağmen, Charlotte’un hayatını kurtarmayı başardı. Catherine ve ailesi, köpeğe artık gözleri gibi bakıyor ve her istediğini yapıyorlar.

Khan’ın kahramanca hareketini tanıdığınız bütün hayvanseverlerle paylaşın.

Hayat bize; Bir UMUT, Bir UNUT olmasın.

moloz

15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın halka sokağa çıkın darbeye engel olun çağrısı ile başlayan “Demokrasi nöbeti” ile verilmesi gereken mesaj yeterince verilmiştir.

Hasdal Askeri kışlasının önünden geçerken moloz kamyonları ve İETT otobüslerinin kışlanın kapısında hala duruyor olması da bir çok yazarın söylediği ve yazdığı gibi beni de rencide ediyor. Birincisi o araçlar tanka tüfeğe karşı gelebilecek araçlar değil ikincisi ise askere, “kışlanda dur bak halk olarak biz buna karşıyız” demenin yolu yöntemi olmaktan uzak.

Halk 15 temmuz akşamı canını ortaya koyarak askere “kışlanda dur bak halk olarak biz buna karşıyız” demiştir. Ondan sonra meydanlara ayrım yapmadan çıkıp meydanlarda Demokrasi nöbeti tutarak da askere “kışlanda dur bak halk olarak biz buna karşıyız” demiştir.

Gezi parkının yıkım kararı ile halkın masumane başlayan eylemi uzadıkça başka unsurların devreye girmesi ile o masumiyetini kaybetmiş ve yapılan algı yöntemi ile neredeyse terörist eylem olarak algılanmaya başlamıştır. Güzel başlayan şeyler tadında kaldığında güzelliğini korumaya devam etmektedir.

Demokrasi Nöbetlerinde o bütünleyici, birleştirici yönünü kaybetmeye başlamıştır. Halk normal yaşantısına, ticaretine, eğitimine, işine dönmek istemektedir. Bütün halka mal olan bu nöbetle artık bir partinin (AKP) mitingi, gövde gösterisi halini almıştır. 7 Ağustos Yeni kapı mitinginin yapılması da bunu tescillemiştir.

Diyebilirsiniz ki ne var bunda?

Elbette her parti miting yapabilmeli, meydanlara çıkabilmeli. Ancak bütün halka mal olan barış, hoşgörü ve bütünleyici yanı bulunan “Demokrasi nöbetleri” bu haliyle bırakılsaydı. Güç gösterisi değil de bütünleyici birleştirici hali ile kalabilseydi.

Kısaca tadında bırakılsaydı.

 

Gerçekten hale darbe tehlikesi var mı?

Televizyonlarda ki yorumcuların, tutuklananların çokluğuna, görevden uzaklaştırılanların binlerce insanı kapsamasına bakılırsa kökü kurumuş gibi. Acaba öyle mi?

Böylesine her yere atama yapan bir yapının belediye başkanlarını da atama yapmış olması olası. Daha seçilmiş insanlar olduğundan mıdır nedir bilinmez belediyelere el atılmadı. Unutmamak lazım belediyeler önemli bir güç.

Askerin üst komuta yapınsın aynı durması ve 15 Temmuz gecesi bu kademenin davranış şekilleri bir çok kişi tarafından şüpheli çelişki ile bakılmasını da unutmak lazım.

Tuğ general kademsinin neredeyse bu yapının içinde olduğunu düşünürsek hala ordunun içinde yapının olması da olası, sadece ordu değil emniyetin içinde de.

CNN Türk’e canlı yayına bağlanan ve halen bir mahkemenin başkanı olan hakimin yargı içinde hala 2000’e yakın hakim ve savcı var demesi de manidar.

Toplumun içinde bu yapılandırmaya sıcak bakan sempati ile bakan kalıntılarının da olduğu aşikardır.

Demokrasi nöbetlerini tadında bırakabiliriz, kışlaların önünden moloz kamyonlarını da kaldırabiliriz ama tedbiri de elden bırakmamak lazım.

15 Temmuz’un kayıpları çok oldu ama kazandırdığı daha da çok oldu. Uzun zamandır hasret kaldığımız birliktelik ruhuna sahibiz.  Bunu koruyabilirsek toplumsal barış, huzur bizlerle olur.

Bizlere lazım olan bir tutam UMUT idi. Bunu da elimizden almayın.

Hayat bize; Bir UMUT, Bir UNUT olmasın.

