Kategori arşivi: genel

KREDİ KARTI ÜYELİK ÜCRETLERİ NASIL GERİ ALINIR (resimli anlatım )

Kredi kartlarından senelik olarak kesilen üyelik ücretlerini son 10 yılını geri istemeye hakkımız var ,bunu yapmak için o kadarda uğraşmamız gerekmiyor .

Hatta bu yazıyı okuduktan sonra Bilal bile yapabilir.

Hangi bankanın kredi kartını kullanıyorsak o bankanın müşteri hizmetlerini arıyoruz, numarası kredi kartını arka yüzünde yazan 444 ile başlayan numaradır . Yetkiliye son 10 senelik üyelik ücreti yansıyan aylara ait ekstralarımızın verdiğimiz e mail adresine gönderilmesini istiyoruz, bunu göndermek zorundalar ,en fazla yapacakları bazen 10 senelik bütün ekstraları gönderip bizi içerisinden üyelik ücreti yansıyanları ayırmak zorunda bırakmak ama geri alacağımız para 500 tl. civarında olunca o kadar uğraşmaya değer.

Ekstralar gelince türkiye.gov.tr adresinden e devlet şifremizle giriş yapıyoruz eğer e devlet şifrenizi daha almadıysanız ptt şubelerinden nufus kağıdınızla 2 tl karşılığında alabilirsiniz .

Siteye şifrenizle giriş yaptıktan sonra sayfanın sol üst tarafında e hizmetler yazısına tıklayın.

Açılan sayfada resimde görüldüğü gibi G harfine tıklayın…

edevlet

Önünüze gelen bölümde alttaki resimde işaretli olan  tüketici portalı şikayet uygulamasına tıklayın.

edevlet1

Açılan sayfada uygulamaya git yazısını tıklayın ,karşınıza adınızın ve bilgilerinizin olduğu yeni bir sayfa açılacak orada tüketici şikayet işlemlerinden şikayette bulunmak istiyorum bölümünü tıklayın.

edevlet2

Karşınıza şikayet edilen bilgileri çıkacak orada bankanızın genel müdürlüğünün bulunduğu ili seçin ki çoğu İstanbul’dur ilçeside Beşiktaş’tır altınada bankanın ismini girince genel müdürlük olan adresi seçin.

edevlet4

Üstteki resimdeki gibi bu sayfada sadece uyuşmazlık bedeli bölümüne  bankadan aldığınız extralardaki toplam miktarı yazın ,talep türü bölümünde diğeri seçin ,konusu kısmına ise “Bankanızdan aldığım kredi kartımdan kesilen üyelik ücretlerini iadesi.” yazın

Alt bölümde kırmızı olarak  Kişisel bilgilerimin doğru olmaması durumundan doğacak yasal sorumluluğu kabul ediyorum. yazan yere tik koyup şikayeti kaydet yazısını tıklayın. Açılan sayfadaki formu indirip yazıcıdan yazdırıyoruz, bankadan aldığımız ekstralarla birlikte zımbalayıp ilçe kaymakamlıklarında bulunan tüketici hakem heyetlerine teslim ediyoruz.

Ortalama 3 ay içinde paranızı geri alıyorsunuz ,hatta banka parayı geri ödemez ise hakem heyetinin size gönderdiği kararla bankayı haciz bile edebilirsiniz.

 

 

EVDE BİRA YAPIMI, bira nasıl yapılır (resimli anlatım )

Bira hepinizin bildiği gibi su, malt, şerbetçiotu ve bira mayası ile yapılmaktadır.

Malt: Arpayı (3kg) bir leğende ıslatıyoruz, su arpanın hizasina kadar koyulacak ve oda sıcaklığında çimlenene kadar bekletiyoruz . Çimlenen arpaları suyunu süzerek kurutuyoruz iyice kuruduktan sonra düşük ısılı bir fırında 50 derece gibi kavuruyoruz.Buna malt deniyor.maltımızı mutfak robotunda öğütüp un haline getirip bir tülbente koyuyoruz tabiki tülbentin uçunu  bağlıyoruz.

