BİLGİ GÜNLÜĞÜ tarafından yazılmış tüm yazılar

SOSYAL MEDYA’DA KADIN OLMAK

394002160700

Türkiye’de ve aslında biraz daha genişletmek istersek İslam dünyasın’da kadın olmak çok zor. Kadının neredeyse  “adı yok” yani kadına saygı yok, kadının değerinin bilinmesi yok. Kadın bir meta gibi algılanır ve dolaysıyla mal / eşya gibi sahiplenilecek bir şeymiş gibi davranılır.

Ülkemizde ki kadın cinayetlerini, tecavüzlerini, kadına uygulan fiziki şiddetleri saysak yada örnekleme yapsak koca bir ansiklopedi ortaya çıkar.

Sosyal medyanın yaygınlaşması ile bu sefer var olan psikolojik tacizlerin arttığını görmekteyiz.

Kadın iseniz sosyal  hesabınızdan hiç olmadık kelimelerle size özelden yazan hiç tanımadığınız adamlar olabilir. Eğer cevap verirseniz yazışmayı farklı boyutlara taşıyanlarda olabilir. Ama hiç cevap vermeyip de oralı olmaz iseniz bir sabah yada akşam mesaj kutunuzda sertleşmiş bir erkek organı ve altında şu notu görebilirsiniz.

“… belki bu ilgini çekebilir”

İnanın bu ve buna benzer mesajlarla karşılaşan ama yakın arkadaş çevresi dışında kimse ile bunu  paylaşamayan, mesajı ve kişiyi engelleyerek kurtulmaya çalışan kadın sayısı düşünemeyeceğiniz, hayale edemeyecek  kadar çok. Sayısal anlamada kadınlarla bir anket yapılsa ki ben kendi çapımda bir araştırma yaptım 100 kadından hemen hemen 89 kadın bu veya buna benzer taciz fotoğrafları yada kelimeleri ile karşı karşı kalmışlar.

Sokakta kadın olmak zor olan bu güzel ülkemde sosyal medyada da kadın olmak daha da zor. Bu tacizci erkelere birde eski sevgili, mahallenin bıçkın delikanlısı, okuldak saf görünen delikanlı, duraktaki esnaf vs gibi  bir şekilde o kadınla yolu keşişmiş ve  kadınları sahte profil ile taciz edenler bu rakamların içinde yoklar bile.

Anlayacağınız kadın iseniz bir şekilde taciz yaşıyorsunuz, ama kadınlarımız bu tacizleri kanıksamış gibiler. İlk karşılaşmada ki şoku atlattıktan sonra başka gelen sosyal medya tacizleri  tecrübe ile hemen engelleme veya tanımadığı kişilerden gelen mesajları hiç açmama gibi yöntemlerle savuşturmayı bilmişler.

Bir önemli tavsiye:

Flört niyetiniz yok ise hiç kimsenin mesajlarına cevap vermeyim. Durup duruken “doğum gününüz kutlu olsun” diyen birine aaa benim doğum günüm değil derseniz o kişi sizi flört için hazır görecektir.

Yada benim gibi “ben yoldan gönüllü çıktım” diyeceksiniz. Gelene gidene yazıp gerektiğinde de söveceksiniz. Tabi ben erkek olmanın verdiği rahatlıkla yapıyorum bunları.

Fedai Çakır

17 Kasım 2016, İstanbul

“Seninle şöyle bir oturup konuşamadık.” KÜRK MANTOLU MADONNA

Kurk_mantolu_madonna

Kürk Mantolu Madonna  okuduğumda Maria Puder aşık olan Raif  ‘in göremediği anlarda Maria’nın geçtiği yerlerde dolaşması gençlik yıllarımda sevdiğimi görmek için Eyüp Sultan’da bulunan Bayıldım yokuşunu gün içerisinde birkaç kez inip çıkmamam benzetmiştim.

Elbette şimdi ki gibi telefonlar yoktu istediğinizde sevdiğinizi arayıp ulaşabileceğiniz. Yada sosyal medyada da yoktu sevdiğinizin neler yaptığına açıp takip edebileceğiniz. Sevdiğiniz ortadan kaybolmuş ise tek yapabileceğiniz onu görebilme umuduyla onun olabileceği sokaklarda  dolaşmak.

Raif’de benim gibi Maria’yı görebilmek için romanın içinde sokakları arşınlıyor, onunla geçtiği köprüden geçerek yokluğunu hasretini giderdiği de oluyordu. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna kitabı, kitabı okuyan her insana kendinden bir şey verdiği/bulduğu için midir yazıldığı onca yıllardan sonrada hala en çok okunan kitaplar arasında yer alması.

