Kategori arşivi: genel

Uygulamalı Kaybetmenin Mükemmel Formülü

Dün akşam tüm televizyon kanallarında barajı geçen siyasi partiler sevinç ve başarı gösterilerinde bulundular. Bu seçimin kaybedeninin kim olduğu gayet açık ve seçik önümüzde duruyor. Fakat hala başarıymış gibi halka anlatmaları samimiyetsizliğin ifadesi değilmidir.

Bu seçimin kaybedenleri şapkalarını önlerine koyup düşünmeleri gerekiyor. Seçmenin büyük çoğunluğu Parlamenter sistemin devam etmesini istediğini gösterdi. Bu zamana kadar “Milli İrade” sloganı ile başımızda olan yöneticilerimiz bu konuda samimiyse, bundan sonra yapacakları açıklamalara ve kullanacakları kelimelere dikkat etmeleri gerekiyor. Çünkü “Milli İrade” neyi istediğini, neden rahatsız olduğunu açık ve seçik olarak ortaya koyduğunu düşünüyorum.

Ak parti neden kaybetti dersek bende herkesin bildiği konuları kendi yorumumla yazmak istedim.

Bunları önem sırasına göre sıralamak istiyorum;
1- Hırs ve Ego
2- Hırs ve Ego
3- Hırs ve Ego
4- Hırs ve Ego
Şimdi madde madde gidelim;
1- Hırs ve Ego;
Tek adam tek lider olma isteği,
2- Hırs ve Ego;
Yolsuzluk dedikoduları ve umursamazlık tavırlar,
3- Hırs ve Ego
Halkın parasıyla “Saray” da yaşama
4- Hırs ve Ego;
Diyanet işleri, Mercedes, kürtçe Kuran-Kerim vb

Ayrıca yanlış reklam kampanyaları, ekonomideki kötü gidişe rağmen yapılan büyük harcamalar, işsizlik vb. konular vatandaşı günden güne bunalıma sokmaya yetmiştir. Artık yapılan din siyasetinin doyuma ulaştığını görmemek en büyük kayıp kalemlerinden biri olmuştur.

Bu ülkenin koalisyon ile yönetilemeyeceğini savunanlardanım. Çünkü koalisyon yapacak partilerin bakanlık, koltuk ve ego savaşları patlamış olan ekonomimize bir darbe daha indirecektir. Bugün televizyon kanallarında “ben o parti ile koalisyon asla yapmam” diyen tüm partilerin bir birleri ile koalisyon yapacağını hepimiz biliyoruz. Tüm partileri de aynı kelimeyi kullanacaklar “ülkenin içinde bulunduğu bu zor durumdan kurtarmak için koalisyonu kabul ediyoruz” diyecekler. Biz de gülerek bu komediyi izlemeye devam edeceğiz.

Bana göre tek kazanan sadece Selahattin Demirtaş’dır. Bu HDP başarısı değil eş başkanın başarısı olduğunu düşünüyorum.

Bir de onca para harcayıp bugün ilk kez meclise girmeyi hak kazanan vekillerimiz erken seçim korkusuyla ne yapacaklar acaba ? İzleyip göreceğiz.

Umarım günün sonunda vatandaşın vermiş olduğu bu sinyale her parti dikkat eder. Kazanan Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti olur.

Oktay ERDEM

Sevgi ile büyümeli insan, çok sevilmeli, çok sevmeli

İnsan; dünya üzerin de yaşayan en vahşi canlı da olabiliyor en sevgi dolu ve masum canlıda.

Bir canlının yaşamsal alanının şartları elbette o canlının şekillenmesinde en önemli faktörlerden biri. Balta girmemiş ormanların, sert doğal şartların olduğu uçsuz bucaksız arazilerde yaşayan bir yırtıcı canlının vahşiliğinin yanı sıra yine orada aynı şartlarda yaşayan bir ceylan’ın masumluğunu da görmek lazım elbette.

