TAVUK DÖNER EKMEK, VARSA BİDE AYRAN

Sabah kalkıp da işe gidecek işi olanlar işlerine koşar adım yetişme telaşında hızlı hızlı hareket ederler, İşi olmayan ise ya uyu yada yeni her köşe başında biten çay ocaklarında soluğu alırlar. Cinsiyet ayrımcılığı yapayım burada sadece erkeklerden bahsediyorum.

Son yıllarda küçük küçük bir yada iki tane çalışanı olan bir kaç masası olan dükkanlar türedi. Bunların başında hızla ülkenin her yerini saran çiğ köfteciler oluştu.

Bilimsel bir araştırma yapmadım ama bakkalın az bir fark büyüğü, marketin baya küçüğü, marketten bozma, bakkaldan şevk alma yapılaşmalardan feyz alarak ortaya çıktığını düşünüyorum bu çiğ köftecilerin.  Öyle ya bu minik market bozmalarının birinin ilk 500 zenginin arasında olduğunun da düşünürsek bu çiğ köftecilere hak vermemek elde değil. Baya baya meşhur isimli olanlarda oldu tabi.

Sonrasında bir baktık ki köşe başlarını çiğ köftecilere kaptıran küçük küçük çay ocakları türemeye başladı mahalle aralarında. Derin sohbetlerin daha çok avare insanların, emeklilerin öğrencilerin mekanı olmuştu bu mekanlar. Her ne kadar bazı şehirlerde bazı örgütlerin yuvalanıp adı üstünde örgütlendiği söylense de vazgeçilmez küçük dükkanlarımızın arasında yerini almıştı bu çay ocakları.

İşine gidip açıkdığında, yada bir çay ocağında pinekledikten sonra karnı zil çalanların imdadına yetişen küçük küçük Tavuk ekmek Döner büfeleri dogmaya başladı. Fakirin yoksulun imdadına yetişmişti bu dükkanlar, mahalle aralarında hastane yakınlarında ve iş yerlerinin yoğun olduğu her yerde vardılar artık.

Pıtrak gibi Tavuk ekmek büfeleri doğdu her yerde, çiğ köftecilerin her yerde olmaları gibi…

Bir ayda yetişkin tavuk olup kesilen ve en ucuz et diye bizlere sunulan.  2.5 TL’ye yarım ekmeğe bizlere servis edilen, bu kıymetli yiyeceği yiyen onlarca insan doldurmuş bu büfelerin içerisini…

Alım gücünün düşmesini sorgulamayan ve sadece yarım ekmek tavuk yiyip şükreden toplum olmuşuz…

Ver usta şuradan yarım ekmek içine döner, turşusu bol olsun…

……

Ayran mı? (kısa bir cep yoklanır)

Kalsın be usta….

 

Fedai Çakır

3 Şubat 2015, İstanbul

hisar44

“HEP UMUT VAR HER ŞEYİN İÇİNDE”

umut

Fikir üretmek, var olmayan bir şeyleri düşünmek, olmayacak gibi konuların olması için projeler, programlar yazmak.

Son üç yıldır yüzlerce proje yazdım, televizyon programları konsepti geliştirdim, değişik alanlarda AB projeleri geliştirip yazdım, ulusal, uluslararası projeler geliştirdim, sanattan edebiyata, bilimden sosyal projelere kadar bir çok özgün şeyler tasarladım yazdım.

Birileri hep bir şeyler istedi; televizyon programı dediler yazdım, yarışma programı olsun dediler geliştirdim, film için senaryo olsun şuraya verelim buraya verelim dediler yazdım, AB projesi dediler yaz dediler yazdım, sosyal sorumluluk projesi yapalım dediler geliştirdim yazdım, reklam olacak şu kuruma dediler oturdum reklam yazdım, internette bir proje olsun dediler, öğrendim yaptım geliştirdim bunların karşılığında hiç para talep etmeden yaz dediler yazdım…

Yüzlerce klasör halinde proje beklemekte hem de özgün yasal telifleri bana ait olacak şekilde yazdım geliştirdim hazırladım. Birde teliflerini alabilmek için paralarda harcadım.

Dedim ya son üç yıldır hiç bıkmadan usanmadan projeler yazdım insanlara, yaz dediler yazdım, olacak dediler yazdım, karşılıksız yaz dediler yazdım… Yüzlerce yazdığım projelerden hiç biri olmadı ve ben bu akşam soğukta yeni bir proje daha yazdım…

Niye mi?

Sadece tek bir nedenden dolayı… Asla vazgeçmemem ve hep bir umut….

Edip Cansever’in dediği gibi işte;

Sıkıntı var, boğuntu var, tedirginlik var, çirkinlik, yalan,
her şey var
ama hep umut var her şeyin içinde.