 

Fedai Çakır

1 Ağustos 2016, İstanbul

 

ÇOK ŞEY YAZILDI, ÇOK ŞEYDE YAZILACAK DA

darbe-ve-darbe-girisimleri

Eyüp Sultanlı olmak; “yarı hacı” olmak der bazıları, bazıları da ayıp şeyler der ama biz o kısmı hiçbir zaman üstümüze alınmadık alınmayız da. Bizim için Eyüplü olmak ayrıcalıklı olmak bambaşka  biri olmak demek. Milyonlara varan nüfusu olsa da bizler Eyüp meydanı ve çevresinde ki insanlar olarak birbirimizi tanırız.  Okul arkadaşı, mahalle arkadaşı çocukluk arkadaşı yada esnaflığından tanışırız.

Şu sıralar 15 temmuzda yaşananlardan dolayı hararetli sohbetler olacaktı bahçeli kahvehanemiz de, eğer yıkılıp otopark olmasaydı. Onun bahçesinde bizler darbeleri yaşadık, yeni kurulan veya yıkılan hükümetlere tanıklık ettik, Evet mi? Hayır mı? basacaksın diye referandumlarda kapıştık o bahçede,  askere giden arkadaşlarımızı da uğurladık o kahvehanenin bahçesinde teskere alıp gelenleri de. Kasımpaşa’dan askeri üniformamla eve gitmeden o bahçeye çok uğramışlığım vardır, hatta yakın birliklere düşüp de elinde tüfeğiyle gelen arkadaşlarımız bile olmuştur.  Bizim için orası ikinci bir aile yuvası gibiydi.

Aramızdan nedenleri farklıda olsa Fettulah Gülen cemaatine veya başka cemaatlere katılanlar da oldu elbette. Koca Eyüp Sultan burası. Bazıları çocuklarının eğitimi için kaptırdı kendini, bazıları ise iş hayatında ilerlemek için kaptırdı kendini bu cemaatlere. Şimdi anladık ki bazıları da devlette yükselmek için kaptırmış kendini.

El üstünde tutulduğu dönemlerde de çıkıp herkesin içinde bu cemaatler terör örgütü, en büyüğü de teşkilatlanması ile Gülen cemaati diye söylendim. Lakin dinleyenler güldü geçti, gaileye bile alan olmadı.

Bu gün haklı çıkmaktan hiç mutlu değilim.

Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan ve onun temsil ettiği parti AKP’yi sevin yada sevmeyin ama bilin ki bu  gün terör örgütü denen bu yapılanmayı ancak bu parti ve onun doğal lideri Recep tayip Erdoğan yok edebilirdi.

Dini söylemlerimizden birini söyleyeyim hemen “her şerden bir hayır, her zorluktan bir ders çıkaralım”

AKP hükümetini ve Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın  bütün iktidarda olduğu süre içinde yaptıkların en büyük icraat budur. Köprüler, yollar, ekonomi vs. hepsi bunun yanında hiçtir.

Yazımı okuyanların içinde hemen eleştirmeye başlayıp, beni ağır şekilde eleştirmeye başlayanların olduğunu yukarda ki paragrafları yazdığımda duyar gibi oldum.  Bu yazıyı her siyasi görüşten olan, her partiden insanlar eleştirecek. Yazının ucu herkese dokunuyor çünkü.

Dedim ya sevin yada sevmeyin gerçek budur beyler ve bayanlar.

Şimdi asıl almamız gereken derse gelelim. Bundan sonra neler yapılmalı ki toplumsal barış, huzur, toplumsal siyaset tekrar kurulabilsin.

 