Yaradılışın fıtratında var” mısraları bu örneklemelere en çok uyan anlatımdır beklide. Ya insan oğlu, insan denen o canlı? Onun da bir yaradılış fıtratı yok mu? Var elbette.

Bir yırtıcı canlı, beslenmek için vahşi olabilirken, insan denen canlı sadece nefsi için vahşi olabiliyor. Nefis dendiğin de, nefsin terbiyesi genelde din/dinler ile bir arada düşünülür. Halbuki nefsin terbiyesi en güzel sevgi ile öğretilebilir.

İnsan denen canlının diğer canlılardan öne çıkmasını nedeni öğrenme, düşünme ve hissetme yeteneğidir. Bu nedenle nefsi en güzel terbiye etmek de sevgi ile olabilecektir.

Toplumlar her döneminde şekillenir ve değişik süreçlerden geçerler. Bu süreç o toplumun yaşadığı topraklar ile ve coğrafyasına göre değişiklikler gösterebilir.

Büyük bir kuruluş mücadelesi veren bizim ülkemiz de büyük değişimlere, yeni yeni yapılaşmalarla bu günlere geldi. İyisi güzeli, günahı ve esbabıyla günümüz Türkiye’sine geldik. Ülkemiz adeta vahşi yaşam alanı.

Ölümler bile senin ölün benim ölüm diye ayrılmış durumda, ona göre göz yaşları dökülüyor yada dökülmüyor. Acılar senin acın banane, onun acısı sanane olmuş durumda, insanlığın öldüğü bir çok olayları seyreden milyonlar topluluğu halinde yaşayan bir Türkiye.

Milli duyguların yok olduğu, bayrak, devlet, millet olgusunun hiç olmadı kadar ayaklar altına alındığı bir Türkiye. Ve bunların sonucu meydana çıkan birlik ve beraberliğin yok olduğu bir Türkiye.

İnsan oğlunun yaradılış fıtratında olmamasına rağmen, vahşi yaşam alanına çevirdiği bir Türkiye’de vahşi insanların acımasızca yargılamadan, sorgulamadan hoş görüyü rafa kaldırıldığı bir ülke olmuş Türkiye.

Neden böyle olduk, niçin böyleyiz demenin zamanı gelmedi mi? Türkiyem.

Sevgisiz, hoş görüşsüz yetiştirilen, kendinden olmayı aşağılayan öteleyen bir nesil yetiştirdik sevgisiz, sevmeyi bilmeyen, sevilmeyi de hazmedemeyen bir nesil.

Diğer tarafta ise Dindar ama bi o kadar da kindar bir nesil yetiştirdik. Sandık ki din ve dini ögretilerle ile yetişen insanlar iyi insanlar olacaklar, ama diğer kesimin (ötekileştirme için demiyorum, toplumun şu an ki algısı böyle olduğu için anlaşılır olmak için “öteki kesim” kullandım) düştüğü hataya burada da düştük. Onların içine de sevgi tohumu ekemedik, sevmeyi, sevilmeyi onlara da öğretemedik.

Sevgi ile büyümeli insan, çok sevmeli, çok sevilmeli, benden olmayanı da sevmeli, ondan olmayanı da, doğayı da sevmeli, hayvanları da ve yaşadığı alanı bir ceylan gibi masun ve yaşanır yapmalı.

Karın doyurmak ise yaşamın anlamı neden yapalım ki yaşadığımız bu güzel alanı, vahşi yaşam alanı.

Fedai Çakır

1 Haziran 2015, İstanbul

 

Fedai Çakır

 

 

BİODİZEL NASIL YAPILIR ,organik yağlardan mazot yapımı

Çiftcilerimizin üretim maliyetlerinde yüklü bir yer tutan mazotun ucuza elde edilmesi kazançlarını artırır .

Çiftçilerimiz, özellikle ayçiçeği yetiştiricilerimiz için ucuz yağ bulmak gayet basittir, şehirde yaşayanlar ise ancak kullanılmış yağ ile ucuza  biyodizel yapabilirler.