Fedai Çakır

24 Ocak 2016, İstanbul

 

 

 

MİNİK KUŞUN HİKAYESİ

Minik Kuş’un bir çocukta bıraktığı yürek burkan etki 1980’li yıllarda çocuk olup da Susam Sokağı’ndaki Minik Kuş’u hatırlamayanınız var mı? Peki Minik Kuş’u canlandıran aktörün başından geçen o acıklı hikayeyi kaçınız biliyor? İşte 1980’li yılların sonunda Türkiye’de de yayınlanan ve çocukların büyük beğenisini toplayan Susam Sokağı’ndaki hüzünlü hikaye… Susam Sokağı’nın Minik Kuş’unu canlandıran aktör
, bir gün 5 yaşındaki Joey isimli bir hayranının babasından mektup almış. Çocuğu kansermiş ve öleceğini de biliyormuş. Joey’i tek neşelendiren şey Minik Kuş’u televizyonda gördüğü zamanlarmış. Fakat birkaç bölümdür Minik Kuş, Susam Sokağı’nın bölümlerinde çıkmıyormuş çünkü her bölümde yer alan bir karakter değil.
Babası, Minik Kuş’u canlandıran aktörden oğlunu aramasını ve onun ne kadar iyi bir çocuk olduğunu söylemesini istemiş. Sonrasında Caroll, Joey’i aramış ve Minik Kuş’u canlandırdığı ses tonuyla ona ‘merhaba’ demiş. -Merhaba Joey, ben Minik Kuş. -Sahiden sen misin? -Evet, ta kendisi. Caroll ve Joey 10 dakika boyunca telefonda konuşmuşlar. Minik Joey telefonu şu sözlerle kapatmış: “Benim arkadaşım olduğun için çok mutluyum”
Joey, Caroll’a telefon ederken babası ve annesi de yanındaymış ve o gün Joey her zamankinden daha da hastaymış. Her şeye rağmen Joey, kahramanı Minik Kuş’la konuştuğu için o kadar mutlu olmuş ki… Babası Joey’nin gülümsediğini en son Ekim’de gördüğünü söylüyor. Ve bu telefon konuşması Mart ayında yapılmış. Joey telefonu kapattığında ailesine dönüp, sevinçle “Minik Kuş beni aradı. O artık benim arkadaşım!” demiş. Ve sonra gözlerini yummuş. Sonsuza kadar… Minik Kuş’u canlandıran aktör, bu acı olay sonrasında olanları şöyle anlatıyor: “Babası, oğlunu aylardır gülerken görmediğini söyledi. Joey, gülümsemiş ve hayata gözlerini yummuş. Babası, o gülümsemenin onlar için bir hediye olduğunu söyledi ve telefon için teşekkür etti. Çocuklara söylediğim şeylerin ne kadar önemli olduğunu o zaman anladım”
Kaynak: buzzfeed

TERLİK ATMA USTASI ANNELER

babaanne

Eski mahallemizden bir arkadaşım babası ile olan bir anısını facebookta paylaşınca benimde aynı mahallede annem ve babamla olan anılarım depreşti tabi ki.

12 Eylül öncesi her şey el altından satıldığı varlık içinde yoksulluk çeken bir toplum halindeyiz. Özellikle; sana yağ (o zaman tek bu var), sıvı yağ, gaz yağı (sık sık elektrik kesiliyor gaz yağı önem arz ediyor), deterjan,  sigara v.s bulmak çok zor.

Şimdi yerinde Migros ve bir kaç mağazanın olduğu yerde Aslan Tuğla fabrikasının tuğla yaptığı toprak stokladığı alan idi. Zabıtalar bir kamyon yağ yakalamış karaborsada satılmayı düşünen bu stok halka orada satılmaya başlandı. Her gelene bir tane veriyorlar. Hal böyle olunca kaç kişilik aile iseniz hepiniz sıraya giriyorsunuz ki bir kaç tane yağ alabilesin eve.  O kadar kuyruk var ki, saatlerce kuyrukta bekledim.

O günden hafızamda kalan ve yer etmiş olanlar, çok üşümüştüm ve tam sıra bana gelecekken önümde 5-6 kişi varken yağ bitmiş kamyonda gitmişti.

Hani bankerlerin bol olduğu dönelerde bazı bankerler anılarında sonradan anlatıyorlardı ya biride o zamanın banker Yalçın idi. Omo kutularını Cagaloglu’nda gece bire bir bastırıp içine kireç doldurup (kireç diye kalmış aklımda deterjan olmadığı kesin bir madde)  halka nasıl sattıklarını övüne övüne anılarında yer vermişti.

Bakkal Cemal amca ile babamın arası iyi, iyiden öte dostlar da. Babam bu nedenle sigara sıkıntısı yaşamıyor günde iki paket sigara içiyor. Abim ise üniversitede okuyor hali ile sigara bulması zor. Bir gün abime sigaraların yerini söyledim. Haliyle babam evde saklıyor o değerli sigaralarını.