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali‘nin 1943 yılında yayımladığı bir romanıdır. İlk olarak Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940 – 8 Şubat 1941tarihinde “Büyük Hikâye” başlığı altında 48 bölüm olarak yayınlanmıştır. Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna’yı ikinci kez askerlik yaptığı Büyükdere’de çadırda yazmış ve günü gününe gazeteye yetiştirmeye çalışmış, romanı yazdığı günlerde attan düşüp sağ kol bileği çatlayınca, kolunu tenekede ısıtılan suya koyup yazmaya devam etmiştir.

Romanın baş karhamı olan Raif Ölümünün yaklaştığını anladığında, Maria Puder yaşadığı bu güzel günleri kaydettiği defterinin yakılmasını genç iş arkadaşından rica eder. Genç iş arkadaşı da Raif Efendi ile ilgili bu gizemi çözmek ve onu daha yakından tanıyabilmek için defteri okur.

Raif ; 20’li yaşlarında babasının isteği üzerine gittiği Berlin’de, sanata olan ilgisi sayesinde bir sanat galerisine gider. Galerideki tablolar arasında bir sanatçının otoportresini görür ve tablodaki kadını hiç tanımamasına rağmen platonik olarak aşık olur. Bu tablo onda daha önce hiç hissetmediği duygular uyandırır. Raif Efendi tablodaki portrenin, Andrea Del Sarto tarafından yapılmış “Madonna delle Arpie” isimli tablodaki Madonna’nın portresine benzediğini düşünür. Tabloya o kadar hayran olur ki fırsat buldukça tabloyu görmeye gider, fakat başka gözlerin onu takip ettiğini farketmez.

Artık ritüel halini alan bu tabloyu seyretme seansınlarından birinde bir kadın onun yanına gelir. Bu kadın, tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder’dir. Maria, Raif’in tabloya olan hayranlığının farkındadır. Raif ise başta onun kendisiyle alay eden biri olduğunu düşünür. Tablonun sahibi ile konuştuğunu öğrenince ise dünyası bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde değişir.

Raif Maria’yı çok sevmektedir fakat Maria’nın kendisine olan hislerinden emin olamaz. Yine de onun her istediğini yapmaya çalışır. İkisi beraber rüya gibi günler geçirirler fakat her zaman olduğu gibi bu romanda da hikayenin sonu kötü biter. Bir gün Raif, babasının öldüğünü öğrenir. Balıkesir Havran’a dönme kararı alır. Maria ile burada mektuplaşmaya devam edecektir. Birkaç mektuptan sonra, Maria’nın mektupları kesilir. Raif bunu hayra yormaz ve Maria’nın kendisinden sıkıldığını, vazgeçtiğini düşünür. Raif’in asla bitmeyecek olan kasvetli günleri burada başlar.

Sevmediği bir kadınla evlenir. Ancak mektupların kesilmesinden tam on yıl sonra Raif, Maria’nın akrabasını Ankara’da görür. Ondan da Maria’nın öldüğünün haberini alır. Üstelik Maria’nın mektuplarında sadece “iyi haber” olarak nitelendirdiği gerçeği de o anda öğrenir. On yıl önce Maria, Raif ile kız çocuklarını dünyaya getirdikten bir hafta sonra koma halinde ölmüştür.

Günümüzde özellikle sosyal medya’da kitaptan alıntılar çok popülerdir. Maria karşı hislerini anlattığı mısralarla gerçekten insanı derinden etkilemektedir.

“Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı. Çünkü o, benim için bütün insanlığın timsaliydi.”

“Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?”

“Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, ‘Bu öyle olmayabilirdi!’ düşüncesi.”

“Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş.”

“Sana ihtiyacım yok ki benim! İnsan yalnız da mutsuz olabilir çünkü.”

 

Akan Bozat

24 Ekim 2016, İstanbul

 

 

CÜMLESİNDE KEDİ BESLEYEN İNSANLARI SEVİYORUM

kedi Chanel

Kedi seven / Kedi besleyen insanların ortak özelliklerinden bir kaçı bulundukları ortam da kedileri ile geçirdikleri tatlı anıları anlatmakla geçer. Nasıl kedisinin göğsüne başını koyup yattığını, sabah yüzünü yalayarak yada üstünde mıkır mıkr mıkırdayarak nasıl onu uyandırdığını, ben neredeysem orada diyerek kedisine olan hayranlıklarını anlatırlar.