Tarif 10 lt. yağ içindir daha çok veya az yaparken ölçüleri orantılı olarak değiştirebilirsiniz.

MALZEMELER

10 LT BİTKİSEL YAĞ

2 LT METANOL

50 GR KOSTİK

1 ADET DERECE

YAPIMI

50 gr subkostik ( boncuk kostik olarakta bilinir marketlerde satılan lavabo açıçılarının % 95 NaOH olanı işinizi görür.) metanole karıştırılır ve eritilir yanlız bu maddeleri cildinize ,gözünüze deydirmeyin eldiven ve gözlük kullanın .

10 LT yağımızı 100 dereceye kadar ısıtıp içindeki suyun buharlaşmasını sağlayıp tekrar 60 dereceye düşünce  hazırladığımız karışımı yavaşça yağa katın ve iyice karıştırın ,az mitarda yaparsanız mikserle karıştırabilirsiniz fakat fazla olunca kolunuza kuvvet.(Tahmin ediyorum büyük varillerde yaparsanız motorlu tırpanlarla yorulmadan karıştırabilirsiniz.)

Karıştırma işi bitince 8 saat kadar bekletin yağın dibine çöken kısım gliserindir bunu almayın çünkü gliserin enjektörleri tıkar ve pompayı bozar üstte kalan kısımı ise sifolayarak alın.Varille yaparsanız varilin altından 20 cm kadar yukarıdan bir çeşme takın dibini almadan biodizeli ayırmış olursunuz.

Bunu 1 veya 2 gün havalandırın böylece içindeki metenol uçacaktır yine dipte bir miktar gliserin çökmüş olabilir ,yukarıdada sabunsu yapılar olabilir bu yüzden tekrar sifonlayarak alttaki çökeltiyi almadan bir tülbentle süzerek biodizelinizi alın ve kullanın.

Biodizel kullanmaya başladıktan 1 hafta sonra mazot filtresini değiştirmeniz gerekir çünkü biodizel depodaki eskiden kalma pislikleride sökecektir ilk kullanmadan sonra depoda temizlenmiş olur.

Ben aracımda kullandım çekişte bir sorun olmadı fakat kızarmış patates kokusu biraz rahatsız edici, birde 6 ay kadar sonra mazot pompasının lastik contalarını değiştirdim çünkü yağın mazota oranla daha asitli olması contaları bozdu ve  damlatmaya başladı. Tabii ki o kadar kar ettikten sonra bu hiç önemli değil.

KOLAY GELSİN

Önyargısız Hayat

Bizler genelde anlatılan veya okuduğumuz hikayeleri dinlerken o hikayeye konu olan kahramanları düşüncelerimizde nedense hep uzun boylu, yakışıklı/güzel, heybetli kişiler olarak canlandırıyoruz.

Neden ?

Bunun tam tersi olamazlar mı ? Ya da açıkça tam tersi görüntüde olan karakterler kahraman olamaz mı ?
Geçenlerde bir yerlerde güzel bir yazı okudum. Hikayeyi yazan arkadaşım da buna benzer satırlar yazmış, hisse güzel olduğu için kendi yorumumla paylaşmak istedim.

Hikayemizin kahramanı Lokman Hekim.

Lokman Hekim kalın dudaklı, siyah derili, bakıldığında diğer insanlardan farklı bir görüntüye sahip olmayan bir zat imiş. Günün birinde oradan geçen bir vatandaş karşısında gördüğü insanın Lokman Hekim olduğunu duyunca gözlerine inanamamış, karşısında öylece kala kalmış. Şaşkınlığını gizleyemeyen adamı gören Lokman Hekim hisleriyle aslında neden şaşırdığını anlayıvermiş. Hiç tereddüt etmeden şu konuşmayı yapmış;

– Ne o evlat neden şaşırdın ? Boyayı mı beğenmedin yoksa boyacıyı mı ? Benim ne tenimin renginde ne de dudaklarımın kalınlığında inan hiçbir tesirim olmadı. Onları yaradan öyle yaratmış.