  • Gülen Cemaati ((FETÖ/PDY) Fethullahçı Terör Örgütü ve Paralel Devlet yapılanması) yerine başka cemaatlerin adamlarını yerleştirmek gibi hataya düşmeyelim. İşi ehliyle yapanlara verelim.
  • Var olan Cemaatlerin yapılanmalarının da mercek altına yavaş yavaş almanın zamanı gelmiştir. Diyanet işlerine özellikle bu konularda çok iş düşmektedir.
  • Yaşananlardan gördük ki eğitim çok önemli ve eğitime devlet dışından el atılması çok tehlikeli. Millet, devlet düşmanı yetişmemesi için yapılması gereken eğitim de yargı gibi bağımsız olmalı ve ellerden uzak olması sağlanmalı. Eğitim birilerinin insafına asla bırakılmamalı. Milli Eğitim Bakanlığına bu konuda çok iş düşmektedir.
  • İktidar olan siyasi partilerin sadece kendisine oy veren değil vermeyenlerinde kaygılarının giderilmesi için gereken adımları atmalı. Gençler gelecek, işçi iş, anne baba evladının eğitimini, asker yada polis eşi eşinin evine sağ salim dönüp dönmeyeceği kaygısını yaşamamalı.
  • Rejim değişliği olu mu?, orta doğu gibi olur muyuz, baş kesen, derebeyi düzenleri bu ülkede olur mu kaygılarının önüne geçmek için bir an önce yeni bir Anayasanın yapılması şarttır. Üzerinde uzlaşma sağlanmış bir anayasanın.
  • Yargıda yaşanan kumpaslar ile iyice derinleşen adalet duygusunun yeniden ülkede tesis edilmesi için adımlar atılmalı. Adalet bir gün hepimize lazım olacağını 15 temmuz darbecilerinin yaşadıklarından anlamış olmalıyız. Balyoz, Ergenekon davalarını tertipleyip adalet ile oynayanlar bu gün yargının elindedirler. Bu gün adalet onlara lazım olmuştur.
  • Ekonomi için ara ara çıkarılan yapılandırmaların artık derinleşmiş vergi borcu ve yasakları, çek, senet, su, elektrik, banka borçları gibi bir çok konuda toplumu baskı altına almıştır. Toplumun bu kadar zor dönemleri aşarken ekonomik anlamda yeniden nefes alması için kapsamlı bir af olmalı ve bozulan siciller içinde sicil affı da bunu kapsamalıdır.
  • Ceza evleri ekonomik, adi suçlardan yatanlarla dolup taşmaktadır. Toplumsal barış için genel af çıkarılmalı. Elbette bu af darbecileri, tecavüzcüleri, teröre /silaha bulaşmışları kapsamamalı.
  • Terör evet teröre çözüm bulunmalı, şartsız şurtsuz silah bırakılması ile tekrar çözüm süreci konuşulmalı.
  • Dış politika yeniden ele alınmalı, komşu ülkelerde barış için yapılması ne gerekiyorsa masaya yatırılmalı.
  • Siyasi tartışmalar yumuşak, küfürsüz, fanatikleşmeden, ülke ve millet yararına olacak şekilde yapılmalı.

15 temmuz gecesi darbeye dur diye her görüşten her kesimden insanlara teşekkürler. Çok soru işareti ile kafası dolanlar da bir gün gelecek sorularına yavaş yavaş cevaplar bulunacaktır. Lakin ne olursa olsun, en kötü sivil yönetim darbe ile gelen yönetimden iyidir.

 

Sevgi ve saygı kıbleniz olsun.

 

Fedai Çakır

25 Temmuz 2016, İstanbul

KAYGILAR

kaygi

Bir şeyler yazmak için oturdum bilgisayarın başına. Her hafta köşem için yazmam gerekiyor. Laf olsun diye yazamaycağınza göre yazdıklarınızın okunması daha da önemlisi okuyanın da sizin yazdıklarınızdan bir şeyler anlamsı lazım.

Ne yazayım diye düşünürken aklına geldi. Son zamanlarda yaşanan olaylardan psikolojisi bozulan oğlumun ve yeğenlerimin gelecek kaygılarını yazayım dedim. Aman kime ne senin oğlunun yeğeninin ve Türk gençliğinin gelecek korkusundan, kaygılanmasından.

Patlayan bombalar ile sokağa çıkmaya, kalabalık olan yerlere gitmeye şüphe ile bakan paranoya geçiren toplun ruh halini yazayım dedim. dışarıda ki çocuğunun eve dönüşünü bekleyen annenin ruh halini. Aman ya dedim kime ne  toplumun kaygılarından, kalabalık bir meydandan geçerken akşam eve sağ salim dönecek mi diye düşünülen çocuklardan, işten eve dönmeye çalışan babalardan.

Şehirlerin, doğuda görev yapan askerin, polisin ruh halini yazayım dedim. Onların ailelerinin akrabalarının bakış açılarını yazayım iyi bir konu dedim. Sonra ama ya dedim kime ne ki şehit olmuş, vurulmuş sıradanlaşmışken her şey yazsan ne olacak dedim.