Kedi besleyen biri cümlelerine  bu gün tepemdeydi, kapıların koltukların üstünden inmiyor benim yaramaz derken kedi beslemeyen insanların anlatacakları çok şeyleri yoktur aslında.

Torun yada çocukları olanları da anlatacak bir şeyleri olmayanlar kategorisine almamak lazım. Onlar nasıl kedici bir anne baba kedisini anlatıyorsa onlarda bebeklerini yada torunlarını anlatıyorlar. Tarafsız olarak kedi besleyen, bebeği torunları olanları incelerseniz sevgilerinin sonsuzluğuna ve anlatırken nasılda kendilerini kaptırdıklarını şahit olabilirsiniz.

Açıkçası ben bu kategoride olan insanlarla ahbaplık yapmayı onları dinlemeyi seviyorum. Yoksa bütün gün siyaset dinlemek zorunda kalacağım.

Siyaset dedim de;

Çevrem de geleceğe umutla bakan hiçbir genç görmez oldum, umutsuz gençlerimi? dinleyeyim.

Siyasilerden umutla bahseden yetişkinde de görmüyorum. (Fanatik siyasetçileri ayrı tutuyorum. Onlar için her daim her şey iyidir). Siyasilerden umudunu kaybetmiş yetişkinlerimi? dinleyecektim.

Irak ve Suriye’de, içerde doğuda terör örgütü ile şehirlerde de ise yapılabilecek yapılan eylemlerle savaşırken her şeyin güllük gülistanlıkmış gibi ülkenin diğer şehirlerinde yaşayan insanlarımı? dinleyecektim.

Her gün şehit haberleri gelirken, “polis, asker ölmek için para alıyor” düşüncesine sahip vicdan yoksunu insanlarımı? dinleyeceğim.

Bu konuları beğenmediyseniz birde şunları dinleyebilirisiniz / izleyebilirsiniz.

Hükümetten nemalanmak için  ortaya çıkan süslümanları.

Süslümanları gıcık olan sözde laikleri

Müslümanlıktan ve Laiklikten bi haber olan cahillikleri ile prim yapanları,

Hiç yaşamayı bilmeyip de bir ev bir arabayı zenginlik sanıp senin şunun var benim bunun var diyen görgüsüzleri,

İnandığı inancı, siyasi görüşü illa sana da inandırmaya çalışan dinlemeyi bilmeyen sadece konuşanları,

Bir zamanlar yakınlığı yada sempatizanlığı ile cemaatlere olan ilgisini gizlemek için FETÖ düşmanı kesilen sahtekarları,

Ben mi ne dinliyorum şu an.

Yurt dışında yaşayan bir ağabeyimizin kaç dairesi olduğunu.

Haklıyım değil mi?  Cümlesinde KEDİ besleyen insanları sevmekte.

Fedai çakır

20 Ekim 2016, İstanbul

KADINIM

1234086-14

Aslında insanları anlamak için eğitim almış, insanları anlıyor ise de kendini pek anlayamamış bir kadındı o.

Kendini anlamak için çaba harcamaktansa ürkek bir kuş, pıt pıt yüreği atan başı okşanası bir kadındı o.

Küçükken bir güvercin girmişti yaşadığımız gecekondunun penceresinden, kedim pamuk bir hamlede atlamıştı onun üstüne, güvercini almıştım kedi Pamuk’un elinden. O günün akşamı öğrendim korkudan pıt pıt atan kuşun yaşamadığı. İşte o yüzden çok sevilmeli o kadın.

Güzellik desen güzel, kültür desen kültür, erkeler koşar peşinden o kaçar içten bir his ile derinden, yaşamışlıktır onu inciten.

Her kadın gibi de onun isteği de sevmek sevilmek, aldatmadan / aldatılmadan yaşamak.

Korkar hep insanın var olan ikinci yüzünden, çocukça masallar olmalı onun için, içinde yalan olmayan ama hayallerini süsleyen.

Akıllı, güzel ama yaralı kadındı o. Adına şiirler yazılası kadınlardandır o.

Ben sana yazsam yazsam aşkı’ı

Tutkuyu yazmak isterim…

Yazsam yazsam uykusuz özlemleri yazarım…

Yazsam yazsam yanımda olamadığın zamanın

Sol yanıma verdiği ızdırabı yazarım…

Yazdıklarım şiir olur,

İçimdeki ateş ise aşk…”

Akıyorum taaa derinden derinden..