Kıssadan hissemiz burada bitiyor. Fakat hikaye ye bakılırsa geçmiş çağlardan beri insanoğlu hiç değişmemiş. O zaman da önyargılarıyla hareket ediyormuş şu anda da, bizler sevdiğimiz karakterleri düşüncelerimizden farklı gördüğümüz zaman o kişinin başarılarını, kahramanlıklarını hemen unutuveriyoruz.

Önyargılarımızdan kurtulmamız dileklerimle,

Oktay ERDEM

FİSKOS SEHPA BOYAMA (YENİLEME)

fiskos

Atmak istemediğim ama rengide mobilyalarıma uymayan sehpamı boyamaya karar verdim.

fiskos.jpg9

Önce araştırdım sonra astar denilen bir cila sürerek rengin değişebildiğini öğrendim gerçi zımpara yaparakta oluyormuş ama zor olduğunu söylüyorlar.

fiskos.jpg8

Gelelim benim sehpama aldığım cilanın üzerini okuyarak uyguladım önce ince bir zımpara yaptım sonra cilaladım 12 saat bekledim tekrar zımpara yaptım .

fiskos.jpg2     400 pembe

fiskos.jpg3

fiskos.jpg4400 pembe

Sonra istediğim renge boyadım 4 kat kadar geçtim ben üstünü kreme benzer bir renk yaptım ayağını inci beyazı bıraktım .Üzerini elimde olan pirinç dekopaj ve sulu transfer kağıtlarıyla istediğim şekilde yerleştirdim (pirinç kağıt ve sulu transferi daha önce anlatmıştım)

fiskos.jpg5

fiskos.jpg6                   fiskos.jpg7

Enson 2 kat vernikledim ve bitti .

400 pembe

fiskos.jpg1

Artık mobilyalarımla uyumlu olan sehpamı çok beğeniyorum .

HOŞÇAKALIN.

KIT KANAAT HAYAT

KİRAZ

Ne zaman param cebimde azalsa, kısaca zaruri ihtiyaçlarım dışında paramı harcamamam gerektiği zamanlar da manava girmemeliyim, bütün meyveleri canım çekiyor.

Alamıyorum.

Bir tatlıcıya yada pastahaneye de girmemeliyim, canım bütün tatlıları pastaları çekiyor.

Alamıyorum.

Ya sürekli içmeyen ben, o gece illa bira içesim gelir ki anlatılmaz bir istektir, görsen sanırsın sürekli içen alkoliğin teki. Halbu ki ayda yılda bir iki bira içen ben bira alamıyorum.

Sorarım kendime acaba böyle olan bir tek  ben miyim?

Yemeden yediren giymeden giydiren anneler, babalar gelir aklıma. Öyle fedakar bir anne ve babanın çocuğu olarak gelir aklıma ve dalarım uzaklarda bir yerlere.

Mustafa Balel’in “Kiraz Küpeler” isimli kitabı da gelir aklıma. Kitap’a adını veren hikayede “ Baba, anne çocuklarını hastaneden getirmektedir,  manavın önünden geçerken yeni çıkmış kirazları gören çocuk kiraz ister. Babanın parası yok kadar azdır ama çocuk ısrar edince dayanamaz manava bir avuç kiraz vermesini söyler.” Parası ancak o kadarına yetmektedir.

Kitapta ki hikayenin geçtiği tarihlerde marketler yoktur, yani istedin kadarını poşete koyup tarttıramaz insanlar. Manav babanın isteğini görmezden gelir, ilgilenmez bile, başka müşterileriyle ilgilenir ama babaya bir avuç kirazı tartıp vermez.

Yolda bulduğum karpuz kabuğunu kemirirken bulmuş bir gün beni babam, o gün bu gün işçi maaşıyla karpuzun çıktığı ilk gün bizim eve karpuz alınırdı babam tarafından. Bu hikayeden mi? Olsa gerek Balel’in bu öyküsü beni içten yaralamıştı.