Su:Bir kazanda 11 lt suyu kaynatıp 75 dereceye kadar soğmasını bekliyoruz.(derece önemli mutlaka bir derece bulun ) 75 derece olan suyumuza içinde malt bulunan tülbentimizi batırıp iyice karıştırıyoruz ve kazanın kapağını kapatıp yoğurt yapar gibi kazanı battaniye ile sarıyoruz ki soğumasın. 1saat kadar bekleyip maltımızı kazandan çıkarıp bir kevgire koyup üzerinden 2 lt su kaynatıp döküyoruzki içide kalan son şekeride alabilelim (tabiki kazanın üstüde ) iyice süzüldükten sonra maltın işi bitti.

bira1

Kazanımızı yine ateşe koyup kaynatıyoruz kaynama başlayınca yine tülbente koyduğumuz 30 gr şerbetçiotunu kazana daldırıp 1 saat kadar kaynatıyoruz artık şerbetçiotu maişenin içinden çıkarıp(Şerbetçiotu biranın acımsı tadını veren maddedir isterseniz kaynama sırasında her 15 dakikada bir maişenin tadına bakıp acılığına karar verebilirsiniz .) derin ve geniş soğuk su dolu bir leğene kazanımızı sokuyoruz. (maişenin hızlı bir şekilde oda sıcaklığına düşmesi gerekiyor.)

Artık maişemizi bir damacanaya koyup 30 gr kadar maya ile karıştırıp kapağını sıkıca kapatın kapağın ürerine bir delikle hortum takın bu hortumun diğer ucu su dolu bir şişeye sokulacak ve damacanadan çıkan gazlar aynı nargile gibi kabarcıklar cıkararak dışarı çıkacak fakat içeriye hava girmeyecek yani bu hava kilidi oluşturacak.Damacana oda sıcaklığında olmalı diğer şişeyi ise balkona koyun .Bu şekilde 15 gün bekleyecek.

site logo1

11 bira2

Bira mayasından bahseden sürü ile bilgi vardır aslında bira mayasıda normal evlerimizde kullandığımız mayalardan farklı değildir zaten pastör mayayı keşfedene kadar bira şarap ve diğer içkiler yine yapılıyordu yani üzüm veya arpadaki toz kir içinde bu bakteriler vardı insanlar mayalamadan bekletince kendiliğinden mayalanma oluyordu insanlar bunun mayalanma olduğunu bilmiyorlardı yani evlerimizde kullandığımız kuru maya veya yaş mayalarla bu işi yapabilirsiniz.

Şişeleme için yeteri kadar 1 lt lik pet gazoz şişelerini ve kapaklarını güzelce yıkayın 15 gün kadar beklettiğiniz genç biraya lt başına 5-6 gr yani 10 litre biramıza 50-60 gr şeker sıcak suda ertilerek bir kovaya konur damacananın dibine kadar değmeyecek bir hortumla sifonlanarak genç birayı kovaya boşatıyoruz damacananın dibinde tortular oluşmuştur bunları çekmeyelim.

Artık şekerimizde sifonlama sırasında kovanın içinde olduğundan iyice karışmıştır. Kovaya genç biranın tamamını boşalttıktan sonra hazırladığımız gazoz şişelerine biramızı dolduruyoruz üzerinden biraz boşluk bırakarak iyice kapatıyoruz.Son koyduğumuz şeker biranın gazlı olmasını sağlamaktadır şeker miktarını arttırırsak fazla gazlı olur cam şişelerde patlamaya sebeb olabilir.

Genç biralarımızı yatay şekilde koyarak 15 gün kadar bekletelim daha sonra buz dolabına alarak soğutup kendi imalatınız biraları içebilirsiniz. Şişelerin dibinde biraz tortu olabilir onun için bardakta içmenizi tavsiye ederim .