Derme çatma bir gecekondumuz var. O gün evde annem ben varız. babam odasından fırladı sigaranın eksikliğini anlamıştı. Kim diyince ben yaptım dedim. Evde öyle koltuk falan ne arasın oturma salonu dediğimiz yerde bir divan, bir sedir ve yer minderleri var. Ben divanın üstüne çıktım arada annem babam bana vurmak için hamle yapıyor. O gün beni dövecek sandım ama sonradan anladım ki o koca adam istese döverdi de sadece korkutmak için bir hamle idi. Bir daha yapmamayım diyeydi. Benim içinde güzel bir dersti bir daha kimsenin özel eşyasına özel olan hiç bir şeye dokunamadım, kimsenin sırrını da ifşa da etmedim.

Baba dayağı nedir bilmem ama ya annem, o şeker kadın sevgi dolu kadın çıldırdı mı bir terlik atışı vardı ki, gecekondumuzun köşesini dönene kadar sırtımda terliği hissederdim.

Terlikler yenilir, aşlar bölüşülür, yokluk ile sınanan aile ve komşularda bir dostluk, dayanışma vardı ki kıskanmamak elde değil. Bu kadar bolluğun, imkanlara değişemeyeceğin insanlık ve insanların yaşadığı dönelerdi o dönemler….

Attığı terliği tam isabet ettiren o koca yürekli annelere, kadınlara selamlar olsun…

Allah rahmet eylesin, mekanınız cennet olsun; Annem ve Babam

 

Fedai Çakır

14 Ocak 2016, İstanbul

 

 

 

 

 

KAMYONCUNUN HİÇ Mİ? SUÇU YOK?

Bizim bir dönemler Eyüp’de, bahçesinde tavla oynadığımız, çaylarımızı yudumladığımız dostluklarımızın, arkadaşlıklarımızın pekleştiği, çok güzel anıların yaşanmasına neden olan bir bahçeli kahvehanemiz var idi. Eyüp meydanına yakınlığından dolayı kısaca yerinin rant için uygunluğundan dolayı sürekli birilerinin hedefindeydi. İlla orası yıkılmalı yerine daha rant getirecek bir şey yapılmalıydı.

Kahvemizin kurucusu Kerim amca yaşlanmış oğlu Kamil işletmeyi devralmıştı. Bizim bu kahvehanemiz öyle sırdan bir yer değil idi. Eşlerimizin, kız arkadaşlarımızın, yerine göre anamızın, babamızın da uğrak yeri olduğu yerlerdendi. Oğlum Doğuşhan ilk adımlarını atmaya başladıktan sonra ilk serbest yürüdüğü kendi halinde dolaşabildiği bir mekandı. Tek benim değil bir çok arkadaşımın çocuğunun da bebekliğinden delikanlılığa yol aldığı mekanlardandı.

En son 31 Mart 2008’de Gebze’de görüldükten sonra bir gece cesedi bulunan İtalyan sanatçı Pippa Bacca’nın ölümü gündemin birinci konusu olduğu günlerdi. Sonra katili; işsiz bir sabıkalı, üstelik 2 çocuk babası olan biri çıktı.

Barış için gelinlik giyerek otostopla İsrail’e giden Bacca’yı Gebze’deki bir benzinciden kamyonetine alan cani, cinayeti soğukkanlılıkla anlattı…

Kısaca; “Barış Gelini’ne tecavüz etti, boğdu, çalılara attı!”

Pippa Bacca cesur bir sanatçıydı. Kanlı savaşlarla çalkalanan dünyaya barış mesajı vermek için uğraşıyordu. Sanat dünyasında ‘Pippa Bacca’ olarak tanınan 33 yaşındaki Guiseppina Pasqualino di Marineo işte bu amaçla yola çıktı. Kendisi gibi sanatçı olan arkadaşı Silvia Moro ile birlikte gelinlik giyerek, 8 Mart 2008’de Milano’dan başladı yolculuğuna. Balkan ülkeleri ve Türkiye üzerinden otostop yaparak İsrail’e gitmeyi hedefliyorlardı.

Türkler’e güveniyordu

Milano’dan İstanbul’a kadar otostopla gelen Pippa Bacca ile Silvia Moro, burada Tel Aviv’de buluşmak üzere ayrıldı. Milano’daki en iyi arkadaşları Türk olan Pippa Bacca, 19 Mart’ta “Türkleri çok seviyorum. Onlara güveniyorum” diyerek, arkadaşına ayrı ayrı yola devam edebilecekleri önerisini sundu.

Gebze’de kayboldu

Silvia Moro da teklifi kabul edince Pippa Bacca, en son olarak üzerinde gelinlik ve elinde barış çağrısı yapan pankartla 31 Mart’ta Gebze D-100 Karayolu’nun Bayramoğlu sapağında görüldükten sonra kendisinden bir daha haber alınamadı.

Katilin yakalandığı gün bahçeli kahvehaneye uğramış, birkaç arkadaş ile bir masada sohbet ediyorduk. Arkadaş grubumuz her görüşten olur fakat hep birlik ve beraberlikte olan bir gruptur. Bunun nedeni ise çocukluktan aynı mahalle, aynı okullarda okumuş olmanın verdiği güçten kaynaklanmaktadır.

