BİLGİ GÜNLÜĞÜ tarafından yazılmış tüm yazılar

Sevgi ile büyümeli insan, çok sevilmeli, çok sevmeli

İnsan; dünya üzerin de yaşayan en vahşi canlı da olabiliyor en sevgi dolu ve masum canlıda.

Bir canlının yaşamsal alanının şartları elbette o canlının şekillenmesinde en önemli faktörlerden biri. Balta girmemiş ormanların, sert doğal şartların olduğu uçsuz bucaksız arazilerde yaşayan bir yırtıcı canlının vahşiliğinin yanı sıra yine orada aynı şartlarda yaşayan bir ceylan’ın masumluğunu da görmek lazım elbette.

Yaradılışın fıtratında var” mısraları bu örneklemelere en çok uyan anlatımdır beklide. Ya insan oğlu, insan denen o canlı? Onun da bir yaradılış fıtratı yok mu? Var elbette.

Bir yırtıcı canlı, beslenmek için vahşi olabilirken, insan denen canlı sadece nefsi için vahşi olabiliyor. Nefis dendiğin de, nefsin terbiyesi genelde din/dinler ile bir arada düşünülür. Halbuki nefsin terbiyesi en güzel sevgi ile öğretilebilir.

İnsan denen canlının diğer canlılardan öne çıkmasını nedeni öğrenme, düşünme ve hissetme yeteneğidir. Bu nedenle nefsi en güzel terbiye etmek de sevgi ile olabilecektir.

Toplumlar her döneminde şekillenir ve değişik süreçlerden geçerler. Bu süreç o toplumun yaşadığı topraklar ile ve coğrafyasına göre değişiklikler gösterebilir.

Büyük bir kuruluş mücadelesi veren bizim ülkemiz de büyük değişimlere, yeni yeni yapılaşmalarla bu günlere geldi. İyisi güzeli, günahı ve esbabıyla günümüz Türkiye’sine geldik. Ülkemiz adeta vahşi yaşam alanı.

Ölümler bile senin ölün benim ölüm diye ayrılmış durumda, ona göre göz yaşları dökülüyor yada dökülmüyor. Acılar senin acın banane, onun acısı sanane olmuş durumda, insanlığın öldüğü bir çok olayları seyreden milyonlar topluluğu halinde yaşayan bir Türkiye.

Milli duyguların yok olduğu, bayrak, devlet, millet olgusunun hiç olmadı kadar ayaklar altına alındığı bir Türkiye. Ve bunların sonucu meydana çıkan birlik ve beraberliğin yok olduğu bir Türkiye.

İnsan oğlunun yaradılış fıtratında olmamasına rağmen, vahşi yaşam alanına çevirdiği bir Türkiye’de vahşi insanların acımasızca yargılamadan, sorgulamadan hoş görüyü rafa kaldırıldığı bir ülke olmuş Türkiye.

Neden böyle olduk, niçin böyleyiz demenin zamanı gelmedi mi? Türkiyem.

Sevgisiz, hoş görüşsüz yetiştirilen, kendinden olmayı aşağılayan öteleyen bir nesil yetiştirdik sevgisiz, sevmeyi bilmeyen, sevilmeyi de hazmedemeyen bir nesil.

Diğer tarafta ise Dindar ama bi o kadar da kindar bir nesil yetiştirdik. Sandık ki din ve dini ögretilerle ile yetişen insanlar iyi insanlar olacaklar, ama diğer kesimin (ötekileştirme için demiyorum, toplumun şu an ki algısı böyle olduğu için anlaşılır olmak için “öteki kesim” kullandım) düştüğü hataya burada da düştük. Onların içine de sevgi tohumu ekemedik, sevmeyi, sevilmeyi onlara da öğretemedik.

Sevgi ile büyümeli insan, çok sevmeli, çok sevilmeli, benden olmayanı da sevmeli, ondan olmayanı da, doğayı da sevmeli, hayvanları da ve yaşadığı alanı bir ceylan gibi masun ve yaşanır yapmalı.

Karın doyurmak ise yaşamın anlamı neden yapalım ki yaşadığımız bu güzel alanı, vahşi yaşam alanı.

Fedai Çakır

1 Haziran 2015, İstanbul

 

Fedai Çakır

 

 

KIT KANAAT HAYAT

KİRAZ

Ne zaman param cebimde azalsa, kısaca zaruri ihtiyaçlarım dışında paramı harcamamam gerektiği zamanlar da manava girmemeliyim, bütün meyveleri canım çekiyor.

Alamıyorum.

Bir tatlıcıya yada pastahaneye de girmemeliyim, canım bütün tatlıları pastaları çekiyor.

Alamıyorum.

Ya sürekli içmeyen ben, o gece illa bira içesim gelir ki anlatılmaz bir istektir, görsen sanırsın sürekli içen alkoliğin teki. Halbu ki ayda yılda bir iki bira içen ben bira alamıyorum.

Sorarım kendime acaba böyle olan bir tek  ben miyim?