Toplumumun her konuda kaygıları var;

Gençlerin gelecek kaygısı,

Annenin çocuğunun eşinin eve dönüp dönmeyecek kaygısı,

Askerin teskere kaygısı,

Polisin can kaygısı,

İşçinin iş korkusu,

Siyasetçinin koltuk kaygısı.

Kaygılar o kadar çok ki, bunlar en basitleri. Sizinde kaygılarınız var tıp ki benim kaygılarım olduğu gibi.

O kadar kaygılarımın yanında artık kafamda bir çok soru işareti de oluştu.

15 Temmuzda yaşanan sıra dışı olaylardan sonra ki bu ilk yazım. Askerin kışladan çıkmasını hiçbir şekilde onaylamam mümkün değil. Yaşananlar hakkında kafamda binlerce soru (?) var. Bir gün çözebilirsem bu konuyu da yazmayı denerim.

 

Fedai Çakır

18 Temmuz 2016, İstabul

 

Saksının Dibine Yumurta Koydu. 6 Hafta Sonra Olanlara Bakın

yumurta

Yumurta kabuklarının içerdikleri kalsiyum ve diğer mineraller sayesinde toprağı beslediğini biliyorsunuzdur. Muhtemelen duymadığınız şey de yumurtanın tamamını toprağa bırakmak. Toprağın altına bırakacağınız çiğ yumurta kabuğu sayesinde hem mineral kaynağı olacak hem de yumurtanın içindekiler bitkinizin kökünün çürümesini engelleyecek.

Bitkinizi dikeceğiniz yeri seçin. Yumurtanızı toprağa koyun ve üzerine toprak serpin. Yumurtanız çürümeye başladıkça, toprak mineral dolacak.

Birçok kişi bunu denedi ve olumlu sonuç aldı. Profesyonel bahçivanların yumurta haricinde muz ile de bunu yaptığı biliniyor. Hemen deneyin.

Denedikten sonra doğa anaya güvenin.

Size tavsiyem son kullanma tarihi geçmiş yumurtaları kullanmanız. Böylelikle yumurtanızı israf etmiş olmayacaksınız. Yukarıdaki yöntemi bahçenizde denemeye hazır mısınız?

Bahçeyle uğraşan arkadaşlarınız varsa yazıyı onlarla paylaşmayı ihmal etmeyin.

İZİN YOLUN’DA YOLCULUK KEYFİNİN KESİLMEDİĞİ BİR DÜNYA

Haluk Yeşilbayraktar - Fedai Çakır

Yaz aylarının gelmesi ile Avrupa’da yaşayan Türkler memleketlerine araçları ile yola çıkmaya başladırlar. Yollarda yaşanan kaza ve arızlar konusunda bir çok alternatif var. Türkiye için de geçirilecek uzun tatil döneminde araç arızası, yapılan büyük yada küçük kazaların bertaraf çoğu zaman vatandaşlar için sıkıntılı ve maddi kayıpları çok olan kötü sonuçlar doğuruyor.

Haber: Fedai Çakır / İstanbul

 

Yolculuk keyfinin Kesilmediği Bir Dünya” sloganı ile hizmet veren HOMER Auto Service  yılların verdiği tecrübe ve yaygın servis ağı ile gümrük kapısından Türkiye’ye adım attığınız andan itibaren sizlerle.

Sizler için bu kurumsal firmanın kapısını çaldık. Nasıl çalışıyorlar gerçekten de iddia ettikleri kadar yaygın servis ağı, yüzde yüz müşteri memnuniyeti var mı? gözlerimizle görmek istedik.

Bizleri şirket kurucusu ve genel müdürü Haluk Yeşilbayraktar karşıladı ve şirketin daha doğrusu HOMER Servislerinin nasıl bu kadar hızlı hareket ettiğini operasyon merkezinde gördük.

Hemen belirtmekte fayda var, HOMER,  ADAC, APRIL gibi güvenlik sigorta sistemleri veya onların Türkiye temsilcileri ile ilişkili olarak çalışmaktadır.