AFİYET OLSUN

( daha önceki bir yazımda rakı yapımınıda anlatmıştım ilgilenenler buradan bakabilir.)

 

 

Çocukluğumu Özlüyorum

Çocukluğumu özlüyorum.
Mahalle arasında top oynamayı, misketi, gazoz kapaklarını özlüyorum. Saklambaç oynamayı, yakar topu mahallemizin tek bisikletini özlüyorum.
Siyah önlüklerimizi, ortaokul yıllarında Lacivert ceket gri pantolon ve her yıl sadece Sümerbank, Beykoz ayakkabısı ile okula başladığım günleri özlüyorum.
Marka yok,
Arkadaşlar arasında fark yok,
Telefon yok,
Para yok,
Televizyon haftada birkaç gün,
Sadece sevgi dolu arkadaşlıklar…
Sinema ise her hafta sonu 2 film birden, bazen yazın hafta arası yazlık bahçe sineması,

İlk renkli televizyon çıktığında Şükran ablaların evinde toplanıp seyretmenin tadını ben biliyorum. Komşuda pişen bize de düşerdi veya tam tersi bizde pişen komşuya,
Hafta sonları ailece ve mahallece piknik günlerini,
Akşamları evlerinin dışında oturan mahalle büyüklerimizi ve onlardan bizlere gelen masum yiyecekleri özlüyorum.
Eski Türk filmlerindeki mahalle kültürüyle büyüyen bir çocuktum, şimdi o günleri sadece televizyonlardaki eski filmlerde görebiliyorum.

Kulağımda çınlayan Ersan Erdura şarkıları, Tanju Okan, Ersen ve Dadaşlar, Barış Manço, Esmeray ………
https://www.youtube.com/watch?v=I69wa0Uhw9k

Her eve mutlaka gazete girerdi. Günaydın, Tercüman, Saklambaç ….

Enflasyondan haberimiz yoktu, siyaset ise bizi hiç ilgilendirmezdi. Çıkarsız, saf tertemiz duygularımızın ortak güzelliklerine sahiptik.

Şimdilere bakıyorum yukarıda bahsettiklerimden hangi duygu ve kültürümüz kaldı geriye,

Hiç biri.

O dönemin ruhunu hala koruyabilen insanlarla karşılaşmamız dileğiyle.

Oktay ERDEM

BİR GURBET ÖYKÜSÜ

İstanbul’da doğup büyümeme rağmen bir yıl memleketim olan Giresun’da ilk okula gitmiştim. Bu eğitim maceram da aklımda kalan anılarımın başın da iki günde bir okulda yakmak için kar kış demeden bir dal odun götürdüğüm, sınıf da sıra arkadaşımın lakabının Patlıcan Halil olduğu, bir de sınıfın en tembeli olup en arka sıra da oturmaya mahkum olduğumdu.

Neden köyde eğitime devam etmem gerektiğini anlayamamam tembelliğimden den dolayımı yoksa hakkeden köyde ki çocuklar benden zekimiydi bilinmez. Çocuklarla tek ortak yanım çoğumuzun babası bazılarımızın anasının da Yurt dışında olduğuydu.

Ne garip bir duygudur aslında babanız ananız yaşıyorken onlardan ayrı yaşıyor olmak. Var ile yok arasında bir hayat.

Amerika Birleşik Devletlerinden de yayın yapan o ulusal kanal CNN’e bile konu olmuş bir kasabanın çocuğuymuş meğer ben.

New York’un en çok Türk nüfusuna sahip olan kasabası Yağlıdere’den çıkmış bir babanın çocuğuymuşum meğer.

CNN, New York sokakların da röportaj yapıyor  ve soruyor.

– Türkiye’yi biliyor musunuz?

– çat pat bilenler çıkıyor,

– Peki İstanbul’u biliyor musunuz?

Türkiye’ye oranla İstanbul’u bilenler daha fazla elbette. Sanırım bunun nedeni Bizanslara kadar dayanan bir bilgi de olabilir.