Yemeden yediren giymeden giydiren anneler, babalar gelir aklıma. Öyle fedakar bir anne ve babanın çocuğu olarak gelir aklıma ve dalarım uzaklarda bir yerlere.

Mustafa Balel’in “Kiraz Küpeler” isimli kitabı da gelir aklıma. Kitap’a adını veren hikayede “ Baba, anne çocuklarını hastaneden getirmektedir,  manavın önünden geçerken yeni çıkmış kirazları gören çocuk kiraz ister. Babanın parası yok kadar azdır ama çocuk ısrar edince dayanamaz manava bir avuç kiraz vermesini söyler.” Parası ancak o kadarına yetmektedir.

Kitapta ki hikayenin geçtiği tarihlerde marketler yoktur, yani istedin kadarını poşete koyup tarttıramaz insanlar. Manav babanın isteğini görmezden gelir, ilgilenmez bile, başka müşterileriyle ilgilenir ama babaya bir avuç kirazı tartıp vermez.

Yolda bulduğum karpuz kabuğunu kemirirken bulmuş bir gün beni babam, o gün bu gün işçi maaşıyla karpuzun çıktığı ilk gün bizim eve karpuz alınırdı babam tarafından. Bu hikayeden mi? Olsa gerek Balel’in bu öyküsü beni içten yaralamıştı.

Kıt kanaat yaşamların çocukları olarak dünyaya gelmiş, zaman zaman bolluğu da yakalasak kıt kanaat yaşamak içimize yer etmiş.

Yine öyle bir günlerden bir gün, cebim de bir avuç kiraz alacak kadar param, kıt kanaat geçinip gidiyoruz işte.

Hikaye de çocuğuna bir avuç kiraz almak isteyen namuslu bir emekçi babadır, kıt kanaat yaşamın da namuslu, alın teri ile yaşayan bir baba.

Kıt kanaat doğup, kıt kanaat büyüdük, kıt kanaat yaşayıp öleceğiz, alın teri, namusumuzla.

 

Fedai Çakır

22 Mayıs 2015, İstanbul

 

 

ROTASI AŞK İSE İNSANIN

Yaşam gailesi için de o kadar çok meşgaleyle uğraşıyoruz ki, hiç sormuyoruz bile kendimize biz yaşıyor muyuz? yoksa ömür mü? tüketiyoruz.

Yaşamak ile ömür tüketmenin arasın da ki ince çizgiyi iyi anlamak lazım. Boşa ve kendimiz için hiçbir şey yapmadan yaşıyor ise demek ki ömür tüketiyoruz.

Peki yaşamak nasıl olmalı.

Derhal şunun farkına varmalı insan; hayata bir kere geliyorsun ve kendin için de yaşamalısın.

İki konuda tutarlı olur iseniz hayatı yaşayabilirsiniz. Birincisi eşyaya, mala, mülke olan bağımlılıktan kurulmak, diğeri ise Aşk ile yaşamak. Aşk bir erkeğe/kadına olabilir, bir kediye/köpeğe olabilir, doğaya/denize olabilir, dağlara aşık olabilirsiniz mesela, küçük derelere aşık olabilirsiniz, kümesiniz deki civcivlere aşık olabilirsiniz, Aşk deyince illa  kadın erkek gelmemeli insanın aklına.

Aşk; insanı mutlu edebilecek, içi sevgi dolu olan her şeydir.

Kısaca rotası aşk olmalı insanın.

Çok değerli kalem Peyami Safa ne demiş “Mutlu ol çünkü kimse senin üzgün olmanı umursamıyor”

Kesinlikle umursanmıyor, inadına “mutlu ol”

 

Fedai Çakır

18 Mayıs 2015, İstanbul

123986-2113212112014

 

 

 

 

BİR KÖY MASALI, RÜYA İLE GERÇEK ARASINDA

Bir yerin cennette cehennem de yapan orada yaşayan insanlardır sözünü hatırlamak için geldiğim bir köy Samsun’un Alaçam ilçesine bağlı Toplu köyü.

Sevgili iş arkadaşımın Adem Çelebi’nin doğup büyüdüğü bir köy burası.

Dümdüz bir ova burası, deniz hemen yanı başın da. Deniz o kadar bereketli ki balığı çıktığımız bir akşam dört farklı balık tutup, dört farklı tadı tatmış olabiliyorsunuz.

Kumsal kelimesi az kalıyor ucu bucağı olmayan kilometrelerce ince kuma sahip bir sahil şeridine sahip. Yürümeye kalkar iseniz baya zorlanıyorsunuz ve arada deniz ile birleşen nehir ağızlarından paçaları sıvayıp geçmek zorunda kalabilirsiniz.

Balıkçılık yanı sıra bir çok av mevsimin de av yapma imkanı olan bir yer. Fakat en önemlisi güzel cana yakın, bozulmamış bir Anadolu / Karadeniz sahili burası.