Sana doğru akan nedir bilmiyor…

Akıyorum işte taaa derinden derinden

Fedai Çakır

6 Ekim 2016, İstanbul

DEVE Mİ DEDİ BİRİ

sinan çetin

Gariplikler ülkesi Türkiye, gün geçmiyor ki garip, sıra dışı şeyler olmasın. O kadar çok kanıksadık ki bazı şeyleri, Mesela;

– Her gün vurulan asker yada polislere,

– Yol ortasında kadını döven yada silahını çekip vuran adamları,

– Meydanlarda, insanların çok olduğu yerlerde patlayan bombaları,

– Küçük yaşta kızlara sulanan, taciz eden tecavüzcü koca koca adamları,

– Dün farklı bu gün farklı konuşan siyasileri,

– Adaleti olmayan adalet saraylarını,

– Adam ezip ceza almadan yada aldığı cezası  çok az olup yattığına sayılan şoförleri.

KANIKSADIK.

Hemen Aklınıza Sinan Çetin’in oğlu Rüzgar Çetin geldi muhtemelen. Halbuki bu yaşanan olaylar yıllarca devam ediyor üstelik de ilk değil ülkemizde.  Mesela Bağdat caddesin de alkollü sürücü tarafından öldürülen Suat Ayöz olayın da olduğu gibi. 9 Nisan 2006’da  çarpan aracın sahibi önce ortalıktan yok olmuş, sonra 6 gün sonra teslim olmuş malum az bir ceza ile oda salınanlardan arasındaydı. Ablası Yeşim’i yekinen tanırım kardeşinin acısını hep taze tutar. Birde Kardeşinin adına “Suat Ayöz Trafik Mağdurları Derneği” derneği kurdu.  Bu ve bunlara benzer davaların peşinde koştular ülkede adalet sağlansın diye çabaladılar / çabalıyorlar da.

Biraz google’da arattırsanız Türkiye’de Rüzgar Çetin olayına benzeyen yüzlerce vaka bulabilirsiniz, sadece o vakalarda ünlü bir babanın oğlu yoktur. O yüzden de basında çok yer almamıştır.

Özellikle sosyal medya’da bu olaya kızan kızana azgına gelenleri söyleyen söyleyene. Ben de elbette kızanlardanım.

Tek kızamadığım Sinan Çetin’in oğlunu göğsüne dayadığı fotoğraf.  O baba.

Bir baba çocuk kötü bir şey yaptı diye silse silemez atsa atamaz.  Onun çocuğu için mücadele etmesini, gerekirse para akıtmasını anlayabilirim ama hukukun salmasını elbette anlayamam.

Kızacaksanız Sinan Çetin’e değil adalet sistemine, kanun koyuculara kızın.

Hani dedik ya kanıksadık bazı şeyleri diye;

– Dünya’nın en pahalı akaryakıtını kullanmayı,

– 1300 TL askari ücretin olduğu bir şehirde kiraların en az 1.000 TL’den başlamasını,

– 50 TL’lik faturadan dolayı (telefon, elektrik, doğalgaz, su) kesilen hizmet için 20 TL açma kapama ücreti ödemek gibi,

Dijitürk, D smart ve Telefon operatörlerinin satarken yüzümüze gülmesine ama kapatırken ağır faturalarla  ve evraklarla gel demesine,

– 18 TL’lik elektrik tükettiğimiz halde 86 TL’lik fatura gelmesini.

KANIKSADIK.

Bu Elektrik faturaların da en çok da TRT payı yok mu? İşte o pay Müslüman  inancına göre Haram zıkkım.

Reklam geliri desen gayet iyi olan, yüzlerce özel Televizyon kanalı varken onlarca ayrı ayrı kanallar kuran TRT’yi hala vatandaşa  (çoğu 1300 TL askeri ücretle çalışan) finanse ettirmelerini anlamakta güçlük çeken bir tek ben miyim.

Yok yok deveye diken misali bizler bir çok şeyi gayet KANIKSADIK. Yazık değil mi?

 

Fedai Çakır

6 Ekim 2016, İstanbul

 

 

 

 

 

İLK TÜRK KADIN AVUKAT LOKANTAYA GİDİNCE…

İLK TÜRK KADIN AVUKAT LOKANTAYA GİDİNCE9_nÜlkemizde avukatlık mesleğini seçen ve yapan ilk Kadın Avukat Süreyya Ağaoğlu, kadınların yemek yiyemediği lokantada yemek yiyince…

Süreyya Ağaoğlu, Türkiye’nin ilk kadın avukatıdır. 1924-25 ders yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, Ankara’ya ailesinin yanına döner.
Bir arkadaşıyla birlikte Adalet Bakanlığı’nda staja başlar.. İlk günlerin heyecanı geçince, bir sorunla karşılaşırlar: Öğle yemeği işini nasıl çözeceklerdir ? Evlerine gidemezler, evleri bakanlığa çok uzaktır. Lokantaya da gidemezler.. Aslında o zamanlar Ankara’da yemek yenebilecek bir lokanta, İstanbul Lokantası vardır. Ama, hep milletvekillerinin yemek yediği bu lokantada, kadınların yemek yediği görülmüş şey değildir..