Aracınız arızalandı veya hasarlandı ve bir tamir yapılacak ise işte HOMER merkezine e bir telefon yada internet uygulaması ile ulaşabiliyorsunuz. HOMER merkez sizi dinliyor ve en yakın servisi size yönlendiriyor veya aracınızı servise çekilmesini veya götürmenizi organize ediyor. Aracınızın gerekli tamiri gelen HOMER servis tarafından merkeze bildiriliyor ve işçilik ücretlendirmesi tüm Türkiye’de standart. Ayrıca ihtiyaç duyulan yedek parça da merkezi olarak ve çok yüksek iskontolar ile ve tüm alternatifleri ile fiyatlanıyor. Yani keyfi keder ücretlendirme asla bu sistemde mevcut değil. Sigorta kapsamında iseniz hiçbir ücret vermeden yolculuğunuza devam edebiliyorsunuz ve bunlar çok kısa zaman için de çözüme ulaştırılıyor. Her türlü işçilik ve yedek parça ücretlendirmesi merkez tarafından yapılıyor. Ve araç kullanıcısının onayına anlık olarak sunuluyor.

Türkiye’de yaşayan biri olarak çekici ücretini duyduğum da şaşırmadım dersem yalan olur. İstanbul için de birkaç km’lik yere çekici çağırsanız en az 150 – 200 TL paranızı alır. Homer Servisleri bu hizmeti Türkiye’nin her noktasın da 40 km’ye kadar 70 ile 90 TL arası vermekteler.  Yol uzunsa da km başına 1 TL ek ücret talep ediyorlar.  Hiç çekinmeden 0 (850) 433 02 20’ye  alo diyebilirsiniz.

Akıllı telefon kullanmada iyiyseniz birde akıllı telefonunuz var ise şirketin yeni hizmete soktuğu HOMER APLİKASYONU indirip plakanızı kayıt etmenizi öneririz. (HOMER APLİKASYONU http://homerservisler.com/index.html indirebilirsiniz.) Bunu yaparsanız arıza yada kaza anında bir dokunma ile aracınızın ve kendinizin bulunduğunuz yeri şirket merkezine nokta olarak bildiriyorsunuz. 24 saat hizmet veren çağrı merkezi anında sizi arıyor ve hizmet hemen başlıyor. Gerekli durumlarda sizlere araç desteği de verilmektedir.

HOMER APLİKASYONU

Son bir konuda da Avrupa’dan Türkiye’ye gelirken, Romanya, Bulgaristan gibi başka ülkede kaza yapıp memleketimde tamir ettiririm diyenlerin tamir mafyasının eline de düşmemesi konunda uyarmakta fayda var. Daha siz ülkeye girmeden sizin aracınızın kazalı olduğunu bilen bu kişilere gümrük kapılarında sizi karşılayıp tamir konusunda yardımcı olabileceklerini söylemekteler. Yaptıkları bu teklifleri araştırmadan kabul etmeyin. Bir çok vatandaşımızın bu konuda mağdur olduğu gelen haberler arasındadır.

Homer Servisinde yaptırdığınız bir hizmeti beğenmediyseniz bu şirket merkezi altında garanti altındadır, köyünüze, doğduğunuz topraklara ulaştığınızda size en yakın Homer Servisten gidip hiçbir ücret vermeden yeniden bu hizmeti alabilirsiniz.

Onarım ihtiyacı olduğundan itibaren araç sürücünsün memnuniyetinin sağlandığı ana kadar HOMER sizin ile olur. Ve tüm onarım, yedek parça, yol yardım ve diğer aşamalarda ki uygulamaların tek bir kurumsal muhatapla tamamlanmaktadır. Yüzde yüz müşteri güler yüzle aracını alır gider.

 

 

Hayvanlardan intikam almak…

timsah saldırısı

Kaptan Paul Watson

İki yaşında bir çocuk bir timsah tarafından Florida bataklarına sürüklenerek öldürülüyor.

Buna verilen yanıt, çevrede bulunan her timsahın öldürülmesi oluyor. Şu ana dek çocuğu öldüren timsahın bir türlü tespit edilememesi sebebiyle 5 timsah öldürüldü.

Dört yaşında bir çocuk bir hayvanat bahçesindeki goril alanına düşüyor. Goril çocuğa zarar vermiyor, ama bir önlem olarak goril öldürülüyor.

Büyük bir ayı bir avcıyı öldürüyor ama işlediği “suç” sebebiyle katlediliyor.

Balık avlayan bir kadın bir köpekbalığı tarafından öldürülüyor. Batı Avustralya hükümeti anında nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan  köpek balığı türlerini tamamen yok etme politikası başlatıyor.

İnsanların yönettiği bir dünyada hayvanlar aslında farkındalık sahibi ve bilinçli oldukları gerçeği göz edilerek köleleştiriliyor, katlediliyor, işkenceye uğruyor, istismar ediliyor ve aynen bir nesne, eşya muamelesi görüyor.