Bir film için mekan olarak bakmaya geldiğim bu güzel köye. Fikrimi sorarsınız,

Rüya gibi,

Muhteşem,

Muhteşem ötesi,

Söylenecek söz bulamıyorum,

Biri beni uyandırsın.

Filmden sonra bozulmasından korktuğum bu köy için çok güzel fikirlerim de var.

Köyün bağlı olduğu ilçe olan Alaçam’da sokak hayvanlarına son derece hoş görü ile bakıldığını dükkanların önlerinde köpeklerin sere serpe yatmasından anlayabilirsiniz. Birde esnafın hayvanları belsemsinden.

Belediye başkanı ile görüşme şansım olmadı ama illa görüşüp bir ricada bulunacağım. Toplu köyünün bir leylek köyüne dönüştürülmesini rica edeceğim. Direkler dikilip üzerine leylekler yuva yapsın diye alanlar yapılmasını isteyeceğim. Buna benzer bir şeyi Adem’in sevgili babası evinin bahçesine kendi imkanları ile yapmış ve leylekler de oraya yuva yapmış.

Ben bu köye geldiğimde bir  dayım daha oldu,birde teyzem… Balıkçı Hayri ise abim, Adem’in ailesi de ailem oldu. Kardeşleri ise kardeşlerim.

Onlar ve köyde yaşayan insanlar sayesin de anladım ki burayı cennet yapan bu insanlarmış. Elbette doğası güzelliği de bonus’u.

 

İnsan bir işte birileriyle çalışıyor ise yaptığı işin bedelini elbette almalı. Lakin her şeyin para olmadığını da söylemek lazım. Çalıştığınız insanlar paradan daha önemli çoğu zaman. Çalışan insan çalıştığı insanları seviyor olmalı, sevgili patronum Adil Elmas da beni seviyor olmalı ki onunla hem iş hem de kısa bir tatil yapma imkanı buldum Antalya’nın Side ilçesin de.  Teşekkür ederim yüreği kocama adam.

 

Fedai Çakır

11 Mayıs 2015, Toplu Köyü

1908185_10153925616402366_5923851319069284186_n 10443345_10153925986802366_4827087533800742599_n 11014915_10153927134357366_7053075168973633047_n 11072697_10153927373097366_4361904322270642116_n 11196315_10153925618412366_4284061839955226769_n 11215834_10153936801527366_1107451843897545246_n

ANNELER GÜNÜ NEDİR

 

ANNELER GÜNÜ
Anneler Günü, anneleri anmak ve onurlandırmak amacıyla tüm dünyada farklı zamanlarda kutlanan özel gündür.
Anneler günü geleneği, Antik Yunanların Yunan mitolojisindeki pek çok tanrı ve tanrıçanın annesi olan Rhea onuruna verdikleri yıllık ilkbahar festivali kutlamalarıyla başlar. Antik Romalılar da ilkbahar festivallerini İsa’nın doğumundan 250 yıl öncesinden ana tanrıça Kibela onuruna kutluyorlardı.
ABD’de Anna Jarvis ‘in kaybettiği kendi annesi için 1908 yılında başlattığı anma günü, 1914 yılında Kongrenin onayıyla Amerika çapında kutlanmaya başlandı. Türkiye’de ise, ilk Anneler Günü 9 Mayıs 1955′te kutlanmıştır.
Mayıs ayının ikinci Pazar günü Anneler gününün kutlanmasının elbette bir anlamı da vardı. Doğanın bahar gelip yeniden hayat bulması doğurganlığı temsil ettiği için mayıs ayının da baharın başlangıcından hemen sonra doğanın hayat bulmasıyla, kadını doğurganlığı özleştirilmiştir.
10 Mayıs Anneler günü kutlandığın da ve annelere özel hediyeler alındığında ben sadece yad etmekle yetineceğim. Annesi yaşayanlara bir kez daha yutkunarak gıpta ile bakacağım.
