Kategori arşivi: genel

KÖPEKLERİN DİLİNDEN KONUŞAN YAĞMUR ÇOCUKLAR

13458673_1308956559184586_8463540954146695651_o

Sponsorluğunu Quick sigorta firmasının yaptığı, Yağmur Çocuklar Rehabilitasyon merkezinin özel gereksinimli çocukları; “Sokak Köpekleri Bal ile Betty” filminin yıldızı “Bal ve Betty” isimli sevimli patiler ile buluştular. Onlarla köpekleri konuştuk.

Sokak köpeklerinin dramını ve hayvan sevgisini konu alan Filmin kahramanları olan köpekler çocuklar tarafından bol bol sevildiler. Bir süre köpekleri seven çocuklar sonrasında filmi izlemek için sinema salonuna geçtiler. Çocukların beklenenin aksine çıt çıkarmadan filmi izlemesi öğretmenlerini şaşırttı. Bazıları ilk kez sinemada bulundu, bazıları ise hayatlarında ilk kez bir köpeğe dokunup sevdi.

Ortak iletişim dilimiz “sevgi” idi.

 

 

 

 

 

 

 

Üniversitenin amfisine sığınan sokak köpeği …..

kk

Antalya’da soğuktan kaçan bir sokak köpeği, Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü 2. öğretim 4. sınıf öğrencilerinin ders işlediği amfiye girdi. Bu esnada Yrd. Doç. Dr. Mustafa Şanlı’nın İktisadi Düşünce Tarihi dersi başlamıştı. Ancak o, öğrencilerine köpeği rahatsız etmemelerini söyledi ve böylece sevimli köpek 3 saat boyunca sıcak amfide rahat bir uyku çekebildi.

Mustafa Şanlı, köpeğin ders biter bitmez uyandığını ve öğrencilerle beraber amfiyi terk ettiğini söyledi. Havaların çok soğuk olduğunu belirten Şanlı, sokak hayvanlarının soğuktan donmalarını engellemek için plastik ve ya karton kutularla yuva yapıp uygun yerlere koyabileceğimizi söyledi ve konuşmasına şöyle devam etti:

Dünyada birlikte yaşıyoruz. İnsana da hayvana da hiçbir canlıya zulmetmemek gerek, sevmek daha kolay. Sevmiyorsan bari nefret etme. Sevgimizi artırdıkça yüreğimiz daha çok ısınıyor, daha çok insan oluyoruz. Onlar da can taşıyor. Isınmaları için plastik, kağıt kutularla sokakta daha sıcak ortamlar oluşturulabilir.

kk1kk2

Her şeyi unutan insan, biliyorum ki tek unutamadığın TOSUN

tosun

Hava alacakaranlığa dönüyor her akşam sonrasında ise geceye düşüyor gökyüzü. Yaşayan bir çok insan gibi uyuma vakti geliyor bedenimin ve gözlerimin.

 

Göz kapaklarım ağırlaşıyor yenik düşecek gibi uykuya, bedenim ise yorgun bir an önce dinlenip kendine gelmek ister gibi. Düşünceler dürtmeye başlıyor beynimin içinde.

 

Uyku tutmadığında efsane bir söz vardır “koyunları say” diye. Koyunlar değil ama gözleriminin önüne geliyor Kayseri‘de kınalı kuzuların ölümleri, İstanbul’da otobüste yan yana asılarak bir yerden bir yere gittiğim çevik kuvvet polisim geliyor, her yer siyah beyaz diyen taraftar arkadaşım geliyor. 1.5 yıl içerinde 25 tane yaşanan terör olaylarında hayatını kaybedenler geliyor, yaralılar, sakat kalanlar geliyor gözlerimin önüne.

 

Hadi biraz koyun sayayım diyorum, çitlerden atlayan yavru kuzuları görürü gibi oluyorum bir an yüzümde  gülümseme geliyor. Sonrasında ise;

 

Yanarak ölen çocuklarımın çığlıkları geliyor, tecavüze uğrayan çocukların bakışlarındaki donuk anlamsızlıklar geliyor, sokak ortasında vurulan iki çocuklu kadın geliyor, dövülerek öldürülen kadınlar ve gençler geliyor gözlerimin önüne.