Nüfusunun yoğun oluşuna yada o muhteşem boğaz güzelliğin den dolayı da olabilir. neden ne olursa olsun İstanbul daha çok biliniyor.

Oda ne ekranlara ilginç bir istatistik yansıyor, CNN muhabirinin de haber yapma nedeni de bu. Muhabir soruyor.

– Yağlıdere’yi duydunuz mu? Nerededir?

Bilinirlik anlamında Türkiye’nin de İstanbul’un da önüne. Bazı ABD vatandaşı Türkiye’nin başkenti bile sanıyor

Yağlıdere New York’ta bilinen tanınan bir şehir olmuş bile.

Nasıl oluyor da 7 bin kişi nüfusu olan bu kasaba bu kadar tanınıyor buralar da.

Malum Kurtuluş savaşı sırasın da bir çok Rum aile Yunanistan’a,  Avrupa’ya ve ya ABD’ye göç etmişler. İşte bu Rumlardan bir tanesi yıllar sonra göç ettiği Giresun’a geliyor. Yağlıdere de bir terzi ile arkadaş oluyor. Terzi bu kişiyi misafir ediyor, ağırlıyor, gezdirip, yedirip içiriyor. Sonra giderken tekrar geleceğini söylüyor geldiğinde de terziyi de Amerika’ya götüreceğini belirtiyor.

Belki bu sözler o an söylediğinde duygusallıktan söylenmiş gibi gelebiliyor ama hakkeden de geri gelip bizim terziyi de alıp Amerika’ya dönüyor.

İşte terzi ile birlikte Amerika; bizim kasaba için bir geçim kaynağı, iş alanı, yeni bir vatan oluyor. Tabi başta da New York şehri.

Söylentilere göre New York’ta on binin üzerinde Yağlıderelinin yaşadığı, Amerikan konsolosluğuna giden Yağlıdere nüfusuna kayıtlı kişilerin artık vize için ret yediği, gidenlerin geri gelmediği bahane edildiği ve kasabanın tek bankası olan Ziraat bankasının yurt dışından gelen ticari döviz girdisi dışında kalan en büyük döviz girdisi olan banka şubesi olduğu söylentiler içindedir.

Benim köyde eğitim almak zorunda kalma olayımda işte bu anlattığım hikayenin bir parçasıydı.

Her Yağlıdereli Amerika’yı görüyor, yaşamasa da illa bir kere gidiyor mantığı olsa gerek Rahmetli babamda o dönem de Amerika’ya gitmiş iki yıl kadar çalışmış.  Benim çocuklarım bura da kaybolup gider deyip tekrar geri döner. Emekli olduğu döküm fabrikasında işe başlar.

Gurbet işte böyle sevdiklerinden ayrı koyan bir şey…

Gurbet gidene de arka da kalana da zor olan bir şey…

Avrupa’ya göç’ün 50. yılının kutlandığı şu günler de hadi anlat desen ne anılar ne maceralar vardır gurbetli de. Yada şöyle sonlayalım

“Her gurbetçinin kitap olabilecek bir hikayesi var aslında…”

Fedai Çakır,

16 Ocak 2015, İstanbul

Onun adı ALİ. Döküm ocaklarına aşık ALİ

Size bir adamın anlatacağım yakışıklı uzun boylu döküm ocaklarına aşık bir adamı.

Haliç’in bataklık olduğu dönemler de bu deltanın kıyısında kurulu bir döküm fabrikası ve bu fabrikada İşçi şef Ali’nin hikayesi.

Ali’den öğrendik biz kardeşler emeğin, çalışmanın karşılığı yok ise size verilen hiçbir şeyi kabul etmemeyi, almamayı.

Motor döken koca bir fabrika da işçi olarak başlamış döküm ocaklarına olan aşkı Alinin. İşine olan tutkusu ile şef olmayı başarmış bir adam Ali.

Dört Çocuğuna ve eşine bakmak için yürüyerek gittiği o fabrika da döküm ocaklarına aşık’tı Ali.