Türkiye’nin, bu ilk kadın stajyer avukatları, öğle yemeklerini, bir süre için peynir ekmek yiyerek geçiştirirler. Ama sonunda dayanamazlar..

Zamanın Basın-Yayın Genel Müdürü olan babası Ahmet Ağaoğlu‘na giden Süreyya, öğle yemeklerini İstanbul Lokantası‘nda yiyebilmek için izin ister. Ahmet Ağaoğlu, bunda bir sakınca görmez, peki, der..

İki arkadaş, ertesi gün öğleyin lokantaya gider, küçük bir bölümüne geçip güzel güzel karınlarını doyurur. Ahmet Ağaoğlu’nu ve kızını tanıdıkları için kimse yüzlerine bir şey söyleyemez, ama arkalarından konuşmalar başlar. Homurdanmalar ve şikayetler yükselir.

Şikayetler aynı gün, zamanın başbakanı ‘Rauf Bey’e de iletilir. Rauf Bey de Ahmet Ağaoğlu’nu arayıp durumu anlatır.

Süreyya, o akşam eve döndüğünde, babasının kendisini beklediğini görür. Ahmet Bey hemen konuya girerek, “Başbakan Rauf Bey, senin ve arkadaşının lokantada yemek yediğinizi ve herkesin bunu konuştuğunu anlattı.. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin,” der..

Süreyya çok üzülür, ama yapacağı bir şey yoktur..

Birkaç gün sonra, Atatürk ve eşi Latife Hanım, Ahmet Ağaoğlu’na misafirliğe gelir. Sohbet edilirken, söz bu konudan açılınca, Süreyya Hanım, olayı bütün açıklığıyla Atatürk’e anlatır. Onun, kendisini anlayacağını ve destekleyeceğini düşünmektedir. Oysa, onu dinleyen Atatürk, “Babanın da, Rauf Bey’in de hakkı var,” demesin mi ?..

Büyük bir hayal kırıklığına Süreyya, ertesi gün bakanlıktaki odasında çalışırken, bir yetkili telaşla içeri girer : “Süreyya hazırlan, Paşa seni yemeğe götürecekmiş !..”

Süreyya şaşırır, apar topar kapının önüne çıkar. Yanında bir milletvekili ve yaveriyle arabada oturan Atatürk, onu görünce, “Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor,” der.

Süreyya hem şaşkın hem sevinçlidir. O bindikten sonra hareket eden otomobil İstanbul Lokantası’nın önünden geçerken, Atatürk, birden şoföre durmasını söyler. Bozüyük milletvekili Salih Bey telaşla yanlarına gelince, Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle, ona, “Bugün Süreyya’yı bize götürüyorum, ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek..” der.

Süreyya’nın şaşkınlığı daha da artar.

Ne olup bittiğini, Latife Hanım, yemekte, onun kulağına eğilip, “Paşa, dün akşam bu lokanta olayına çok kızdı, ama babanı senin yanında ezmek istemediği için kızgınlığını belli etmedi. Eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak, yarın mutlaka eşleriyle birlikte lokantaya öğle yemeğine gitmelerini söyledi,” deyince durumu anlar..

Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün, arkadaşıyla İstanbul Lokantası’na gittiğinde, birkaç milletvekili eşinin de ilk kez orada olduğunu görür. Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenemez..
Bu bir ilk olur… Atatürk ve Türkiye‘nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu, kadınların, tıpkı erkekler gibi, bir lokantada yemek yiyebilmesine de öncülük etmiştir…

HERKES BULMUŞ BİR YOL GİDİYOR

IMG_5549

Sokak Köpekleri Bal ile Betty filminin gala ve tanıtım çalışması için bir minibüs kiraladık ve giydirdik. Amacımız hem filmin tanıtımı yapmak hem de sokak hayvanlarına dikkat çekmekti.

Filmi çekerken yaptığımız fedakarlıkları kendimizden verdiğimiz ödünleri yazmayacağım bile. Araç’ın bir aylık kira bedelini sponsorla çözdük ama araç’ın dolaşması için gereken mazot için bütçemiz yoktu. Sevgili Adil bir kez daha imdadıma yetişmiş maaşımı verirken ricam üstüne gelmeyen ayın maaşını da vermişi. İnanın iki aylık maaşımın tamamımı araç’ın mazotuna harcadım.