Annemin vefatının üzerinden 12 yıl geçmiş olacak.
Vefat ettiği günün akşamı ağlayarak kaleme aldığım yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum özlemim çok büyük dostlar.
Seni Çokkkkk Özleyeceğim
“Ben yazlarımı 18 yaşıma kadar köyde geçirmişimdir. Sonrasında köye hasret kaldık ve büyüdük. Ailem Giresun’dan İstanbul’a gelmiş, ben İstanbul’da büyüdüm, ama memleketimizden hiç kopmadık.
Bizler şanslı insanlarız köyümüz olduğu için, çünkü şehirden bunaldığımız zaman veya başımız darda olduğu zaman kaçacak bir yerimiz her zaman var.
Dağ köyüdür bizim köyümüz; çilekleri, fındığı, mantarı, balığı vardır. Elması, Armudu çeşit çeşit meyvesi vardır köyümüzün. Mısırı, salatalığı, domatesi, biberi vardır tarlasında.
Neden köyümü anlattım size? Çünkü annemi kaybettim, yakın sayılabilecek bir tarihte (20 mayıs 2003).
Annemle çok anım var, ama daha çok köyde yaptıkları hep gözümün önündedir. Bahçeden gelirken yol kenarında bir çilek bulsa hemen benim ağzıma atardı, fındık zamanı olmadığı halde bir fındık bulsa önce bana tattırırdı. Çiğ yenen, nadir bulunan mantar vardır bizim oralarda. Onlardan bulsa kendisi yemez, bana yedirirdi.
Annem benim, ne bileyim kendisinin de çok sevdiği şeylerdi bunlar, ama kendisi yemez bana yedirirdi. Beni öyle bir öpüşü vardı ki, ölene kadar hep öyle öpmüştür. Öperken çıkardığı sesten dolayı, “Anne beni bir gün sağır edeceksin,” derdim (Ben de oğlumu aynen öyle yüksek sesle öpüyorum.)
Annem benim…
Yıllar önce şeker denilen hastalık onu yakaladı, gel zaman git zaman tüm organlarını yok etti annemin. Son zamanları ağrılar içinde geçti.
Aslında abimin evini evi bilmiştir, ama ne yazıktır ki anneciğim benim evimde vefat ettin. Senin kendi evinde vefat etmeni sağlayamadık. Sen de biliyorsun ki, benimle benim evimde yaşamalıydın, şartlar öyle gerektiriyordu. Çok hasta olduğun üç ay içerisinde bilemedim, ama meğer evimi onurlandırmışsın. Sana o kadar çok alışmışız ki sen gittikten sonra fark ettik.
Hasta bakan bilir derler, gerçekten de öyleymiş: üç ay boyunca bana hiç uyku uyutmadın, ama keşke biraz daha yaşasaydın da ben uyumasaydım.
Öldüğüne çok üzüldüm, ağladım sessizce, kimseler görmeden. Üzüntümle beraber ölümün senin acılarına son vermesi tek tesellim anneciğim.
Sen de, zaman zaman stresin verdiği şartların olumsuzluğundan “Üfff!” dediysek veya sesimizi yükselttiysek bizi affet anneciğim. Hepimiz seni çok seviyorduk, sana su vermediysek suyun sana yasak olmasındandı, su seni öldürüyordu. İlaçları avuç avuç verdiysek seni biraz daha yaşatmaktı niyetimiz, inan seni üzmek değildi amacımız…
SENİ ÇOK ÖZLEYECEĞİM ANNECİĞİM
”Küçük Oğlun”
Vefat ettiğin günün sabaha işe gitmek için çıkarken öptüğüm o yanaklarının tadı hala dudaklarım da, kokun ise burnum da anneciğim. Yıllar geçse de bunlar geçmiyor bende annem.