Hayvan yaşamının bizim atfettiğimiz değer dışında hiçbir değeri yok.

İnsanlar hayvanların zekâ sahibi ya da his ve duyguları olan canlılar olduğu gerçeğini kabul etmeyi reddediyor, bu iddiamıza rağmen hayvanları yaptıklarından sorumlu tutuyoruz.

İki yaşında bir çocuğun öldürülmesi insanlar için elbette bir trajedi, ama timsahlardan öç almanın ne gibi bir sonucu olmasını umuyoruz ki? Çocuk ne yazık ki ölmüş. Timsah timsahlar ne yaparsa onu yaptı, o kadar. Buna karşılık olarak beş timsah öldürmek hem mantıksızlık, hem de bir hayvanın insanların “üstünlüğü”nü kabul etmemesine gösterilen korkunç bir öfkenin ifadesi aslında.

Biz insanlar kendimizi hem özel hem de sıradışı, bütün öteki hayvanlardan daha iyi, sınırsız bir ayrıcalık ve yetki sahibi canlılar olarak görüyoruz.

Kendimizi bütün hayvanların üstünde “üstün tür” olarak tanımladığımız için bütün insanlar aslında bir Nazi.

Her yıl 65 milyar kara hayvanı, çok daha fazla sayıda balık öldürüyor; on milyonlarca yaban hayvanını katlediyor, laboratuarlarda milyonlarca hayvana işkence ediyor, milyonlarca hayvanı kafeslerde ve su tanklarında köleleştiriyor, binlerce metre karelik yaşam alanlarını yok ediyoruz ama aramızdan birisi genellikle kendi aptallığımız yüzünden  öldürülünce korkunç ve şiddetli bir öfkeye kapılıyoruz.

Çoğu insanın zihninde hayvanların hürmet göstermemiz gereken hiçbir hakkı yoktur. Biz hayvanların sahibiyiz, onları biz yönetiyoruz ve onlar üzerinde gaddar ve ölümcül bir hakimiyet sürdürüyoruz; durum böyle olduğu için hayvanların acı çekebildiği, akıl yürütüp düşünebildikleri ve öz farkındalık sahibi his ve duyguları olan canlılar olduğu gerçeğini hiçbir biçimde kabul etmek zorunda değiliz. İnsanmerkezci hakimiyetimizi meşrulaştırmak için bunların hepsini reddediyoruz.

Bir timsah, köpekbalığı ya da ayı tarafından öldürülmek bir yıldırım çarpması, sörf yaparken ölmek ya da başımıza bir Hindistan cevizi düşmesinden farklı değil. Bu trajik şeyler ne yazık ki yaşanıyor ama akıl dışı bir şekilde, eylemi yapan veya buna sebep olan şey his ve duyguları olan bir canlıysa o zaman korkunç bir öfkeye kapılıyoruz ve öç almak istiyoruz. Hindistan cevizi ağacını kesmiyoruz ama köpekbalığını katlediyoruz.

Kuralların ne olduğunu anlayamasalar da hayvanların boyun eğmek zorunda oluğu kuralları koyanlar biziz.

Hayvanların bizim saygı göstermemiz gereken hakları yok; ama biz her ne kadar bunu kavrayacak türden ahlaki ya da etik temelleri olmadığını söylesek de hayvanlar insan yaşamına ve insanların mülküne saygı göstermek zorundalar.

Kaç bebek timsahlar tarafından öldürülüyor, kaç insan köpek balıkları tarafından öldürülüyor, kaç tanesi ayılar tarafından katlediliyor? Pek fazla değil, ve gorilleri düşünürsek tek bir insan bile bugüne dek ölmedi.

Öte yandan insanlar milyonlarca insanı katlediyor. Milyonlarca  insan araba, uçak, gemi ve diğer insan yapımı araçların/nesnelerin dahil olduğu kazalarda ölüyor. Yaban hayvanların öldürdüğü avcı sayısı avcıların öldürdüğü avcı sayısının yanında bir hiç.

Evet, bazı masum insanlar gerçekten de hayvanlar tarafından öldürülüyor, ama on milyonlarca masum hayvan insanlar tarafından öldürülüyor.