Tam bunları atlattık hayırlı dediğim anda araç kiraladığımız yer çok km yaptınız dedi ekstra dan 1000 TL de oraya verdik. Neyse bu para konusunda Bafra’dan bir dostumuz yetişti de halletti.

Minibüsten kurtulayım da ne olursa olsun dedim süresi dolmadan birkaç gün önce teslim edip, atladım uçağa memlekete gittim, biraz dinlenme bayramlar derken aradan geçti 3 ay.

Hoppp sürpriz.

Osmancık’tan geçerken tuzakların farkındaydık ve orada yavaşladık. Gözlerimiz burada kaç km diye tabela aramaktan şaşı olduk. İnanın abartmıyorum tabela kollamaktan araba süremiyorsunuz.

Muhtemelen bizim 70  km dediğimiz noktada iki tane ceza geldi her biri 412 TL’den 824 TL olan bu cezayı 67 km ve 70 km ile yeniştik. Sonra bir ceza daha geldi oda aynı yerin daha ilersinde muhtemelen şehri çıktığımız yerde 81 km den 412 TL ceza daha.

1236 TL’lik cezayı zamanda ödeyerek indirimden faydalanıp 927 olarak ödemek zorunda kaldım. Araç kiralık olduğundan araç sahibini mağdur edemezdim bu soyguna bile bile lades dedim.

Şimdi hükümetin milletvekili sözü de geçen bir millet vekili olan Sayın Metin Külünk açıklama yapıyor, hatta bu konuyu bakanda açıklama yaptı. FETÖ’cüler tuzak kuruyor. Birden hız sınırını düşürüp vatandaşa tuzak kuruyorlar.

Tama da bu konuda iki yer mimli biri Ordu diğeri Osmancık. Buraların belediye başkanlarının hakkında FETÖ soruşturması olduğunu ben duymadım, ayrıca soyguna vatandaş olarak biz ne yapabiliriz. Bakan ve Milletvekillerinin dur diyemediğine vatandaş ne yapabilir.

Cezalara dur demenin yolu yok hele birde benim gibi kiralık araç ile yemişseniz cezaya itirazda edemiyorsunuz ceza sizin adınıza değil.

Oğlum yeni üniversite kazanmıştı ona ev tutayım diye kenara attığım paradan 927 TL gasp edenleri de buna alet olanlara da ve bunlara hala dur demeyenlere  de hakkımı helal etmiyorum.

 

Fedai Çakır

8 Ağustos 2016, İstanbul

IMG_5653

IMG_5652

IMG_5651

13412071_1308974465849462_4647622688464435704_o

İNSAN en çok sevdiği zaman İNSAN oluyor

İNSAN en çok sevdiği zaman İNSAN oluyor

Oğlumla beraber yönettiğimiz facebook üzerinde bir “Evcil Hayvan” konulu bir sayfamız var. Yaklaşık 40 bin kişinin olduğu sayfamızın adını Köpeğimiz Bal’ın burnundan dolayı ISLAK BURUNLAR koymuş oğlum Doğuşhan

Sosyal medyada çok fazla şiddet içeren hayvanlara eziyet videoları bulunduğundan biz sayfamızda sadece sevgi içeren videolara yer veriyoruz. Şiddeti göstererek şiddetin yayılmasına sebep olmaktansa hayvanların güzelliğini paylaşarak hayvan sevgisini yayalım istedik. Bu konuda başarılıda olduğumuzu da söyleyebiliriz.  Adı ıslak Burunlar olan sayfamıza kuş, kirpi, kedi ve elbette köpeklerin videoları akın akın geliyor hatta paylaşmak için artık zaman yetmiyor.

Geçenlerde Samsun’da yaşanan bir olaydan dolayı 18 yaşında bir kızın ceza aldığını okudum.

Kısaca haber şöyleydi:

Ceza olarak Kaplumbağa bile besleyemeyecek

Pitbull cinsi köpeğin, kedi ve köpeklere zarar verirken fotoğraflarını paylaşıp “Dün öldürdüğü 3 kedi, 1 köpekten sonra bugün kediyi dörtledik” yazan genç kıza, 12 bin TL para ve hayvan bulunduramama cezası verildi

Bu haberi paylaşmamın başlıca nedeni haberi okuyan ve içinde şiddet içeren insanların korkması ve hayvanlara şiddet yapmaya kalktığında bir kez daha düşünmesini sağlamaktı.