Kahvehanede o gün hemen hemen bütün masalarda aynı konu konuşulmaktadır. Pippa Baca öldürülmesi. Çıkan seslerden bazılar;

  • “Gelinlikle otobanda olursa olacağı buydu”
  • “Ne işi var, burası Türkiye”
  • “Yazık olmuş, adamın başını da yakmış”

Bu ve buna benzer değerlendirmeler, masalarda konuşulmaktaydı. Benim o zaman ki tepkim ise küfürle karışık olmuştu.

A..na koyayım kamyoncunun hiç mi? suçu yok.

Barış adına, güzellik adına yapılan her eylem bu kadar çabuk heba edilen bir coğrafyada, barışı yakalamak, barış adına konuşmak her zaman zor olacak gibi. Barışı yakalamak için önce bakış açısını değiştirmek gerekli. Kısaca;

Bütün suç kamyoncuda.

O gün BARIŞ kamyonun altında kaldı.

Ülkem de yine terör olayları, yine bombalar, yine yeni ölümler… Sorarım sizlere;

Teröre yol verenlerin hiç mi? suçu yok…

 

Not: Kahvehaneyi işleten Kamil arkadaşımız bir süre sonra daha fazla dayanamayıp tüm adayı satın alıp otel yapmak isteyen birlerine satmıştır. Satın alan kişi yada kişiler adanın tamamını satın alamayınca kahvehanenin olduğu yeri şimdilik açık otopark olarak işletmekteler.

 

Fedai Çakır

12 Ocak 2016, İstanbul

fft99_mf2210564

 

 

 

 

 

İNSANIN İNSANA ACIMADIĞI COĞRAFYA

Sokak Köpekleri Bal ile Bettyfilmini çektiğim süreden bu yana yoğun şekilde hayvan hakları ve hayvanların yaşadığı sorunlarla da yakından alakadar oluyoruz elbette. Buradan hemen öncesinde olmuyor muydunuz çıkarımı olması tabi ki. Oluyordu sadece benim değil filmin içinde yer alan arkadaşlarımın da oluyordu. Zaten bu sevgimiz olmasaydı bu film ortaya çıkmazdı. Film ile önümüzde bir avantaja dönen daha yararlı olabileceğimiz kapıların açılmasını umarak yazıya bu mısralarla başlamış bulunuyorum.

Bazen o kadar çaresizliğe düşüyor ki ruhumuz, hayvanlara yapılan eziyetleri seyrettikçe, o kadar içi parçalanıyor ki insanın. Fakat toplumumuzda o kadar ters giden bir şeyler var ki. Ne olduğunu anlamak güç sessiz, hissedilen ama çaresiz bir şey bu.

Toplum olarak her gün insanların yaşadığı olumsuz yaşam koşullarını izliyoruz, her gün insanların hikayeden ölümlerine şahitlik ediyoruz, her gün insanın insana yaptığı zulmü, şiddeti ve öldürmesini izliyoruz.

Toplum garip bir algısı olmuş bir ölüme ağlayan diğer ölüme ağlamadığı gibi birde zil takıp oynuyor, halbuki ölüm ölümdür. Bir çocuğun ölümü çocuk ise sadece ölümdür ve her insanın içten ağlaması gereken bir şeydir. Ama ne olmuş topluma bir kısım ağlarken bir kısmı oynuyor.

Acımazsızlık ve merhamet hiç bu kadar kendi içinde zıtlaşmamıştı. Zalimlik ile vicdan: şeytanlık ile melek olma arasında çizgi gibi olmalıydı halbuki. Bakış açınsa göre zalimliği hoş göremezsiniz, bakış açınıza göre vicdanı yok sayıp yapılanları hoş göremezsiniz.

“İnsanın insana acımadığı bir coğrafyadayız kaldı ki hayvanlara acısınlar…”

Kaldı ki toplumun içinde baskın olan, kuvvetli olanlar içlerinde biriken şiddetti çoğu zaman hayvanlardan, çocuklardan yada kadınlardan çıkarıyorken.

Yasalar daha etkin olsa, cezalar caydırıcı olsa diyenler var elbette. Hele de hayvanlara yapılan şiddetin para cezası dışında hiçbir yaptırımı olmadığını düşünürsek, çocuklara ve kadınlara yapılan şiddettin yasalarda ölüm olmadığında hiçte caydırıcı olmadığını her gün ana haberlerde yada gazetelerin üçüncü sayfalarında okuyoruz.

Çözüm; halk olarak sevgiyi öğrenmede…

Halk olarak, dini, ırkı, ülkesi ne olursa olsun öldürülen çocuklara, gençlere ortak olarak ağlayabilmek ve üzülebilmekle,

Bir kuru ekmeği, komşun ile, sokakta ki yurtsuz yersiz insanlarla, mültecisiyle, fakiri ile, camın önüne konan serçe ile, apartman kapısında ki kedi ile, çöplerin etrafında bir lokma peşinde olan sokak köpekleri ile paylaşmada,

Karda soğukta dışarıda kalan insanlara, yatacak yeri olmayan savaş mağduru, terör mağduru insanlara kapılarımızı açmakta, kediler için kedi evleri yapmakta, köpekler için dükkanlarımızı açmakta, gece yatmaları için dükkanın önüne karton serip, güneşten korunmaya yarayan o brandaları açıp üzerlerine karın düşmemesini sağlamakta,

Aslında çözüm kendimizde. Kendimiz çözmek ister isek o kadar çözümler üretiriz ki. Çözüm işte tamda burada sevgisizlikte.