 

Say say koyun say uyuyacaksın diyorum kendime. bir koyun iki koyun, üç koyun…

 

Sonra ise; hadi uyu gözlerim, yarın sabaha bakalım kimler göz altına alınacak, hangi olaylar patak verecek hangi konu ile gündem birden değişecek, yazılanlarda unutulacak ölenlerde. Küçük bedenlerde, çığlıklar da unutulacak yeni gündem yeni günü/günümüzü esir alacak.

 

Uyu gözlerim…

 

Bakalım bu sabah hangi felakete uyanacağız… Sonarsında ise, Aman bu yazıda unutulacak diyorum.

 

Sonra ergenlikte o malum açık saçık filmleri izlediğimiz sinemanın tuvaletinde ki yazı aklıma geliyor… “Benim adım Tosun, bunu okuyana k….”

 

Her şeyi unutan insan, biliyorum ki tek unutamadığın Tosun….

 

 

Fedai Çakır

18 Aralık 2016, İstanbul

15542050_1505632959466000_8441669679569603453_n

NEREYE BAKSAM İÇİM ACIYOR

nereye baksam içim acıyr

Toplum olarak neredeyse çıldırma, delirme noktasındayız, suyun donma noktası 0 °c iken insanın delirme noktamız nedir acaba.

 

Ruhsal anlamda mutlu olan var mı?

 

Haberleri izlemek bile başlı başına delirmek için yeterli neden olabilir.  Gün geçmiyor ki kötü, olumsuz bir haber olmasın haber bültenlerinde.

 

Patlamalar, yangınlar, kavgalar, tekmelemeler, tecavüzler, kurşunlamalar, trafik kazaları ve binlerce masumun ölümü, yaralanması veya sakat kalması ile sonuçlanan olaylar.

 

Gel de delirme.

 

İnsanlara acımaktan hayvanlara acıyacak hal mi kaldı diyen bir çok insanın vicdanı ile yaşama tutunan sokak hayvanları…

 

Şiddet görüyorlar, yavru iken karda kışta ormanlara ıssız yerlere ölsün diye terk ediliyorlar.

 

Barınağı, veteriner hekimliği olmayan belediye araçlarına bindirilip bilinmeze götürülüyorlar, dağ başlarında aç susuz bir avuç yardım getiren insandan medet umuyorlar.

 

Şanslı olanlar ise kulaklarında küpelerle çöp konteynırlarının yanında yaşam mücadelesi veriyorken çoğu kez araç çarpması ile kısacık ömürlerini tamamlayamıyorlar.

 

Köy yada kırsal alanlarda yaşam mücadelesi verenler ise zehirli et parçası ile saatlerce süren çırpınma ile ölüyorlar yada deli bir muhtarın tabancasından mermi, aklı bozuk bir adamın av tüfeğinden çıkan saçma ile ölüyorlar.

 

Bazen de daha can bendende çıkmadan belediye’nin çöp kamyonuna atılıp canlı canlı presleniyorlar.

 

Yaşamayı başaranlar ise, vicdansız sahipleri var ise şiddet görüyorlar, araçların arkasına bağlanıp sürükleniyorlar, sahipsiz iseler bu kış gününde soğuktan ölmemek için yaşam mücadelesi veriyorlar.

 

Kışın köpekler 17 saat, kediler ise 6 saat aç kalırsa donarak ölürler.  Kışın hem barınmaya, hem mamaya, hem de suya ihtiyaç duyarlar.

 

Ölen masum insanlar ve çocuklar, yaşam hakkı elinden alınan sokak hayvanları.

 

Nereye baksam içim acıyor…

 

Fedai Çakır

14 Aralık 2016, İstanbul

KARDAN BEYAZDIR ÖRTÜM

Uzungöl fedai çakır

Bu hafta sizlere dağların arasında yapay bir gölün etrafında bulunan, doğası ile her daim insanları cebeden Uzugöl’den yazıyorum. Karla kaplı bu güzelliği aslında bu hali ile görmek benim için iyi bir şey.

İyi bir şey diyorum çünkü buranın gerçek güzelliğini daha önceden gören bir insanım. Beton ve otel, alış veriş alanları vs gibi yapılaşmaların yoğun olmadığı, kapitalizm her alanda kendini hissettirmediği dönemlerini bilirim. Kar bir çok çirkinliğin üstünü örtmüştü. kapitalizm hariç.