10/05/2015
Fedai Çakır

HER İNSANA İKİNCİ BİR ŞANS VERİLMELİ Mİ?

Önümüzde seçimler var ve yine vatandaş takım tutar gibi parti tutup ülkenin kaderini aman benim takımın yensinde 1-0 olsun benim takımım olsun mantığı ile oy kullanmaya gidecek.

seçim2

“ben fikirlerimin değil fikirler benimdir”

Bırakın artık bir şeyler sizin sahibiniz olmasın siz bir şeylerin sahibi olun, düşüncelerinizle, fikirlerinizle, taviz vermeksizin namustan ahlaktan bir şeyleri değiştirin artık. Gelecek çocuklarımızın unutmayalım.

Siyaset yapmadan, parti gözetmeden bu güzel ülkem de olması gerekenleri sıralamaya çalışacağım, belki unuttuklarım da olacaktır artık onları da siz ekleyin lütfen.

Benim hayalimde olması gereken Türkiye’m:

  • Seyahat özgürlüğümüz olmalı ve bunun önünde engel olan petrol fiyatlarını düşürmek gerekiyor. Bunun için ne gerekiyorsa yapılmalı. Toplu taşıma ücretleri 50 kuruşu aşmamalı. Unutmamalı devletin amacı halkı işine, evine, okuluna vs ulaştırmakla mükelleftir. Otobüslerin tamir ve yenileme masraflarını karşılayacak kadar bir ücret almalı yani ticaret yapmamalı. İnsanların mecburen bindiği toplu ulaşımdan devlet ticaret yapmamalı.
  • Taşeron işçi çalıştırılmasına son verilmeli. Her çalışan ihaleyi başka bir şirket kazanınca işini kaybetme korkusu ile yaşamamalı, aynı işi başka işverende (yada devlette) çalışanın yarısı bir maaş ile çalışmamalı, sosyal haklarını, sendikalaşma haklarını elerinden almamalı. Fakat çöplerin toplanamayıp da taşeron işçi çalıştıran belediyeler de olduğu gibi yönetim zaaflarının da önüne geçilmeli. Başta belediye ve devlet dairelerine kolay işçi alımın yolu açılmalı siyasi kadrolaşmalardan da uzak durarak tabi.
  • Emeklilik yaşının en az bir 5 yıl daha erken yaşa çekilmeli ve insanların emekli olduğun da biraz rahat yaşamalarının önü açılmalı, günümüzde emekli olanların çoğunun hastane kapılarında sağlık sorunları ile uğraştığını hepimiz şahit oluyoruz. Çağdaş ülkelerin emeklileri dünya turuna çıkarken bizim emeklimiz bir şehirden diğer şehirdeki torunlarına gidecek parayı bulamıyor. Emekli maaşlarının yüksek olmasının önü açılmalı.
  • Eğitim sisteminden siyasi ellerin hemen geri çekilmesi ve mümkünse siyasilerin veli olarak bile okullara adım atmasının önü kesilmeli. Eğitim kaliteli, hedefe yönelik olmalı, örgencinin çok zamanının yok olmasının önüne geçilmeli, örgenciye okul dışında sosyal yaşam için zaman kalmalı bunun için eğitim sürelerinin daha az ama yeterli olması sağlanmalı. Mezun olunan bölümlerin direkt iş bulmaya yönelik olmalı mezunları kurs, sertifika ve sınavlara sokmanın olmamsı gerekmektedir.
  • Tarım, hayvancılık için gerekli yatırımların önü açılmalı, gerekirse devlet kamulaştırma ile yeniden mera alanlarını oluşturmalı, hızla tarım alanlarına yapılan yapılaşmanın önüne geçilmeli, kendi kendine yeten ülke durumuna yeniden geri dönülmeli.
  • Adalet sisteminde yıllardır olan adaletsizliğin önüne geçilmeli. Adaletsizlik duygusu toplumun huzurunu, devletine güveni yok etmektedir. İnsanlar kendi adaleti kendi arar olmamalı.
  • Konut, barınma özellikle büyük şehirlerde büyük sıkıntı olmaya devam ediyor ve aileler kazançların neredeyse 1/3 ünü kira için harcıyor. Birden fazla evi olanların ve bu kişilerin konut almalarının önüne ağır yaptırımlar olmalı, vergilerle ağırlaştırılmalı. Konut ihtiyaç için alınmalı yatırım olma durumundan çıkarılmalı. İnsanların en büyük kaygısıdır; barınamamak, açık da kalmak yada sağlıksız koşullarda aileleri ile yaşatmak.
  • Su, elektrik, yakıt (doğalgaz, kömür vs) bunlar insanların yaşamak için mecbur oldukları olmazsa olamazlarıdır. Devletin bu giderlerden mümkünse hiç para almamalı yada almak zorunda ise vergi yada özel sektör kazazsın diye hizmet bedeli almamalı. Bunlar vatandaşın en doğal hakları olmalı.
  • Eğitim tamamen ücretsiz olmalı, ilk öğretimden tutun da üniversiteye kadar tüm eğitim eşit şekilde tüm gençlere, çocuklara verilmeli. Okullar arasında ki kalite farkının yok olması gerekmektedir. Her örgenci kendine yakın okulda aynı kalitede eğitimi almalıdır. Servis ve yolda geçen zamanı örgencinin sosyal yaşamı, kitap okuması, arkadaşlarına ve ailelerine kalmalıdır.
  • Askari ücretle çalışan yada vasıfsız dediğimiz insanların üzerinden gelir vergisi vs gibi vergiler alınmamalı, bu insanlar daha hızlı, çabuk iş bulması için bunların gerekirse sigorta gibi bedelleri devlet tarafından karşılanmalı. Böylece daha hızlı iş imkanları olacaktır aç ve açık da kalmayacaklardır.
  • Devlet içinde müdürlük, makam saltanıta son verilmeli, devlet en büyük tasarrufu yapmalı, yerli malzeme, yerli araç kullanımı teşvik edilmeli, özel ayrıcalıklı statüler kaldırılmalı.
  • Küçük esnaf’tan hiçbir vergi alınmamalı, zaten satışlarından kdv vs adı altında alınıyor. Stopaj, gelir vergisi adı altında vergiler alınmamalı. Böylece esnafın daha hızlı yaşamasına büyük kurumlar altında ezilip dükkanının kapatmasının hatta kapattıktan sonra ise vergi borçları ile cebelleşmesinin önüne geçilmeli.
  • 12 Eylül ihtilallinden sonra asker sorgusu nerden buldun demeden silahları halktan toplamıştı, yine toplum barışı için genel af çıkarılmalı. Soru sorulmadan silahların teslim edilmesi sağlanmalı. Fakat bunu yapmadan öncede bu aftan sonra ağır cezaların yasalarının da çıkması lazım. Yani aftan sonra tekrarlayanlara ağır cezalar olmalı. Yaralar sarılmalı.
  • Vergi, elektrik, su vs aklınıza gelen tüm borçların silinip hayatın yeniden başlanmasını sağlanmalı. Batmış zor durumda olan her insana yeni bir şans verilmeli.

Ülke olarak her şeyde sıfırdan başlamalı, açılarımız, yaralarımız sarılmalı. Her alanda her insana yeni ikinci bir şans verilmeli/vermeliyiz.