Her gün denize iki yüz milyon insan giriyor, köpekbalıkları ise yılda ortalama yedi insan öldürüyor. Eğer köpekbalıkları kasıtlı olarak insanları öldürseydi bu sayı binlerle ifade edilirdi. Köpek balığı vakaları hem nadir hem de kazara olan olaylar ; oysa insanlar her yıl 70 milyondan fazla köpek balığı öldürüyor. Bu sayı her yıl Fransa nüfusunun öldürülmesine denk bir sayı.

Hayvan saldırılarının bir çok kurbanı her zaman masum da değil aslında. Bir aslan ya da fil, ayı ya da yaban domuzu tarafından öldürülen bir avcının masum olduğunu söyleyemeyiz. Bir matador, zıpkınla avlanan insanlar ve hatta bir Orka eğitmeni de öyle.

Buna rağmen, her vakada insanlar hayvanı suçluyor; matador ya da çocuk olsun farketmiyor; burada mantıksız bir öfkenin hakim olduğunu görebiliriz. Verilen tepki kurbanın masum ya da suçlu olmasına bakmadan hep aynı. İnsan her zaman haklı, hayvan her zaman haksız; çünkü her durumda hayvan, koşulların ne  olduğu göz önüne alınmaksızın bütün insanlardan daha aşağı kabul ediliyor.

Ayrıca insanların bazı hayvanlara çok özel bir düşkünlüğü var. İnsanlar bir köpeğin filmlerde öldürülmesine büyük bir öfke duyuyor ama bu ay örneğin Yılan köpek eti festivalinde yüzlerce köpeğin canlı canlı haşlanmasına ve yakılmasını durdurmak için yapılan protestolarda varlık gösteremiyor. Atlarımızı ancak bacaklarını kırana dek seviyoruz, ardından kafalarına sıkıyoruz. Kedi ve köpeklerimizi seviyor, inek ve domuzları yiyor ve birisi alenen görünen çelişkiyi ifade edecek olsa kibir ve öfkeyle kendimizi savunmaya geçiyoruz.

İnsanlar insanlar tarafından öldürüldüğünde, öldürülen insanların kötü, öldürenlerin de iyi insanlar olduğu gibi bir ayrım yapıyoruz. Cinayeti meşrulaştırmak için bir taraf diğer tarafı canavarlaştırıyor, onu insandan saymıyor.

Söz konusu  hayvanlarca olduğunda bu ayrım daha da netleşiyor; çünkü hayvan, insan değildir.

Bunların hepsi akıl dışı davranışlardır.

İstediğimiz intikamı alana dek daha kaç timsah öldürülmeli?

Öcümüzü alana dek daha kaç köpekbalığı katledilmeli?

İlkel, öce ve intikam almaya dayalı his ve davranışlarımızı bırakıp insanlar ve diğer  türler arasındaki ilişkilere yönelik mantıklı, akılcı ve şefkat içeren bir anlayışla hareket edebilmemiz için daha ne kadar zaman geçmeli?

Kendimize açık alınla “insan” diyebilmek için daha ne kadar bekleyeceğiz?

Çev. Cem

***************

Florida’daki olayın haberi:

ABD’nin Florida eyaletinde Disney World yakınlarındaki Seven Seas lagünün kenarında timsahın saldırısına uğrayan 2 yaşındaki çocuğın cesedinin bulunduğu bildirildi.

Olaydan saatler sonra dalgıç polisler, bölgede buldukları cesedin çocuğa ait olduğuna inandıklarını ifade etti. Ancak henüz kimliği resmi olarak teyit edilmedi.

Çocuk, lagün kenarında ailesiyle otururken timsah tarafından suya çekildi.

Bölge şerifi Jerry Demings, çocuğun adının Lane Graves olduğunu duyurdu.

Olayın ardından çocuğun cesedini bulmaya çalışan emniyet yetkililleri bölgedeki beş timsahı yakalayıp öldürdü. Yaklaşık 50 polisin katıldığı arama çalışmalarında deniz radarı (sonar) ekipmanları kullanıldı.

Olay Disney Grand Floridian Resort yakınında meydana geldi.

Bölgeye tatil yapmaya giden 3 çocuklu aile lagünün kenarında otururken, akşam saat 9.15’te bir timsah çocuğu suya çekti.

Disney yaptığı açıklamada “olaydan yıkıldıklarını” belirtti.

Timsahlar Florida’nın sulak alanlarının, bataklık ve lagünlerinin önemli bir parçası.

Eyalette 1948’den bu yana 22 kişi timsahlar nedeniyle hayatını kaybetti.