Kar ile kaplı olmasaydı her tarafı Uzungöl’ün, blok blok kaplamış olan beton ile yüzleşecek, göl suyunun karanlık kirli yüzünü görecek ve bu doğa harikasına insanın yaptığı deformasyonu görecektim.

Yıllar önce Çaykara’dan kıvrıla kıvrıla Uzungöl’e çıkan o yollardan geçerken dikkatimi çeken en önemli güzelliklerden biri derenin gürül gürül çağlayıp çılgınca akmasıydı. Karla kaplı olması her tarafın o derenin akışını görmemi engellemezdi. Lakin HES denen o canavar oluşum  derenin sularını borular ile dağların altından geçmeye zorlamasaydı  eğer.

Tabi o kıvrılan yollardan yukarı çıkarken köylere yapılan beton apartman  gibi olan yapılaşmayı da göremezlikten gelmemek lazım.

Sadece Trabzon değil hemen hemen bütün Karadeniz köylerinde neden ise almış başını gidiyor beton evler yapma merakı. Yeşilin ortasında eğrelti durun bu yapıları yapan zihniyet helan varlığını bu topraklarda maalesef sürdürmeye devam ediyor.

Her şeye rağmen Uzungöl’ü ölmeden bir kez görmeniz gereken yerler listenizin başına yazın derim. Ben ekstradan karların içinde yaşam mücadelesi veren sokak köpeklerini sevdim bol bol.  Azığımızı paylaştık onlarla elbet.

Doğa bu aralar derki bizlere Kardan beyazdır örtüm.

Fedai Çakır

8 Aralık 2016, Uzungöl / Trabzon

SOL YANIM KARALAR BAĞLAR

adana_da_yanan_kiz_yurdu_hangi_cemaatin_h80318_9785e

Bütün dikkatini işine vermişti, yağmurlu soğuk bir gündü, bir an önce mesaisi bitsin diye çalışan işçi bir babaydı o. Evde bekleyen güzel kadınının koçası, o küçük çocuklar Mehmet’in, Ayşe’nin babasıydı.

Yağmurun içine sızmasıyla yumuşamaya gevşemeye karşı Toprak direniyordu.

Daha fazla dayanamadı kaydı Toprak büyük bir gürültü ile Mehmet’in ve Ayşe’nin babasının üstüne.

Evde bekleyen o güzel kadının içini düşer birden bir sıkıntı.

Annenin bağrından koparmış yokluk küçük kızını, sözlere kanmış ayrılığı göz yummuş vermiştir canından can verdiği kızını.

Bir kıvılcım düşer yerlere, kapılar kapalı, yardım bekleyen küçük yürekler.

Alev top olmuş yükselir yukarılara, kaçamayan küçük bedenler sarılırlar bir beden olurcasına bir birine, kim bilir son haykırışlarıdır Anne.

O gün oynamak için arkadaşının davetine uyar izin alır annesinden. Girerler dört duvar arasına, neşe ve umutla.

Dede dedikleri çeker başka odaya dokunur küçük kızın küçük bedenine.

Bir daha okula gidemedi, yalnız kalamadı, altını ıslattı…  Kalp krizi ile küçük bedeni ebediyete göçtü…

Göçük altında kalan baba, Kapısı açılmayan yurdun çocukları, Tacize dayanamayan küçük yürek.

Sol yanım karalar bağlar.

Fedai Çakır

1 Aralık 2016, İstanbul

SOSYAL MEDYA’DA KADIN OLMAK

394002160700

Türkiye’de ve aslında biraz daha genişletmek istersek İslam dünyasın’da kadın olmak çok zor. Kadının neredeyse  “adı yok” yani kadına saygı yok, kadının değerinin bilinmesi yok. Kadın bir meta gibi algılanır ve dolaysıyla mal / eşya gibi sahiplenilecek bir şeymiş gibi davranılır.

Ülkemizde ki kadın cinayetlerini, tecavüzlerini, kadına uygulan fiziki şiddetleri saysak yada örnekleme yapsak koca bir ansiklopedi ortaya çıkar.

Sosyal medyanın yaygınlaşması ile bu sefer var olan psikolojik tacizlerin arttığını görmekteyiz.