Sevmeyi öğrenmemizde ÇÖZÜM….

 

Fedai Çakır

6 Ocak 2016, İstanbul

12528089_765473106890138_1520701414_n

 

 

 

GÜVEN / GÜVENMEK / GÜVENEMEMEK

Yeni bir yıla adım attığımız şu günlerde yeni yılın kime neler getireceği yada kimlerden ne götüreceğini bilemiyoruz. Her yıl olduğu gibi yaşayabilenlerimiz bir sonra ki yıla girerken kendi dünyasında kendi iç hesaplaşmalarını yaparak ancak bunlara cevap verebilecek.

Çok değil biraz yaşı olanlar, bundan 20yıl öncelerini bile hatırlayanlar bilir ki yılbaşı demek bizler için bir çok şeyi ifade ederdi.

Geç saatlerde çıkacak dansözü beklemek ve saat gece tam 00.00’da yapılacak Milli Piyango çekilişini ellerde biletler televizyon karşısına çakılıp beklemek de bunlardan bir kaçıydı.

Aile büyükleri sadece kendine değil bütün aile bireylerine şans getirsin diye bir bilet alır hediye ederdi, tabi gizli bilet alıp da çekiliş saati ortaya çıkaranlar da olmuyor değildi elbet.

Yaşı genç olanlar daha çok hayallerin de evler, arabalar alır, anne abalarda genelde aman az da çıksa olur çocuklara bir ev birde düğün yaptım mı tamam derlerdi. Hayallerin için de bencillik çok az rastlanan şeylerdi.

Aman bana çıkarsa şu kadarını sana veririm, sana şunu alırım bunu alırım lafları en çok havada dolaşan sözlerdi. Bu sözlerin ne kadar samimi olduğunu görecek hiçbir ikramiye isabet etmedi benim çevremdeki insanlara ama bizler bu sözlerin her daim doğru, samimi olduğuna içten inandık.

Bu sene ben dahil etrafım da bir çok insanın Milli piyango bileti almadığını gördüm. Haliyle evlerde arkadaş çevrelerin de yukarıda olan muhabbetler ve samimi yılbaşı geceleri de olmuyordu. Yada bana öyle geliyordu.

Eskilerde koşa koşa bir bilet bayiine giderdik. Bilet bitmeden şans getireceğine inandığımız biletimize kavuşmak isteyen bizlerin her şeyden önce insanlara ve devletimize, devlet kurumlarına güvenlerimiz vardı.

Yıllarını heba edip canla başla çalışan çocukların sınav sonuçlarında yapılan hileler ile başladı beklide devlete ve devlet kurumlarına güvenmemek.

Koca koca adalet saraylarında adalet olmayışıyla, geciken yada hiç yerini bulmayan adalet duygumuzun sarsılmasıyla başladı devlete ve devlet kurumlarına güvenmemek.

Beklide başka nedenlerde vardı bu Devlete ve Devlet kurumlarına güvenmemede, geçmişten beri gelen siyasilerin bizlere attığı yalanların payı da büyüktü elbet, rüşvet ve adam kayırmaların olmasının da payı büyüktü elbet.

Ben Milli Piyango bileti almadım çünkü, her ne kadar açık seçik insanların gözlerini önünde de çekiliş yapsalarda içimin bir yerinde hep bir kuşku var Devlete ve Devlet kurumlarına karşı.. Acaba…. Diyerek başlayan.

Toplumsal barışa ihtiyaç duyarak girdiğimiz 2016 yılında en çok Güvene / Güvenmeye ihtiyacımız var. Birbirimize güvenmeye, devlete, devlet kurumlarına güvenmeye, siyasi seçilmişlere, valisine, polisine, eğitmenine güvenmeye ihtiyacımız var.

Yer altı edebiyatının Kralı olan yazar Charles Bukowski’nin bir sözü ile yazıyı bitirmek istiyorum. “Sana güvenmekte zorluk çekmemin tek sebebi, yalan söylemenin benim için ne kadar kolay hale geldiğini bilmem.”

 

Fedai Çakır

4 Ocak 2016, İstanbul

 

Milli Piyango çekiliş sonuçları

 

 

 

 

Maviş’in zaferi tüm kedilere emsal oldu

Evden tahliyesine karar verilen kedisini terk etmektense Bursa’dan tayinini isteyerek Antalya’ya taşınan hemşirenin kedisi Maviş için başlattığı hukuk mücadelesi zaferle sonuçlandı.

 

Yargıtay’ın bozma ilamının ardından yerel mahkeme, kedilerin evden tahliye edilemeyeceğine ilişkin ders niteliğinde emsal bir karara imza attı. Kedisi için evinden yurdundan olan Hemşire Ayşegül Yetiş, “Karar emsal olacak. Bunun için çok mutluyum ama Bursa’ya dönmeyeceğim.” dedi.