Sayfalar yetse; o kadar çok yazılacaklar var ki, bu kadarını bile yapabilsek Türkiye’m de her şey daha güzel olacak…

 

 

Fedai Çakır

19 Nisan 2015, İstanbul

BİR KİŞİ DE OKUSA ÖNEMLİDİR EVLAT

Zaman zaman bunalıp da bu şehirden kaçsam gitsem dediğiniz elbette olmuştur. Çok daha bunalınca bu ülkeyi terk etsem mi? dediğiniz de olmuştur. Sizin olmadıysa da benim olmuştur.

Nedir yaşadığımız bu şehirden yada ülkeden gitsem dedirten duygular.

  • Ekonomik sebepler,
  • Hayat pahalılığı,
  • Ülkenin politik durumları,
  • Bir arada yaşadığın insanların davranış ve hareket şekilleri.

Bu şehirden gitmeme neden olan duygularımın başında en çok da “Bir arada yaşadığın insanların davranış ve hareket şekilleri.” Etken oluyor. İkinci neden ise hayatın pahalı olması. Lakin iş konusundan bağımlı olduğum şehrimi terk edemiyorum tabi.

Ama zaman zaman öyle hey heylerim geliyor ki bütün gemileri yakıp gidesim geliyor bu ülkeden. Ülkeden evet şehir değiştirmek beni rahatlatmayacak hal alıyor.

Yaşadığımız alanı şekillendiren biz insanlarız. Öncelikle yaşadığımız evimiz de başlar şekillendirme. O evde yetişen çocuklar sokağa çıkıp mahallenizi şekillendirir, sonrasında ise şehri şekillendirmeye ve son olarak da ülkemizi şekillendiririz.

Yani kısaca yaşamın da ülkenin  de temelini insan oluşturuyor, bu da insan davranışlarından ibaret.

Bu ülkeden girmeme en çok da tabi ki bir arada yaşadığım toplumda ki insanların davranış şekilleri ve siyasi otorite etken oluyor.

Peki nedir beni bu kadar rahatsız eden ve doğup büyüdüğüm, köklerimin olduğu bu ülkeyi terk ettirecek kadar olan nedenler?.

  • Hoşgörüsünü kaybetmiş bir insanlar sürüsü,
  • Adalet olmayışı,
  • Kutuplaşmaların artması ve öteleştirmeler,
  • Para kazanmanın her manevi ve ahlaki duygudan önce gelişini düşünen insanlar,
  • Maddiyatçı ve ahlaki değerlerini yitirmiş insanlar,
  • Kendinden başka hiçbir canlıya yaşam hakkı vermeyen toplumsal yapının çoğunluğu,
  • Tarihi çevreye, doğal çevreyi korumayan ve talan eden anlayış,
  • Sanatı, edebiyatı, Tiyatroyu önemsemeyen olmasa da olur diyenler,
  • Okumayı red eden sadece televizyon ağız ile sürekli yorum yapıp konuşan çok bilmiş insanlar,
  • Sürekli din odaklı konuşup hayatın sadece din ve çevresinde olduğunu düşünen ama yeterince din’i bilgisi olmayan insanlar,
  • …… saymakla bitmeyen bir çok neden

Peki gidebiliyor muyum bu ülkeden elbette hayır.

Üniversitede okuyan oğlum baba ben yurt dışına gidip yerleşmek istiyorum dediğin de bu yazdıklarım aklıma gelmişti nasıl cevap vermeliydim. Hem kendime hem de oğluma bir cevap bulmalıydım gitmemek için bu toprakları terk etmemek için bir sağlam bir neden var mıydı?.

Gitmek çözüm değil oğul, çeker gidersin gittiğin yerde mutlu olursun yada olmasın ama gitmemelisin. Bu topraklar bizim topraklarımız, bizim yurdumuz, bu insanlar da bizim insanlarımız. Mücadele edeceğiz oğul cahilliklerle de mücadele edeceğiz, bizleri ayrıştırıp/kutuplaştırıp her birimizi bir tarafa atmaya dağıtmaya çalışana anlayışlarla da mücadele edeceğiz.

Sen gidersen, o giderse, bu giderse  bir gün geri dönmek istediğimiz de ana vatanı bulamayız evlat. Hem unutma ki yaşadığımız yeri cennete çeviren de biz insanlarız cehenneme de döndüren biz insanlarız.

“Mücadele edecek alan mı bıraktılar baba, nasıl mücadele edelim baba”

Azına çoğuna bakma, elinden geleni yap az yada çok fark etmez evlat. Benim de çok yapabileceğim bir şey yok elimden geldiğince yazmaya çalışıyorum evlat.

“sen diyorsun baba okuyan mı var?”

Bir kişi de okusa önemlidir evlat.

 

Fedai Çakır

13 Nisan 2015, İstanbul

Reading_newspaper

 

SOKAK’IN BAŞINDA Kİ KADIN

Erkek egemen bir toplum da yetişip büyüyen bir erkek iseniz, sizi milli yapmaya çalışacak mahallede ki abilere, kahvelerde kadın kalçalarının mili metrik ölçülerinin çıkarıldığına da şahit olabiliyorsunuz.