Kadın iseniz sosyal  hesabınızdan hiç olmadık kelimelerle size özelden yazan hiç tanımadığınız adamlar olabilir. Eğer cevap verirseniz yazışmayı farklı boyutlara taşıyanlarda olabilir. Ama hiç cevap vermeyip de oralı olmaz iseniz bir sabah yada akşam mesaj kutunuzda sertleşmiş bir erkek organı ve altında şu notu görebilirsiniz.

“… belki bu ilgini çekebilir”

İnanın bu ve buna benzer mesajlarla karşılaşan ama yakın arkadaş çevresi dışında kimse ile bunu  paylaşamayan, mesajı ve kişiyi engelleyerek kurtulmaya çalışan kadın sayısı düşünemeyeceğiniz, hayale edemeyecek  kadar çok. Sayısal anlamada kadınlarla bir anket yapılsa ki ben kendi çapımda bir araştırma yaptım 100 kadından hemen hemen 89 kadın bu veya buna benzer taciz fotoğrafları yada kelimeleri ile karşı karşı kalmışlar.

Sokakta kadın olmak zor olan bu güzel ülkemde sosyal medyada da kadın olmak daha da zor. Bu tacizci erkelere birde eski sevgili, mahallenin bıçkın delikanlısı, okuldak saf görünen delikanlı, duraktaki esnaf vs gibi  bir şekilde o kadınla yolu keşişmiş ve  kadınları sahte profil ile taciz edenler bu rakamların içinde yoklar bile.

Anlayacağınız kadın iseniz bir şekilde taciz yaşıyorsunuz, ama kadınlarımız bu tacizleri kanıksamış gibiler. İlk karşılaşmada ki şoku atlattıktan sonra başka gelen sosyal medya tacizleri  tecrübe ile hemen engelleme veya tanımadığı kişilerden gelen mesajları hiç açmama gibi yöntemlerle savuşturmayı bilmişler.

Bir önemli tavsiye:

Flört niyetiniz yok ise hiç kimsenin mesajlarına cevap vermeyim. Durup duruken “doğum gününüz kutlu olsun” diyen birine aaa benim doğum günüm değil derseniz o kişi sizi flört için hazır görecektir.

Yada benim gibi “ben yoldan gönüllü çıktım” diyeceksiniz. Gelene gidene yazıp gerektiğinde de söveceksiniz. Tabi ben erkek olmanın verdiği rahatlıkla yapıyorum bunları.

Fedai Çakır

17 Kasım 2016, İstanbul

“Seninle şöyle bir oturup konuşamadık.” KÜRK MANTOLU MADONNA

Kurk_mantolu_madonna

Kürk Mantolu Madonna  okuduğumda Maria Puder aşık olan Raif  ‘in göremediği anlarda Maria’nın geçtiği yerlerde dolaşması gençlik yıllarımda sevdiğimi görmek için Eyüp Sultan’da bulunan Bayıldım yokuşunu gün içerisinde birkaç kez inip çıkmamam benzetmiştim.

Elbette şimdi ki gibi telefonlar yoktu istediğinizde sevdiğinizi arayıp ulaşabileceğiniz. Yada sosyal medyada da yoktu sevdiğinizin neler yaptığına açıp takip edebileceğiniz. Sevdiğiniz ortadan kaybolmuş ise tek yapabileceğiniz onu görebilme umuduyla onun olabileceği sokaklarda  dolaşmak.

Raif’de benim gibi Maria’yı görebilmek için romanın içinde sokakları arşınlıyor, onunla geçtiği köprüden geçerek yokluğunu hasretini giderdiği de oluyordu. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna kitabı, kitabı okuyan her insana kendinden bir şey verdiği/bulduğu için midir yazıldığı onca yıllardan sonrada hala en çok okunan kitaplar arasında yer alması.

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali‘nin 1943 yılında yayımladığı bir romanıdır. İlk olarak Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940 – 8 Şubat 1941tarihinde “Büyük Hikâye” başlığı altında 48 bölüm olarak yayınlanmıştır. Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna’yı ikinci kez askerlik yaptığı Büyükdere’de çadırda yazmış ve günü gününe gazeteye yetiştirmeye çalışmış, romanı yazdığı günlerde attan düşüp sağ kol bileği çatlayınca, kolunu tenekede ısıtılan suya koyup yazmaya devam etmiştir.