Haber :

http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/06/160615_disneyland_timsah_cocuk

 

Kaynak: https://hayvanozgurlugucevirileri.com/2016/06/19/hayvanlardan-intikam-almak/

BEYAZ PERDENİN PATİLERİ ÖZEL GEREKSİNİMLİ ÇOCUKLARLA BULUŞTU

ozel cocuklar 5

Sponsorluğunu bir sigorta firmasının yaptığı, Yağmur Çocuklar Rehabilitasyon merkezinin özel gereksinimli çocukları; “Sokak Köpekleri Bal ile Betty” filminin yıldızı “Bal ve Betty” isimli sevimli patiler ile buluştular.

ozel cocuklar 2

Sokak köpeklerinin dramını ve hayvan sevgisini konu alan  Filmin kahramanları olan köpekler çocuklar tarafından bol bol sevildiler.  Bir süre köpekleri seven çocuklar sonrasında filmi izlemek için sinema salonuna geçtiler. Çocukların beklenenin aksine çıt çıkarmadan filmi izlemesi öğretmenlerini şaşırttı.

Daha önce Samsun Bafra’da yapılan galaya 10 özel gereksinimli çocukları davet ettiğini söyleyen yönetmen Fedai Çakır; “Bafra galamıza özellikle 10 tane özel çocuğumuzu davet ettik.  En arka tarafa oturan bu çocuklarımızın gala gösterimi sırasında özellikle film de rol alan köpekler ve çocuklarla beyaz perde üzerinden iletişime geçtiğine şahitlik ettim. Bu gün burada bir özel gösterim yaptık. Öğrenim bozukluğu olan ve dikkatini toplamakta güçlük çeken bu çocukların çıt çıkarmadan filmi baştan sonuna kadar izlemesi hem öğretmenlerini hem de beni şaşırttı. Bir kez daha anladım ki, hayvanlara dokunmak, onlarla beraber olmak ve hayvan sevgisinin yapamayacağı bir şey yokmuş. Bu gün burada bu çocuklara köpekelrimiz sevgileri ile dokundu ve bu çocuklar bu sevgiyi sonuna kadar sol yanlarına aldılar”

Bu gün vizyondan kalkacak olan film’in Milli Eğitim Bakanlığı tarafından tavsiye edildiği, söyleyen Çakır;  “Bu öğretim yılında yeterince öğrencilerimize ulaşamadık, okulların kapanmasına denk geldik. 2017 öğretim yılın da bütün ülke genelinde okullarda ücretsiz oynatılması için çalışmalarımız devam ediyor, sponsorluk için büyük kuruluşların ilgi beklemekteyiz. Bu sevgiyi daha fazla çocuklarımıza ulaştırmalıyız.” Dedi.

İstanbul’un ilk rehabilitasyon merkezlerinden olan Yağmur Çocuklar Rehabilitasyon merkezlerinin kurucusu Adnan Çakır; “Daha önceden merkezlerimize Golden cinsi köpekleri olan bir dernekten destek almış terapi amaçlı köpekler ile çocukları bir araya getirmiştik. Bu gün burada bu film ile  bir kez daha anladık ki köpeklerin çocuklar üzerinde çok etkisi bulunuyor. Kurum olarak sosyal sorumluluk projelerine sıcak bakmaktayız, bu gün velilerimiz, öğretmenlerimiz ve çocuklarımızla burada olmaktan mutluyuz. Sokak köpeklerini çok sevdik” dedi.

ozel cocuklar 3

“Sokak Köpekleri Bal ile Betty” filminin oyunculardan Göknur Paslı, Haydar Dulkadiroğlu ,Yönetmen yardımcısı Doğuşhan Çakır ve Yönetmen Fedai Çakır film arasın da çocuklarla köpekler hakkında sohbet ettiler.

Çekimleri Samsun’un Bafra ilçesinde yapılan film, sokaktan alınıp sahiplenilen iki köpeğin yaşamını, bu köpeklerin, kendilerini sahiplenen üç kardeşle ve mahalledeki diğer çocuklarla ilişkilerini konu ediniyor.

Yapımcılığını Adil Elmas’ın yaptığı, filmin yönetmen koltuğun da Fedai Çakır bulunmaktadır. Sinem Göz, Yiğit Türken, Esila Sönmez’in çocuk oyuncu olarak yer aldığı filmde, yetişkin rollerini ise Toygun Ateş, Göknur Paslı ve Yeliz Ateş üstleniyor.

ozel çocuklar 1