Şef oldun dediler ama maaşına yansımayan bir rütbeyle övünmedi Ali. O sadece işini sevmesi ve iyi yapmasıyla övündü / gurur duydu.  Ha bir de Genel Müdürü Turgut Özal’ın fabrikada sorun çıktığın da  Ali’nin gecekondusuna uğrayıp onu da almasıyla gurur duydu.. Bu onun işini nasıl iyi yaptığının göstergesiydi.

Çapkındı,

Yakışıklıydı,

Uzun boylu idi ,

Sevecen babacandı Ali.

Ütülü kumaş pantolonu jilet gibi, gömlekleri  kolalı dümdüz dururdu Ali’nin. Belki çok fazla pantolon ve gömleği yoktu ama her aman temiz ve ütülü itinalıydı Ali.

Her döküm ocağının bir ismi olur, ilk duyduğumda yadırgamıştım sonra bu döküm ocaklarına kadın ismi verilemesini duyunca daha da yadırgamıştım.

Kadın erkekler göre üstün yaradılışa sahiptir. Doğurur, yeni bir fert dünyaya getirir. İşte bu nedenlerle döküm ocaklarına her zaman kadın ismi verilirmiş.

Ali’nin döküm ocaklarının kadınlara benzediğinden mi? çok sevdiği, yoksa kadınları çok sevdiğinden mi? Döküm ocaklarını çok sevdiği bilinmez elbette.

Ali bir gün Emekli oldu ama kendini koy vermedi aynı yakışıklı bakımlı Ali idi. Eşi hastalanınca yıllarca ona baktı Ali. Çapkınlıktan uzak sanki geride kalanlara bir mesaj verir gibiydi.

Ali bizlere bir şey öğretmişti;

“Karşılığı olmayan hak etmediğim hiç bir şeyi almamıştı Ali. Buna karşılıksız Aşk’ta dahildi.”

Biz mahalleli kızlara bakıyor demesinler diye başımız önde yürümeyi Ali’nin eşinden, Çapkınlığın aşk olmadığını da Ali’den öğrenmiştik.

Fedai Çakır

15 Ocak 2015, İstanbul

 

 

 

 

 

 

DİK DUR, GÜÇLÜ OL, AŞIK OL… Dip’in Dibinde ol

Yaşam da nelerden güç almak gerektiğini bilmek hayatınızın dönüm noktasını da bilmek olabilir.

Her insanın dibe vurduğu zamanlar vardır bazen maddi, bazen ise manevi olur. İşte o an da size güç verecek olan ne olacaktır.

Bazılarımız için din’e, inanmaya sarılmak, bazılarımız için işine çalışma hayatına daha çok sarılmak, bazılarımız için ise aileye ve çocuklarına sarılmak, bazılarımız için alkole, uyuşturucuya sarılmak gibi olabiliyor.

Aslında güç almamız gereken en önemli davranış şekli sakin olabilmeyi başarmak, düşünce karmaşasının için de boğulmamayı başarmaktır.

Bunu yapamadığımız da bizi bekleyen en büyük tehlike ise sapkın uçlarda düşünmeye başlıyor olmak, bağımlı olmak, aileyi ve çevreyi bunaltır derecede sıkıyor olmaktır.

Bir de sık sık dip’e vuranlarımız vardır. Her daim sevgi ile dolu olan bu insanlar çevresi tarafından kullanılır ve sevgi, dostluk verdiği her insan ayağından dibe doğru çeker.

İşte bu duruma düşmemek için de, her insana hak ettiği değerden fazlasını vermemek çözüm olabiliyor.

 

Son bir ruh hali daha vardır. Sevgide aşk’ta her daim tökezlemek. Bunlar da her bedensel temas ile aşık olan en ufak ilgiyi aşk veya sevgi olarak algılayan ve hiç düşünmeden ruhunu/sevgisini/aşk’ını karşısında ki insana teslim eden sevgi arayışında olan insanlardır.