Edinilen bilgiye göre, geçen yıl, Hamitler TOKİ‘de oturan 34 yaşındaki Ayşegül Yetiş, site yönetimi ile evinde ve site içinde beslediği kediler yüzünden mahkemelik oldu. Açılan dava üzerine evde keşif yapan Bursa 3. Sulh Hukuk Mahkemesi, “Toplu Yapı Temsilciler Kurulu izin vermediği müddetçe müstakil veya ortak yerlerde ticari maksatla dahi olsa kedi, köpek ve kümes hayvanları beslenemez” şeklindeki hükmü esas alarak, davalı Yetiş’in evde ve site içinde kedi beslemesinden men edilmesine karar verdi. 10 yıldır birlikte yaşadığı kedisini sokağa atmaktansa işini, hatta yaşadığı şehri terk eden hemşire Yetiş, yeni aldığı evini satarak, tayinini isteyip Antalya’ya yerleşti.

Gözyaşları içinde yaşadığı şehri terk eden Yetiş, Avukatı Nilay Parlar Ateş aracılığıyla kararı temyiz etti. Yargıtay, sulh hukuk mahkemelerinin evden tahliye yönünde karar vermesinin söz konusu olmadığını, bu alanda yetkili mahkemenin asliye hukuk mahkemeleri olduğunu ifade ederek, kararı usulden bozdu. Davayı yeniden ele alan Bursa 6. Asliye Hukuk Mahkemesi, kedilerin evden tahliyesinin önüne geçecek emsal bir karara imza attı. Hakim Gökhan Turhan, TMK’nın 2. ve 3. maddelerindeki ‘iyi niyet’ prensiplerini dikkate alarak ders niteliğindeki bir karar verdi. Hakim Turhan kararın gerekçesinde, “Hayatın olağan akışına göre, küçük bir canlı olan kedinin gerek özel alanda gerek ortak alanda bakılıp beslenmesinden rahatsızlık duyulmasının insanı bir davranış olmadığı, saygı, sevgi, iyiniyet ve merhametin yalnızca insanların birbirine karşı, diğer tüm canlılara karşı gösterilmesi gereken evrensel hak ve sorumluluklardan olduğu, vicdan taşıyan her bireyin bu hak ve sorumlulukları özveri ile yerine getirmelerinin geçerliliği hususunda hassas davranmayı bir mecburiyet olarak görmesi gerektiği, bu durumun medeni yaşam kuralları ve medeni hukukun asıl ruhunu taşıyan temelini oluşturan iyi niyet prensibi ile birebir örtüştüğü, dolayısıyla vicdanen olaya konu davadaki kedinin ortak alandan, özel alandan çıkartılmasını gerektirecek bir durum bulunmadığı anlaşıldığından sübut bulmayan davanın reddine karar verilmiştir” ibarelerine yer verdi.
Kararı Antalya’daki evinde İHA’ya değerlendiren Yetiş, “Bütün hayatımı Maviş ile paylaştım. Sokağa atamazdım. Bu kararın ardından Bursa’dan yakınlarımdan, iş ortamından ayrılmak çok zor oldu. Yeni bir hayat ve düzen kurmak zorunda bırakıldım. Biz ilk davanın tahliye kararını temyize götürdük. İlk kararda, Ayşegül Yetiş’in sokak hayvanını ve evdeki kediyi beslemesinin men edilmesine karar verildi. Bunun üzerine temyizde karar bozuldu. Yeniden dava asli hukukta görüldü. Biz kazandık. ‘Sokak hayvanını beslemek insani bir zorunluluktur, kedinin ortak alanda yada evde beslenmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Kedi insanlara zarar verebilecek bir yapıya sahip değildir’ denildi. Kedinin tahliye edilebilecek bir canlı olmadığına karar verildi” ifadelerini kaydetti.

“BÜYÜK MÜCADELE VERDİK”

Kararın tüm Türkiye’de emsal olacağını vurgulayan Yetiş, “Diğer kediler aynı kaderi yaşamasın diye büyük mücadele verdik. Maviş için dünyanın öbür ucuna da giderdim. Ama benim gibi yapabilecek imkanı olmayan insanlar var. Onlar için haklarını savunmaya devam ettim. Ve sonuçta kazandık. İyi olan kazanacaktı. Adalet yerini buldu. Olması gereken buydu. İyilikten yanayız diyoruz ama küçücük bir canlının varlığına tahammül edemiyoruz. Böyle olmaması gerektiğini adalet de gösterdi. Davanın da devamını getirmeyi düşünüyorum. Çünkü hiçbir kötülük cezasız kalmamalıdır. İnsanlar yaptıklarıyla rahat rahat oturmamalıdır” dedi.