Kıt kanaat yaşamların çocukları olarak dünyaya gelmiş, zaman zaman bolluğu da yakalasak kıt kanaat yaşamak içimize yer etmiş.

Yine öyle bir günlerden bir gün, cebim de bir avuç kiraz alacak kadar param, kıt kanaat geçinip gidiyoruz işte.

Hikaye de çocuğuna bir avuç kiraz almak isteyen namuslu bir emekçi babadır, kıt kanaat yaşamın da namuslu, alın teri ile yaşayan bir baba.

Kıt kanaat doğup, kıt kanaat büyüdük, kıt kanaat yaşayıp öleceğiz, alın teri, namusumuzla.

 

Fedai Çakır

22 Mayıs 2015, İstanbul

 

 

GİRDİĞİM SİTE GÜVENLİ Mİ

Alış veriş yapmak için veya bilgi paylaşımında bulunmak için girdiğiniz sitelerin bilgilerinizi ne kadar güvende tutuğunu merak ederseniz, sitede bilgileri paylaştığınız sayfada yani kredi kartı bilgilerinizi verdiğiniz bağlantının adres çubuğunda kilit işareti https://www.siteismi.com yazdığını kontrol edin. Eğer böyle bir yazı yoksa direk www.siteismi.com yada http://www.siteismi.com yazıyorsa bu sitenin alışveriş için güvenli olmadığını anlarsınız.

https ve kilit işareti bu sitenin ssl sertifikası olduğunu gösterir ve güvenlidir.

ROTASI AŞK İSE İNSANIN

Yaşam gailesi için de o kadar çok meşgaleyle uğraşıyoruz ki, hiç sormuyoruz bile kendimize biz yaşıyor muyuz? yoksa ömür mü? tüketiyoruz.

Yaşamak ile ömür tüketmenin arasın da ki ince çizgiyi iyi anlamak lazım. Boşa ve kendimiz için hiçbir şey yapmadan yaşıyor ise demek ki ömür tüketiyoruz.

Peki yaşamak nasıl olmalı.

Derhal şunun farkına varmalı insan; hayata bir kere geliyorsun ve kendin için de yaşamalısın.

İki konuda tutarlı olur iseniz hayatı yaşayabilirsiniz. Birincisi eşyaya, mala, mülke olan bağımlılıktan kurulmak, diğeri ise Aşk ile yaşamak. Aşk bir erkeğe/kadına olabilir, bir kediye/köpeğe olabilir, doğaya/denize olabilir, dağlara aşık olabilirsiniz mesela, küçük derelere aşık olabilirsiniz, kümesiniz deki civcivlere aşık olabilirsiniz, Aşk deyince illa  kadın erkek gelmemeli insanın aklına.

Aşk; insanı mutlu edebilecek, içi sevgi dolu olan her şeydir.

Kısaca rotası aşk olmalı insanın.

Çok değerli kalem Peyami Safa ne demiş “Mutlu ol çünkü kimse senin üzgün olmanı umursamıyor”

Kesinlikle umursanmıyor, inadına “mutlu ol”

 

Fedai Çakır

18 Mayıs 2015, İstanbul

123986-2113212112014

 

 

 

 

BİR KÖY MASALI, RÜYA İLE GERÇEK ARASINDA

Bir yerin cennette cehennem de yapan orada yaşayan insanlardır sözünü hatırlamak için geldiğim bir köy Samsun’un Alaçam ilçesine bağlı Toplu köyü.

Sevgili iş arkadaşımın Adem Çelebi’nin doğup büyüdüğü bir köy burası.

Dümdüz bir ova burası, deniz hemen yanı başın da. Deniz o kadar bereketli ki balığı çıktığımız bir akşam dört farklı balık tutup, dört farklı tadı tatmış olabiliyorsunuz.

Kumsal kelimesi az kalıyor ucu bucağı olmayan kilometrelerce ince kuma sahip bir sahil şeridine sahip. Yürümeye kalkar iseniz baya zorlanıyorsunuz ve arada deniz ile birleşen nehir ağızlarından paçaları sıvayıp geçmek zorunda kalabilirsiniz.