Bu kadar kadın ve seks üzerine yetişmiş bir toplumun erkelerinden olan bir kuşağız aslında bizler. Seks’i ağabeylerin anlatmasından alman pornolarını videolardan izleyerek tecrübe edinen erkleriz bizler.

Ne demiş di Cem Yılmaz “bizim kuşak az çok almanca konuşmayı bilir” evet pornolardan öğrendiğimiz bu almancamız vardır elbet.

Buna rağmen bu kuşak’ın kadınlara ve arkadaşlıklarında belli kuralları olan insanlardı.

Bir arkadaşın çıktığı kızla çıkılmaz çıkanlar ise ayıplanır, kadının yanın da küçük erkek çocuk var ise o kadına asla bakılmaz o erkeğin bir erkeklik gururu vardır denilir di. Hatta hatta kaba ve istemediğim bir kelime ama “kerhanede” arkadaşın yattığı kadın ile asla yatılmazdı.

Sokağın başın da bir adam,adam gibi duran adam olmayan adam… Gelip geçen kadınlara bakan kimdir bu adam…

Sokağın içerilerine yürüyen bir kadın, kadın gibi kadın, ana, bacı, kardeş ama insan gibi insan, başı önünde güzel mi güzel bir kadın, ona bakan adam olmayan adamların gözleri ile soyduğu kadın…

Bir küçük erkek çocuk, annesinin elinden tutuyor sokağa doğru ilerliyorlar, çocuk küçük de olsa erkek gibi erkek, bakışlardan rahatsız oluyor annesinin elinden tutmuş sürükleyerek çekiştirerek yola devam ediyor bu küçük adam…

… diyecek  bir şey bulamıyorum küçük adam, adam gibi büyü…

 

Fedai Çakır

5 Nisan 2015, İstanbul

 

images (1)

NASIL OLUR DEMEKTEN KENDİMİ ALAMIYORUM

Güray Tezgider

Bu gün gencecik bir arkadaşımın (32 yaş) vefat ettiğini sosyal medya üzerinden yazan arkadaşımın paylaşımından öğrenmiş oluyorum.

Ölüm nedeni kalp krizi diye açıklanmış. Nedeni ne olursa olsun cinayet, kaza vs gibi olaylar dışında olan ölümlere tıp doğal ölüm diyor. Soruyorum size bunun, 32 yaşın da kalp krizi geçirip ölmenin neresi doğal.

Ülke psikolojisinin iyice bozuk olduğu şu dönemlerde kendi namına düşen gencecik arkadaşımın kaybetmenin travması ile iyice kendimden geçiyorum.

İşte doğal olan bu; yani psikolojimin yerle bir olması ve gözlerinin dolması.

Doğal olan, doğal olmayan ama sıradanlaşan o kadar kötü yaşanan olaylar var ki hayatımız da.

Hanginiz şahit olmamıştır ki zamansız gelen ölümlere. Zamansız diyorum çünkü doğal olmayan ölümler bunlar.

Kalp krizi, kanser diyerek açıklanan tıbbi terimler ile doğal ölüm olarak açıklanan ama doğal olmayan bu ölümler de gencecik insanların toprağın altına girdiğine şahit olmayanımız, duymayanımız var mı?

Yok dediğinizi duyuyorum.

Bu gün bir kez daha sorguladım hayatımı.

Mal mülk, para pul, iş vs gibi nedenlerle gelip geçen ömrümüzün ne kadar da basit ve dünya üzerinde arkamızda bırakacağımız şeyler için harcanan ömürler olduğunu fark ettim.

Bir çoğunuz da benim gibi kendinizi sorguladığını, aman dünya malı mülkü için yaşanır mı deyip de bana hak verdiğinizi biliyorum. Bir bildiğim ise; bir gün sonra bu düşündüklerinizi unutacağınızı tabi.

Nasıl oluyor da bizler bir gün sonra hayata hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor ve yanlış olduğunu bile bile yine aynı hayaller ve amaçlar için yaşamımızı yok etmeye devam ediyoruz.

Uzun zamandır kendime yeni bir hayat kurmaya çalışıyorum; para mal mülk odaklı değil yaşamak, sevgi ve doğa odaklı bir hayat.

Daha çok sevgi dolu bir düşünce, daha çok hoş görü, daha çok doğal yaşam, daha çok paylaşımlı bir yaşam, mal mülk odaklı değil yaşamaya dair mutluluğa sevgi dolu bir yaşama yelkenlerinizi açın.

Doğal ölüm denilen ama doğal olmayan bu ölümler sizi yakalamadan.

Nasıl olur demekten kendimi alamıyorum dememek için.

(Güray; Nasıl olur demekten kendimi alamıyorum… Öldüğünü kabul edemeyen bir yanım rahmet diletmiyor sanki dilime. Kabul etmese de bir yanım yokluğunu gerçekler buz gibi yüzüme yüzüme vuruyor bu gün. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.)