Romanın baş karhamı olan Raif Ölümünün yaklaştığını anladığında, Maria Puder yaşadığı bu güzel günleri kaydettiği defterinin yakılmasını genç iş arkadaşından rica eder. Genç iş arkadaşı da Raif Efendi ile ilgili bu gizemi çözmek ve onu daha yakından tanıyabilmek için defteri okur.

Raif ; 20’li yaşlarında babasının isteği üzerine gittiği Berlin’de, sanata olan ilgisi sayesinde bir sanat galerisine gider. Galerideki tablolar arasında bir sanatçının otoportresini görür ve tablodaki kadını hiç tanımamasına rağmen platonik olarak aşık olur. Bu tablo onda daha önce hiç hissetmediği duygular uyandırır. Raif Efendi tablodaki portrenin, Andrea Del Sarto tarafından yapılmış “Madonna delle Arpie” isimli tablodaki Madonna’nın portresine benzediğini düşünür. Tabloya o kadar hayran olur ki fırsat buldukça tabloyu görmeye gider, fakat başka gözlerin onu takip ettiğini farketmez.

Artık ritüel halini alan bu tabloyu seyretme seansınlarından birinde bir kadın onun yanına gelir. Bu kadın, tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder’dir. Maria, Raif’in tabloya olan hayranlığının farkındadır. Raif ise başta onun kendisiyle alay eden biri olduğunu düşünür. Tablonun sahibi ile konuştuğunu öğrenince ise dünyası bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde değişir.

Raif Maria’yı çok sevmektedir fakat Maria’nın kendisine olan hislerinden emin olamaz. Yine de onun her istediğini yapmaya çalışır. İkisi beraber rüya gibi günler geçirirler fakat her zaman olduğu gibi bu romanda da hikayenin sonu kötü biter. Bir gün Raif, babasının öldüğünü öğrenir. Balıkesir Havran’a dönme kararı alır. Maria ile burada mektuplaşmaya devam edecektir. Birkaç mektuptan sonra, Maria’nın mektupları kesilir. Raif bunu hayra yormaz ve Maria’nın kendisinden sıkıldığını, vazgeçtiğini düşünür. Raif’in asla bitmeyecek olan kasvetli günleri burada başlar.

Sevmediği bir kadınla evlenir. Ancak mektupların kesilmesinden tam on yıl sonra Raif, Maria’nın akrabasını Ankara’da görür. Ondan da Maria’nın öldüğünün haberini alır. Üstelik Maria’nın mektuplarında sadece “iyi haber” olarak nitelendirdiği gerçeği de o anda öğrenir. On yıl önce Maria, Raif ile kız çocuklarını dünyaya getirdikten bir hafta sonra koma halinde ölmüştür.

Günümüzde özellikle sosyal medya’da kitaptan alıntılar çok popülerdir. Maria karşı hislerini anlattığı mısralarla gerçekten insanı derinden etkilemektedir.

“Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı. Çünkü o, benim için bütün insanlığın timsaliydi.”

“Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?”

“Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, ‘Bu öyle olmayabilirdi!’ düşüncesi.”

“Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş.”

“Sana ihtiyacım yok ki benim! İnsan yalnız da mutsuz olabilir çünkü.”

 

Akan Bozat

24 Ekim 2016, İstanbul

 

 

CÜMLESİNDE KEDİ BESLEYEN İNSANLARI SEVİYORUM

kedi Chanel

Kedi seven / Kedi besleyen insanların ortak özelliklerinden bir kaçı bulundukları ortam da kedileri ile geçirdikleri tatlı anıları anlatmakla geçer. Nasıl kedisinin göğsüne başını koyup yattığını, sabah yüzünü yalayarak yada üstünde mıkır mıkr mıkırdayarak nasıl onu uyandırdığını, ben neredeysem orada diyerek kedisine olan hayranlıklarını anlatırlar.

Kedi besleyen biri cümlelerine  bu gün tepemdeydi, kapıların koltukların üstünden inmiyor benim yaramaz derken kedi beslemeyen insanların anlatacakları çok şeyleri yoktur aslında.