Balıkçılık yanı sıra bir çok av mevsimin de av yapma imkanı olan bir yer. Fakat en önemlisi güzel cana yakın, bozulmamış bir Anadolu / Karadeniz sahili burası.

Bir film için mekan olarak bakmaya geldiğim bu güzel köye. Fikrimi sorarsınız,

Rüya gibi,

Muhteşem,

Muhteşem ötesi,

Söylenecek söz bulamıyorum,

Biri beni uyandırsın.

Filmden sonra bozulmasından korktuğum bu köy için çok güzel fikirlerim de var.

Köyün bağlı olduğu ilçe olan Alaçam’da sokak hayvanlarına son derece hoş görü ile bakıldığını dükkanların önlerinde köpeklerin sere serpe yatmasından anlayabilirsiniz. Birde esnafın hayvanları belsemsinden.

Belediye başkanı ile görüşme şansım olmadı ama illa görüşüp bir ricada bulunacağım. Toplu köyünün bir leylek köyüne dönüştürülmesini rica edeceğim. Direkler dikilip üzerine leylekler yuva yapsın diye alanlar yapılmasını isteyeceğim. Buna benzer bir şeyi Adem’in sevgili babası evinin bahçesine kendi imkanları ile yapmış ve leylekler de oraya yuva yapmış.

Ben bu köye geldiğimde bir  dayım daha oldu,birde teyzem… Balıkçı Hayri ise abim, Adem’in ailesi de ailem oldu. Kardeşleri ise kardeşlerim.

Onlar ve köyde yaşayan insanlar sayesin de anladım ki burayı cennet yapan bu insanlarmış. Elbette doğası güzelliği de bonus’u.

 

İnsan bir işte birileriyle çalışıyor ise yaptığı işin bedelini elbette almalı. Lakin her şeyin para olmadığını da söylemek lazım. Çalıştığınız insanlar paradan daha önemli çoğu zaman. Çalışan insan çalıştığı insanları seviyor olmalı, sevgili patronum Adil Elmas da beni seviyor olmalı ki onunla hem iş hem de kısa bir tatil yapma imkanı buldum Antalya’nın Side ilçesin de.  Teşekkür ederim yüreği kocama adam.

 

Fedai Çakır

11 Mayıs 2015, Toplu Köyü

1908185_10153925616402366_5923851319069284186_n 10443345_10153925986802366_4827087533800742599_n 11014915_10153927134357366_7053075168973633047_n 11072697_10153927373097366_4361904322270642116_n 11196315_10153925618412366_4284061839955226769_n 11215834_10153936801527366_1107451843897545246_n

ANNELER GÜNÜ NEDİR

 