Elbette yasalarımıza göre hayvanlara yapılan şiddetin cezası yetersiz hatta eksikleri çok fazla. Nasıl ceza olmalı hayvanlara şiddet yapanların mala zarar verme sucundan değil farklı yaslarla cezalandırılması konusuna girmeyeceğim bile. Kaldı ki hayvanlara mal olarak bakan bir anlayışın ülkemizde olması beni ürkütüyor.

Fakat bir konu var ki düşünmeden edemiyorum.

Bu olayda olduğu gibi bir Pitbull hayvana kedileri parçalatarak bundan zevk alan insana, köpeği bir ağaca bağlayıp idam eden insana, zincirinden tutup köpeğin kafasına defalarca taş ile vuran çocuğa, pompalı tüfek ile yolun ortasında hem de şehrin kasabanın ortasında ateş eden insana, bir aracın arkasına köpeği bağlayıp kilometrelerce koşturmaya kalkan insana sadece para cezası verip toplumun içine salmak saçmalığın daniskası.

Bu insanların psikolojik destek alması, akıl sağlıklarının yerinde olup olmadığının kontrol edilmesi gerekmez mi? Bu gün bir hayvana eziyet edip şiddet uygulayan hastalıklı ruhlu insanların yarın sokakta çocuklarınıza veya sizlere/bizlere aynı şiddeti uygulamayacağından nasıl emin olabilirsiniz?

Yukarıdaki haberi bana göre içinde hayvan sevgisinin çok olduğu dolayısıyla içi sevgi dolu insanların olduğuna inandığım bir sayfada olması anlamlıydı. Fakat haberin altına yapılan yorumlar ise beni dehşete düşürdü mü? evet düşürdü. Biz sevgimizi de şiddetle mi ifade eder olduk dediğim yorumlarda oldu, olumlu konuya değişik bakış açısı yapanlarda oldu.

Bazı yorumlar şöyle, yorumları yorumsuz olarak sizlerle paylaşıyorum;

Harika bir karar umarım emsal olur. Bazı pislikler bundan ders alır diyeceğim ama temennim bu yönde hiç bir savunmasız canlıya zarar verilmesin.şaka yaptın he gördün mü şakayı …

Çok iyi olmuş. Akıl sağlığı yerinde olmaya bilir. Öldürülmüş hayvanlar üzerinde şaka yapmak normal değil. Olursa çocuğuna acıdım şimdi. Bunun eline hiç bir canlı emanet edilmez.

İnşallah çocuğu olmaz. Belli sosyopat bir kişilik. Vahşetten zevk alıyor.

Bu kadının tedavi edilmesi gerekir ruh hastası olduğu kesin ….

Ruh hastası manyak az bile sana

Yetmez!! İdam !!

Şerefsiz Allah belanı versin kaltak

Bunu yağlı kazığa oturtacaksın

Dilerim Rabbimden bu pisliğe en büyük cezayı versin, insan kılığında tam bir şeytan.

Bir süre önce facebook’da biri kaplumbağalar hakkında bir yazı paylaşmıştı küçücük kaplumbağaları poşetliyorlar anahtarlık yapıp satılıyor ve bu canlar can çekişerek iki aydan sonra ölüyorlar bunu okuduğumdan beri aklımdan bir an çıkmadı bunun için bir şeyler yapılmalı ne olur ne yapabiliriz ger zekalı biraz işkence görse iyi olurdu empatisi gelişirdi

Sevgi dolu sayfada sevgiyi savunurken şiddet içeren yorumlar. Dedim ya Biz sevgimizi de şiddetle mi ifade eder olduk.

Sevgi paylaştıkça daha güzelleşiyor. İNSAN en çok sevdiği zaman İNSAN oluyor.

(Makalenin içinde bahse haberi okumak için : https://www.bilgblog.com/ceza-olarak-kaplumbaga-bile-besleyemeyecek/ )

Fedai Çakır

3 Eylül 2016, İstanbul

Köpek dövüştüren 5 kişiye Agır Ceza

kopek dövüşü

KÜTAHYA’nın Hisarcık ilçesinde 9 köpeği dövüştüren 5 kişiye toplam 23 bin 859 lira para cezası kesildi.
Hisarcık İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, dün saat 06.00 sıralarında Bozkaya mevkiinde boş bir arazide köpek dövüşü yaptıranlara yönelik operasyon düzenledi. Operasyonda köpek dövüşünü düzenledikleri öne sürülen E.T. ve H.H. ile 3 arkadaşı gözaltına alındı.
İfadeleri alındıktan sonra serbest bırakılan 5 kişiye kendilerine ait 9 köpeği dövüştürdükleri için Doğa Koruma ve Milli Parklar Şefliği tarafından ‘Canlı Hayvanı başka bir hayvanla dövüştürmek’ suçundan her bir köpek için 2 bin 651 lira olmak üzere toplam 23 bin 859 lira para cezası verildi. Dövüştürülen 9 köpek ise belediye hayvan barınağına götürüldü.