“BURSA’YA DÖNMEYECEK”

Karar ile başka kedilerin de evden atılmasının önüne geçildiğini kaydeden Yetiş, “Kararın sevincini yaşıyoruz. Maviş çok mutlu, bahçeli bir evde yaşıyor. Önemli olan maviş benim yanımda. Kazanmama rağmen eski yaşadığım yere geri dönmeyi düşünmüyorum” diye konuştu.

“ARTIK KİMSE TEDİRGİN OLMASIN”

Yetiş, “Sokak hayvanlarını unutmayın. Onların yaşam hakkına saygı göstersinler. Bunu insanı görev olarak yapalım. Bir kap yemek ve su bırakalım. Kimse sokak kedisini veya köpeğini kedisini evinde beslerken tedirgin olmasın. 3 yıldır maddi manevi beni yıpratan bir davayı kazandık. Biz bunun hukuk yönünden başardık. Adalet yerini buldu emsal bir karara imza attık” şeklinde kullandı.

“MAVİŞ’İN ZAFERİ”

Müvekkilinin kedisi Maviş için hukuk savaşı başlattıklarını ifade eden Av. Nilay Parlar Ateş ise, “Tüm dava sürenci dikkate aldığımızda buna ‘Mavişin Zaferi’ diyelim. Müvekkilimizin hem evde beslediği kedileri hem de ortak alanda beslediği sokak kedileri vardı. Fakat site yönetimi bundan rahatsız olduğu için dava açtı. Mahkeme ilk kararında müvekkilimin, hem kendi evinde hem de ortak alanda hayvan beslenmesi konusunda men edilmesine karar verdi. Biz bu kararı temyiz ettik, karar Yargıtay tarafından bozuldu. Ardından mahkeme değişti, yeni mahkemede olumlu bir karar elde ettik. Bizim bu mahkemede aldığımız karar tüm hayvan severler için bir emsal teşkil edecek. Mahkemenin gerekçesi gerçekten çok güzel, bu karar tüm insanlığa bir ders veren bir gerekçe oldu. Köpeklere ilişkin birçok mahkeme kararı vardı, ancak kedilere ilişkin emsal teşkil eden kararımız yoktu. Kedilerin çevreye rahatsızlık verecek bir canlı olmadığını, hayvan beslemenin normal bir davranış olduğu, beslemeye engel olanların ise yaşam haklarına saygısız davranışlarda bulunduğuna dair bir gerekçemiz var. Yani mahkeme özetle, gerek bağımsız bölümde, gerekse ortak alanda kedilerin beslenmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Kediler, yapısı gereği çevreye rahatsızlık vermiyor” şeklinde konuştu.

BERKTUĞ ÖNCÜ – OSMAN AKIN

Kaynak: http://www.iha.com.tr/haber-mavisin-zaferi-tum-kedilere-emsal-oldu-523154/

 

1428143

GÖZLERİME BAK DA SÖYLE

Gözler insan da bir başka bakar mı ki;

 

Yalan söylediğini düşündüğümüz kişiye haykırırız.

 

“gözlerimin içine bakarak söyleyebilir misin?”

 

Ayrılmak isteyen kadına/erkeğe söylenir

 

“ayrılmak istediğini gözlerime bakarak söyle”

 

Uzmanlar bir kişinin yalan söyleyip söylemediğini gözlerden anlarlar, gözler insanı bir çok konuda ele veren bir organımızdır.

 

Depremde göçük altından çıkarılan bir insanın gözlerinin de yakalarsınız saatlerce göçük altında kalmışlığın verdiği korkuyu ve kurtulmanın da verdiği sevinçi. Trafik kazası geçirmiş bir insanın gözlerinde yakalarsınız korkuyu ve panik ruh halini, , kabahat sayılabilecek bir suçu işlemiş bir insanın gözlerinde yakalarsınız utanma duygusunu ve yakalanmanın verdiği ezikliği.

 

Daha bir çok duygu durumunu yakalarsanız insanın gözlerinde, “gözler yalan söylemez” mısraları işte bu yüzden ortaya çıkmıştır ve inanırız gözlerin yalan söylemediğine de.

 

Bir sokak köpeğinin gözlerine de bakın lütfen. O köpeğe de bana yalancımı diyorsun. Gözlerime bakarak söyle der gibi bakın onların gözlerinde, sizden ayrılmak isteyen sevgilinin gözlerine bakar gibi bakın onların gözlerine de, depremde göçük altından çıkmış birinin gözlerine bakar gibi yada bir kaza geçirmiş birinin gözlerine de bakar gibi bakın o sokak köpeklerinin gözlerine.

 

Kap kara kestane gibi gözlerine bakın,o gözlerin deriliklerine inmenize bile gerek yok hemencecik anlayacaksınız…

 

Ve onları çok seveceksiniz.

 

Gözler insanda bir başka bakmaz, her canlıda aynı bakar.

 

Her canlıda ele verir gözler.

 

Korkuyu, çaresizliği hele de sevgisizliği.

 

Fedai Çakır

20 Aralık 2015, İstanbul

HAYATTA ARKALARA DOGRU İLERLEMEYELİM BAYLAR/BAYANLAR

Toplu olarak bir arada sıkışmış tıkış tıkış bir toplum olarak yaşıyoruz.