 

Peki bu duruma düşmemek için ne yapmalı. Duyguları ve yaşananları yaşamın içinde var olan hisler olarak kabul edip abartmamalı.

 

Biliyorum ki bu durumlara düşen ben ve benim gibi olan insanların diplere vuruşları bitmeyecek. İşte o zaman şu mısralarım dip’e vurmuşlara ithaf olsun.

 

 

Öyle bir haldeyim,
Hiçliğin sınırında
Bilinmezliğin yanında,
Bir acaip haldeyim
Dib’in dibindeyim…

 

 

Fedai Çakır

12 Ocak 2015, İstanbul

OSMANLICA NEDİR

Dil bilimciler bir dili incelerken o dilin özgün kelimelerine  , cümle yapısına ve sayılarına bakarak hangi dil ailesine bağlı olduğunu ,hangi dillerle akraba olduğunu tespit ederler.

Osmanlıca 15 yüzyılın sonlarından 20 yüzyılın başlarına kadar edebiyat ve sanat alanında  türkçe ,farsça,arapça kelimelerin kullanılması ile oluşturulmuş bir yazı dilidir ki bu dilin özgün (osmanlıcaya has) bir tek kelimesi dahi yoktur.

Şöyle söyleyebiliriz ki osmanlıca olduğu iddaa edilen bir eserde hatta bütün eserlerde bir tek kelime dahi osmanlıca denilen dilin kendi öz kelimesi değildir çünkü öyle bir kelime yoktur.

Osmanlıca   sadece saray ve çevresinde, yüksek sanat yapma düşüncesinde olan halktan kopuk bir zümre tarafından kullanılmış yazı dili olup bu dille yazanlar dahi günlük hayatlarında türkçe konuşmaktadırlar.

Toplumumuz da bazı insanlar arap alfabesinden latin alfabesine geçişimizi dilin değişmesi olarak görmektedir ki aslında arap alabesi ile yazarkande insanlar türkçe konuşmakta ve türkçeyi arap harleri ile yazmakta idi.

Yunus emre‘nin  doğumu 1240 yılıdır daha osmanlı devleti kurulmamış selçuklu devletinin son zamanlarıdır onun şiirlerinden birkaç örnek verelim.

Acep şu yerde var m’ola şöyle garip bencileyin
Bağrı başlı gözü yaşlı şöyle garip bencileyin

Gezerim Rum ile Şam’ı Yukarı İller’i kamu
Çok istedim bulamadım şöyle garip bencileyin

Kimseler garip olmasın hasret oduna yanmasın
Hocam kimseler olmasın şöyle garip bencileyin

Söyler dilim ağlar gözüm gariplere göynür özüm
Meğer ki gökte yıldızım şöyle garip bencileyin.

Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar oldurur
Aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur
Bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içem
Mecnun olup dağa düşem
Sensin dünü gün endişem
Bana seni gerek seni

Sufilere sohbet gerek
Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek
Bana seni gerek seni

Eğer beni öldüreler
Külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağıra
Bana seni gerek seni

Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene Ver anları
Bana seni gerek seni

Yunus’dürür benim adım
Gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni

 1240 yılında doğmuş bir insan bu gün bile anlayabileceğimiz bu güzel şiirleri yazarken bazı cahiller osmanlı zamanında türkçe  konuşmadığımızı harf devriminden sonra türkçe konuşmaya başladığımızı nasıl savunuyorlar ,bu eğer cahillik değilse  bir hainliktir.

Kendine özgü kelimeleri sayıları ve grameri olmayan bir dil olabilirmi buna nasıl inanabilirsiniz.

İşin özü osmanlıca diye bir dil yoktur

EVDE RAKI NASIL YAPILIR Evde Rakı yapımı (resimli anlatım)

Evet evde rakı yapmak mümkün son  10 – 15 senedir akp iktidarı bize tütün sarmayı öğretti şimdi sıra rakıya geldi.

Evde rakı imalatı dediğimizde sahte rakı olayları aklınıza gelebilir ama yapımını anlatınca bununla sahte rakının alakası olmadığını anlayacaksınız.