Fedai Çakır
29 Mart 2015, İstanbul

AKLINIZI BAŞINIZA TOPLAYIN

Yazmaya başladığım ama bir türlü bitiremediğim ilk uzun metrajlı sinema filmimde Şener Şen’in başrolü oynamasını hayal ederek senaryoyu kurguluyorum.  “Kanserliler Çetesi”  adında olacak bu filmde Şener Şen oynar mı? Oynamaz mı? hiçbir fikrim yok. Kendisi ile tanışma fırsatım olmadı. Sinema filmlerinde ki performansına ve hayat duruşuna hayranlığım ile bütün tanışıklığım.

20. TürkAlman Film Festivali sırasında seyircilerin sorularını yanıtlayan Şener Şen, bir seyircinin “Toplumsaleylemlere neden katılmıyorsunuz?” sorusuna “Oyuncunun ödevi, yaptığı filmlere hayat görüşünü yansımaktır. Bilfiil politikanın içinde olma, siyasetin içinde olma başka bir alandır. Bunu da sadece eylem yapan, hayatta başka hiçbir şey yapmayan, güzel film sevdalısı olmayanlara bırakıyoruz” yanıtını vermişti.

Bu cevaptan sonra sosyal medyada bir eleştiri furyası başlamış her kafadan bir ses çıkmıştır.  Hatta hatta bazı kişiler “oda sanatçı mı?” diyebilecek kadar bu eleştirinin dozunu kaçırmış durumdadır.

Yaşam alanlarına, özgürlüklerine, cumhuriyet’in temel ilkelerine müdahale edildiğini düşünen, kendini yoğun baskı altında hisseden ve siyaset üretemeyen muhalefetten de umudunu kesmiş olan AKP’ye oy vermeyen %60’lık bir kesim’in bir nevi çaresizlikten doğan  hissiyatının oluşturduğu hislerle Şener Şen’e bu eleştirilerin dozunun kaçtığı aşikardır.

Toplumun bu kesimi pimi çekilmiş bir bomba gibi. Hoş görü, sağ duyu vs bir kenara atılmış sanki. Köşeye sıkıştırılmış kedi misali tırmalamaya hazır bir şekilde her an tetikte bekler olmuş. Toplumun yükselen tansiyonunun siyasiler tarafından önümüzde ki seçimlerde hızla düşürülmesi gerekmektedir. Kutuplaşmalar, inatlaşmalar toplumu bir bomba haline getirmiş ve psikolojisi bozuk ruh hastaları haline dönüştürmüştür.

Toplum tarafından sevilen, taktir edilen bir sanatçısına “Toplumsal eylemlere neden katılmıyorsunuz?”  sorusuna cevap olarak. Toplumun bu kesimi kendi gibi patlamaya hazır cevaplar versin beklentisi içindeler.  Şener Şen’in de Türkiye’de yaşanan olaylara sert açıklamalarla kınaması, bağırması çağırması bekleniyor.

Gelinen noktaya; Fikirlere saygı göstermeyi bilmemek, illa kendi fikrinde olmaya zorlamak ve olmayanı da aşağılama veya öteleştirme nedeniyle gelinilmedi mi?

Doğru olan fikrini sana inanmayan birini aşağılamak, kuru kuruya eleştirmek, inatlaşmakla kabul ettirilemeyeceğini bilmeyen bir muhalefet ile karşı karşıyayız.

Siz bildiğiniz inandığınız düşüncelerinizi sabır ile anlatacaksınız, sabır ile işleyeceksiniz ve sevgi ile karşınızda ki insanları kucaklayacaksınız.

Kürt, Dinci, Laik, anti laik, alevi, suni, Kemalist, vs tüm ayrılımcı konuşmaları bir kenara atıp önce karşında ki insanı kucaklamayı öğreneceksin sonra fikirlerini anlatacaksın senin fikirlerin gerçekten iyi, insanların refahı ve iyiliğine yarayacaksa her insan doğruyu bulur, kabul eder. Yani tek doğru vardır her zaman.

Unutmayın ki bu gün karşı çıktığınız her şey / düşünce birilerin sabırla insanları ilmek ilmek işleyen bir sistemin yapısının sonucudur. Sevin yada sevmeyin yapılması gereken siyaset üretmek ve sabırla ilmek ilmek dokumaktır toplumu.

Şener Şen’in en son şu açıklamasına da sonuna kadar katılmaktayım.

“Halkına ileri demokrasiyi layık görmeyen iktidarlar yüzünden sıradan vatandaşlar benimle aynı görüşten değilsin diye birbirleriyle kavgaya tutuşuyorlar. Türkiye’de herkesin aklını başına toplaması lazım”

Aklınızı başınıza toplayın.

 

Fedai Çakır

22 Mart 2015, İstanbul

sener-sen-herkes-aklini-basina-alacak-5434895