Torun yada çocukları olanları da anlatacak bir şeyleri olmayanlar kategorisine almamak lazım. Onlar nasıl kedici bir anne baba kedisini anlatıyorsa onlarda bebeklerini yada torunlarını anlatıyorlar. Tarafsız olarak kedi besleyen, bebeği torunları olanları incelerseniz sevgilerinin sonsuzluğuna ve anlatırken nasılda kendilerini kaptırdıklarını şahit olabilirsiniz.

Açıkçası ben bu kategoride olan insanlarla ahbaplık yapmayı onları dinlemeyi seviyorum. Yoksa bütün gün siyaset dinlemek zorunda kalacağım.

Siyaset dedim de;

Çevrem de geleceğe umutla bakan hiçbir genç görmez oldum, umutsuz gençlerimi? dinleyeyim.

Siyasilerden umutla bahseden yetişkinde de görmüyorum. (Fanatik siyasetçileri ayrı tutuyorum. Onlar için her daim her şey iyidir). Siyasilerden umudunu kaybetmiş yetişkinlerimi? dinleyecektim.

Irak ve Suriye’de, içerde doğuda terör örgütü ile şehirlerde de ise yapılabilecek yapılan eylemlerle savaşırken her şeyin güllük gülistanlıkmış gibi ülkenin diğer şehirlerinde yaşayan insanlarımı? dinleyecektim.

Her gün şehit haberleri gelirken, “polis, asker ölmek için para alıyor” düşüncesine sahip vicdan yoksunu insanlarımı? dinleyeceğim.

Bu konuları beğenmediyseniz birde şunları dinleyebilirisiniz / izleyebilirsiniz.

Hükümetten nemalanmak için  ortaya çıkan süslümanları.

Süslümanları gıcık olan sözde laikleri

Müslümanlıktan ve Laiklikten bi haber olan cahillikleri ile prim yapanları,

Hiç yaşamayı bilmeyip de bir ev bir arabayı zenginlik sanıp senin şunun var benim bunun var diyen görgüsüzleri,

İnandığı inancı, siyasi görüşü illa sana da inandırmaya çalışan dinlemeyi bilmeyen sadece konuşanları,

Bir zamanlar yakınlığı yada sempatizanlığı ile cemaatlere olan ilgisini gizlemek için FETÖ düşmanı kesilen sahtekarları,

Ben mi ne dinliyorum şu an.

Yurt dışında yaşayan bir ağabeyimizin kaç dairesi olduğunu.

Haklıyım değil mi?  Cümlesinde KEDİ besleyen insanları sevmekte.

Fedai çakır

20 Ekim 2016, İstanbul

KADINIM

1234086-14

Aslında insanları anlamak için eğitim almış, insanları anlıyor ise de kendini pek anlayamamış bir kadındı o.

Kendini anlamak için çaba harcamaktansa ürkek bir kuş, pıt pıt yüreği atan başı okşanası bir kadındı o.

Küçükken bir güvercin girmişti yaşadığımız gecekondunun penceresinden, kedim pamuk bir hamlede atlamıştı onun üstüne, güvercini almıştım kedi Pamuk’un elinden. O günün akşamı öğrendim korkudan pıt pıt atan kuşun yaşamadığı. İşte o yüzden çok sevilmeli o kadın.

Güzellik desen güzel, kültür desen kültür, erkeler koşar peşinden o kaçar içten bir his ile derinden, yaşamışlıktır onu inciten.

Her kadın gibi de onun isteği de sevmek sevilmek, aldatmadan / aldatılmadan yaşamak.

Korkar hep insanın var olan ikinci yüzünden, çocukça masallar olmalı onun için, içinde yalan olmayan ama hayallerini süsleyen.

Akıllı, güzel ama yaralı kadındı o. Adına şiirler yazılası kadınlardandır o.

Ben sana yazsam yazsam aşkı’ı

Tutkuyu yazmak isterim…

Yazsam yazsam uykusuz özlemleri yazarım…

Yazsam yazsam yanımda olamadığın zamanın

Sol yanıma verdiği ızdırabı yazarım…

Yazdıklarım şiir olur,

İçimdeki ateş ise aşk…”

Akıyorum taaa derinden derinden..

Sana doğru akan nedir bilmiyor…

Akıyorum işte taaa derinden derinden

Fedai Çakır

6 Ekim 2016, İstanbul