Bizler; Akıllı telefonlar da Internet hizmeti sunması ile toplumumuzda birçok insan sürekli sosyal paylaşım sitelerine yada oyunlara bağımlı oldular. Aynı ortamda oturan kişilerin bile birbirleriyle iletişim kurmaktan uzaklar, hatta sanal ortamdan bir iletişimin gerçekleştiğine çok sıklıkla gördüğümüz sahnelerden birisi haline gelmedi mi?.

Toplu taşıma araçlarında, banklarda, sıra beklerken, çalışırken kısacası her an sürekli bir şeyleri takip etme ve sanal ortamda olma çabamız, özellikle Internet oyunlarında görülen belirli zamanlarda bağlanma mecburiyeti getiren oyunlar bu bağımlılığın gün geçtikçe artmasına sebep olmaktadır.

İnsanlar Internet üzerinden hayvan besliyor, çiftlik kuruyor, çiçek ekiyor, kedi besliyor, hasat yapıyor, gerçek hayatın benzeri bir sanal gerçeklikle birey sanki çiftçilik ediyor gibi gece yarısı bir vakitte kalkıp tarlayı suluyor veya hayvana yem veriyor.

Film, dizi, müzik sohbet, gibi sosyal yaşamın olmazsa olmazları da internet üzerinden oluşmaya başlaması tamamen a sosyal insanların, bireylerin kalabalıklaşmasından çok tekilleşmesine neden oldu.

Sosyal medya ile güzel düşünceleri olan insanların bu güzel düşüncelerine ulaşmak da daha kolaylaştı. Bu güzel insanlar hayatta olan yada olmayan güzel insanlar. Bu konuda bir makale kaleme alan Fedai Çakır, sosyal medyayı eleştirirken güzel insanları tanımanın ve fikirlerini öğrenme açısından faydasına da değiniyor. Sevgi ve saygıyı ön plana çıkaran Çakır makalesin de;

“Mesela bir çok insanın yaşam tarzı ile hayranlık uyandıran Uruguay Cumhurbaşkanı Jose Mujıca’ı Türkiye’de tanımayan yok. Bir zamanlar ülkeye girmesi yasak olan, vatan haini ilan edilen Nazım Hikmet’in düşüncelerini sayfalarda görmek ve en çok beğenileri de aldığına şahit olmak kaderin bir oyunu gibi.

Cemal Süreya’nın, Özdemir Asaf’ın ve daha bir çok şairin dizlerinden öğreniyoruz aşk’ı.

“İnsan kötüydü, kitaplara sığındım” diyen Cemil Meriç ile sanki kitapları tekrar keşfediyoruz.

Dizlerinde saf aşk’ı temsil eden şairlerin paylaşılan şiirlerini sözlerini hayran hayran okurken bir taraftan da saf olmayan ilişkileri yaşamakta nerden çıktı.

Uruguay Cumhurbaşkanı Jose Mujıca’ın hayat felsefesi olan dünya malına tamah etme, ihtiyacın olan kadar ile yetin kalanını paylaş felsefesine hayran hayran okurken, sabahın köründe kalkıp daha büyük bir ev, daha lüks bir araba için geçe gündüz demeden çalışma da neden?
Nazım’ın aşk ve vatan üzerine dizlerini okurken kendinden geçen bu toplum, vatanın kutuplaşıp bölünmesine sessiz kalacak kadar da duyarsızlaşmış. Hani nerede vatan sevgisi, toprak aşkı…

Mevlana, Hacı Bektaş Veli ile tanışan yepyeni bir toplum ile karşı karşıyayız. Sayfanızda Mevlana’nın bir sözünü paylaşın beğenileriniz tavan yapıyor. Peki sevgi tohumları ile yüklü olan Mevlana, Hacı Bektaş Veli öğretilerine karşın insanlar akrabalarını bile düşüncelerinden dolayı facebook’dan silmeler küsmeler, kin gütmeler neden?

İşte tam burada susup düşünüyorum manasız anlamazsız gelen bu davranış şeklinin karşısında susup sadece düşünüyorum… Din ile yatıp kalkan bir kesim, sanat ve edebiyattan bi haber bir kesim, Milli değerlerini hiçe sayan kendi kurucunsa küfürler eden bir kesim. V.s.” (1)
A sosyal bir yaşamın gelecek ve bu günkü hayatımızda ne kadar bizleri insanlığımızdan uzaklaştırdığını düşünme zamanı geldi de geçti bile değil mi? Elbette internete teknolojiye karşı değilim olmayalım da fakat hayatın gerçek tadlarını da unutmayalım.

Bir dolmuş da yaşıyor gibi tıkış tıkış yaşamamalı insan, “Hayatta arkalara doğru ilerleyemeyelim” beyler / bayanlar.
Rakibe Dere
Kaynakça: (1) www.fedaicakir.com (GÜZEL İNSANLARIN, GÜZEL DÜŞÜNCELERİ)

Bilginin Buluştuğu Adres