ANNELER GÜNÜ
Anneler Günü, anneleri anmak ve onurlandırmak amacıyla tüm dünyada farklı zamanlarda kutlanan özel gündür.
Anneler günü geleneği, Antik Yunanların Yunan mitolojisindeki pek çok tanrı ve tanrıçanın annesi olan Rhea onuruna verdikleri yıllık ilkbahar festivali kutlamalarıyla başlar. Antik Romalılar da ilkbahar festivallerini İsa’nın doğumundan 250 yıl öncesinden ana tanrıça Kibela onuruna kutluyorlardı.
ABD’de Anna Jarvis ‘in kaybettiği kendi annesi için 1908 yılında başlattığı anma günü, 1914 yılında Kongrenin onayıyla Amerika çapında kutlanmaya başlandı. Türkiye’de ise, ilk Anneler Günü 9 Mayıs 1955′te kutlanmıştır.
Mayıs ayının ikinci Pazar günü Anneler gününün kutlanmasının elbette bir anlamı da vardı. Doğanın bahar gelip yeniden hayat bulması doğurganlığı temsil ettiği için mayıs ayının da baharın başlangıcından hemen sonra doğanın hayat bulmasıyla, kadını doğurganlığı özleştirilmiştir.
10 Mayıs Anneler günü kutlandığın da ve annelere özel hediyeler alındığında ben sadece yad etmekle yetineceğim. Annesi yaşayanlara bir kez daha yutkunarak gıpta ile bakacağım.
Annemin vefatının üzerinden 12 yıl geçmiş olacak.
Vefat ettiği günün akşamı ağlayarak kaleme aldığım yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum özlemim çok büyük dostlar.
Seni Çokkkkk Özleyeceğim
“Ben yazlarımı 18 yaşıma kadar köyde geçirmişimdir. Sonrasında köye hasret kaldık ve büyüdük. Ailem Giresun’dan İstanbul’a gelmiş, ben İstanbul’da büyüdüm, ama memleketimizden hiç kopmadık.
Bizler şanslı insanlarız köyümüz olduğu için, çünkü şehirden bunaldığımız zaman veya başımız darda olduğu zaman kaçacak bir yerimiz her zaman var.
Dağ köyüdür bizim köyümüz; çilekleri, fındığı, mantarı, balığı vardır. Elması, Armudu çeşit çeşit meyvesi vardır köyümüzün. Mısırı, salatalığı, domatesi, biberi vardır tarlasında.
Neden köyümü anlattım size? Çünkü annemi kaybettim, yakın sayılabilecek bir tarihte (20 mayıs 2003).
Annemle çok anım var, ama daha çok köyde yaptıkları hep gözümün önündedir. Bahçeden gelirken yol kenarında bir çilek bulsa hemen benim ağzıma atardı, fındık zamanı olmadığı halde bir fındık bulsa önce bana tattırırdı. Çiğ yenen, nadir bulunan mantar vardır bizim oralarda. Onlardan bulsa kendisi yemez, bana yedirirdi.
Annem benim, ne bileyim kendisinin de çok sevdiği şeylerdi bunlar, ama kendisi yemez bana yedirirdi. Beni öyle bir öpüşü vardı ki, ölene kadar hep öyle öpmüştür. Öperken çıkardığı sesten dolayı, “Anne beni bir gün sağır edeceksin,” derdim (Ben de oğlumu aynen öyle yüksek sesle öpüyorum.)
Annem benim…
Yıllar önce şeker denilen hastalık onu yakaladı, gel zaman git zaman tüm organlarını yok etti annemin. Son zamanları ağrılar içinde geçti.
Aslında abimin evini evi bilmiştir, ama ne yazıktır ki anneciğim benim evimde vefat ettin. Senin kendi evinde vefat etmeni sağlayamadık. Sen de biliyorsun ki, benimle benim evimde yaşamalıydın, şartlar öyle gerektiriyordu. Çok hasta olduğun üç ay içerisinde bilemedim, ama meğer evimi onurlandırmışsın. Sana o kadar çok alışmışız ki sen gittikten sonra fark ettik.
Hasta bakan bilir derler, gerçekten de öyleymiş: üç ay boyunca bana hiç uyku uyutmadın, ama keşke biraz daha yaşasaydın da ben uyumasaydım.
Öldüğüne çok üzüldüm, ağladım sessizce, kimseler görmeden. Üzüntümle beraber ölümün senin acılarına son vermesi tek tesellim anneciğim.
Sen de, zaman zaman stresin verdiği şartların olumsuzluğundan “Üfff!” dediysek veya sesimizi yükselttiysek bizi affet anneciğim. Hepimiz seni çok seviyorduk, sana su vermediysek suyun sana yasak olmasındandı, su seni öldürüyordu. İlaçları avuç avuç verdiysek seni biraz daha yaşatmaktı niyetimiz, inan seni üzmek değildi amacımız…
SENİ ÇOK ÖZLEYECEĞİM ANNECİĞİM
”Küçük Oğlun”
Vefat ettiğin günün sabaha işe gitmek için çıkarken öptüğüm o yanaklarının tadı hala dudaklarım da, kokun ise burnum da anneciğim. Yıllar geçse de bunlar geçmiyor bende annem.

10/05/2015
Fedai Çakır