Yaptığımız rakı eskilerin yaptığı gibi sadece üzüm , şeker ve anason kulanılarak yapılır dışarıdan alkol takviyesi yoktur.

Ölçülerimizi 19 litrelik su damacanasını baz alarak veriyoruz.

GEREKLİ OLAN MALZEMELERE BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ

www.yedi7.com

İlk önce daha basit bir tarifle başlayacağım 

Rakı yapımını ilk aşaması maişe hazırlanmasıdır  bunun için basit yöntemde gerekli olan malzemeler :

1 – 3,5 kg toz şeker

2 – 1 kg Üzüm pekmezi

3 – 30 gr maya

4 – Anason uçucu yağı veya Anason tohumu

5 – Üzüm aroması

6 – Alkolmetre

7 – Damıtma kovası

8 – Meşe cipsi ( isteğe bağlı olarak altın seri yapmak için )

9 – Derece ( 110 dereceye kadar ölçebilen )

Bu şıklarda ilk üçü hemen gerekli diğer maddeler 20 gün içinde tamamlanabilir.

MALZEMELERİ BURADAN TEMİN EDEBİLİRSİNİZ

https://yedi7.com

site logo1

Şekerimizi bir tencerede su ile karıştırıp kaynatarak şurup yapıyoruz ve kaynamış olan bu şurubu 19 litrelik damacanaya döküyoruz , üzüm pekmezini de damacanaya döktükten sonra dinlenmiş su veya iyi su ile damacanayı tam doldurmayacak şekilde yani damacananın boğazının 10 – 15 cm altına kadar dolduruyoruz. Eğer ağzına kadar doldurursak maya ilavesinden sonra  oluşacak gazlar sebebi ile taşma olur.

Maişe hazırlama işi bu kadar şimdi yapılması gereken damacananın kapağını  kapatılıp iyice çalkalamak su sıcaklığı azaldıktan sonra ( 35 derecenin altında olması gerekiyor ) mayamızı damacanaya döküyoruz.

Daha önce hazırladığımız delinmiş ve hava sızdırmayacak şekilde kapağa monte edilmiş hortumlu kapağımızı kapatıp hortumun diğer ucunu su dolu bir şişeye sokuyor ve böylece 15 – 20 günlük fermantasyon işlemi  başlamış oluyor.  ( Hortumun damacanadaki uçu maişenin içine girmeyecek .)

(dışarıdaki şişeden kabarcık çıkmadığı zaman işlem tamamdır.)

Fermantasyon esnasında damacana kesinlikle hava [ oksijen] almamalı . Oksijen etil alkolü asetik asit e [sirke] dönüştürür.

Kabaca 4800 gram şekerden 2400 gram % 96 lık etilalkol [3litre) elde edilmesi gerekir bu da % 45 lik 6 litre etilalkol demektir. Fermantasyon erken bitirilirse henüz alkole dönüşmemiş şeker var demektir 19 litre suya en fazla 4,5 kg şeker eklenmeli  .Fazladan eklenecek şekerin alkole dönüşmesi mümkün değildir. Maişedeki alkol oranı en fazla hacimce % 12 olabilir.Bakteriler ,yani maya daha yüksek oranda yaşamazlar.

11

Şimdi ikinci ve daha zor olan tarife geçelim

2,5 kg kuru üzüm alıyoruz şeker oranı yüksek olanından olması gerekiyor yani en tatlisını bulacağız, kuru üzümü mutfak robotunda macun kıvamına getiriyoruz. Bu işleme başlamadan evvel kuru üzümleri bir tencerede suya koyup 3 saat bekleyin çünkü direk mutfak robotuna koyarsanız  çok zorlanıyor, robotu yakabilirsiniz.