balilebetty

ÖLÜMLERLE BARIŞIK OLMA

gaziantep patlaması

Her yerde bombalar patlarken telaşlanır anne ve babalar sanki kendileri yanlarında bomba patlasa ölmeyecekmiş gibi.

Anne olmak Baba olmanın gereğidir kendini değil evladını düşünmek. Evlat dışarıdayken içinde hep bir kaygı var ise işte o zaman yaşanmaz bir topraklardasındır.

Bu topraklara anneler babalar askere gönderdiği kınalı Mehmetçik için kaygılanmıştır her daim, bu memlekette anneler babalar 18’ini doldurmuş başka şehirde üniversite okumaya giden kızının, oğlunun kaygısını yaşamıştır.

Anne, baba olmak daha da zordur bu memlekette artık. Bakkala gönderdiğin evladın için de kaygılanırsın artık, arkadaşları ile dışarı çıkan oğlun  yada kızın için de kaygılanırsın. Kaygıların sonu yok gibidir artık düğüne giden amcan, teyzen, akrabaların komşuların için de kaygılanmalısın.

AVM’lerden uzak dur, kalabalık caddelere girme, toplu insanların olduğu yerden kaçın vs. mümkünse insanlardan kaç der gibi patlar memleketimde bombalar.

Uzaklar diye bir yer varmış, herkes oraya gitmek istiyor o uzaklarda insanlar daha azmış gibi gelir insana, sanki oralarda daha çok huzur ve mutluluk varmış gibi, hani o uzaklarda insanlar hep mutludur.

Uzak yakın fark yoktur aslında yaşadığımız yerlerin. Yaşadığımız yerleri cennette yapan da, cehennemde yapan da biz insanlarız.  “Rüzgar eken fırtına biçer” derya ata sözü. İşte tamda öyle Rüzgar ektik şimdiye kadar.  Şimdi ise Fırtınası bizi yerden yere vuruyor.

Yıllarca PKK ile savaşan bir ülke sınırlarını bu kadar hoyratça açmalıydı, milyonlarca insanı kontrolsüzce kendi topraklarının içlerine göndermemeliydi. Bunları ilk kez bu gün yazmıyorum ayrıca bunlar ilk söyleyen yada yazanda ben değilim. Bir çok insan benim gibi düşünüp dillendirdi. Aklın yolu bir aslında.

Etrafınız bir çok terör örgütü, marjinal gruplarla çevriliyse bu kadar rahat geçit vermemelisiniz insanlara. Verirseniz işte buna Rüzgar ekme deniyor.

Milyonların içinde kaç tane radikal marjinal insanlar girdi ülkemize, kaç terör grubu hücreler oluşturdu ülkemizde. Kaç patlamaya hazır canlı bomba var topraklarımızda? Hepsi birer ? olarak kalacak şimdilik.

Son zamanlarda sık sık parklarda rast geldiğim yeni bir gençlik var 14-15 yaşlarında. Türkçe konuşmuyorlar belli ki ayak uydurmaya çalışıyorlar yeni geldikleri bu topraklara. Etrafları zengin paralı Türk vatandaşları ile dolu en azından onlardan zengin. Bu gençlerin eğitimleri desen eğitimler yetersiz, bu gençlerin gelecekte iş bulma ihtimali mi desen yok denecek kadar az.

Sorarım size bu gençlerin kaç tanesi düşecek marjinal, radikal grupların eline.

Masum insanlarımız her gün ölüyor, askerimiz polisimiz her dakika zayiat veriyor, içten dıştan düşmanlar altımızı oyuyor, bizler ise inanın hala rüzgar ekmeye devam ediyoruz.

Anneler babalar hadi evlatları göndermediler avm’lere, kalabalık sokaklara, işe, bakkala düğüne. Korudular onları bombalardan mermilerden.

Bombalar patlayacak, mermiler sıkılacak kahpece, babalar analar evlatsız yada evlatlar babasız anasız kalacak.

Ölümleri kanıksama Türkiye’m.

Fedai Çakır

22 Ağustos 2016, İstanbul