2 kg şeker alıp yumuşak kireçsiz içme suyu ile bir tencerede şurup yapıyoruz.(yani 2kg şekeri tencereye koyun üstüne su ilave edin karıştırarak kaynatın. )

Kuru üzüm macunu ile surubu karştırın,tercihen yarım kilo üzüm pekmezide ilave edebilirsiniz biraz soğusun 25 dercenin üzerinde olmasın (çünkü maya 30 dereceden sonra ölebilir) 30 gr mayayı, bu karışıma ekleyin.

Bu karışım damacanaya koyup üstünü yumuşak kireçsiz içme suyu ile damacananın boğaz izasının biraz (15 cm ) altına kadar tamamlayın.

Kapagını kapatıp 5 dakika kadar çalkalayın ,bidonun kapağını hotum girecek kadar delin buradan suya değmeyecek şekilde bir hortum sokun hortumun diğer ucunu dışarı çıkartın (artık doğramayımı delesiniz yoksa duvarımı bilemem)  ucu mutlaka dışarıda olsun ve su dolu bir şişenin içine sokun   çünkü reaksiyon sırasında çıkan gazlar bu şişedeki suyun içinde kabarcıklar çıkaracak (nargile gibi)  sizde etkileşimin devam ettiğini anlayacaksınız . Damacananın içeride olmasının sebebi oda sıcaklığında mayalanma daha iyi olur.( ortalama 25 derece.)

Bu şekilde en az 15 gün en fazla 21 günde mayalanması gerekiyor.(dışarıdaki şişeden kabarcık çıkmadığı zaman işlem tamamdır.)

11 bira2

Rakı üretimi

Fermantasyon bittikten sonra damacanadaki maişe çalkalanmadan bir hortum yardımı ile başka bir kaba alınır dibindeki tortuyu almayın.(hortumu maişenin içine sokun dibinden 3cm yukarıda kalsın öbür ucunu yeni kaba sokun yeni kap damacanadan daha alçakta olacak , damacanaya hava kaçırmayacak şekilde üfleyin maişe yeni kaba akmaya başlayınca üflemeyi bırakın ama dibini almayın dökün.)

Damıtma için genelde herkez düdüklü tencere kullanıyor. Tencerenin kapağında bir delik açılıyor buraya bakır bir boru kaynatılıyor.İmbik yapımına buradan bakabilirsiniz.

Damıtmanın nasıl yapılması gerektiğine de buradan inceleyin.

düdüklü

Bakır boru 3 metre civarı olacak tencereden 50 cm ileriye bir derece sabitleyin ,1 metreden sonrasını helezon yapıp bir kovaya sokun öbür ucunuda kovadan delik açıp çıkartın bu deliğin etrafını su kaçırmayacak şekilde silikonlayın .

Artık 1. damıtıma başlayabiliriz,düdüklü tencerenin 4/3 sini maişe ile doldurun, kovanın içine soğuk su ve buz doldurun,tencereyi sıkıca kapatıp altını yakın sıcaklık 78.5 -79 dereceye gelince ateşi biraz kısın .Düdüklü tencerenin büyüklüğüne göre 2 veya üç seferde hazırladğımız maişeyi bitiririz

Birinci damıtımdan sonra çıkan alkol mutemelen 40- 50 derece olacaktır, bu çıkan sumaya  2 yemek kaşığı iyotsuz tuz ılave ediyoruz, tekrar damıtıyoruz ,damlama başlıyınca ilk çıkan bir çay bardağı alkolü dökün geri kalan alkolü alın. 95 derece sıcaklıktan sonra artık bırakın. ( Unutmayın kısık ateşte olması alkolun derecesinin yüksek olmasını sağlar ne kadar az ateş o kadar çok ateş suyu) .

Burda iki ayrı yol seçebilirsiniz,

1 – Elde ettiğiniz sumayı % 45 – %50 dereceye düşürüp litre başına 0,80 veya 1 ml anason uçucu yağı  ve yine litre başı 6 gr şeker eriterek ilave edip ,rakınızı dinlenmeye bırakabilirsiniz .

2 – Yok kardeşim ben göbek rakısı yapacağım deyip yazının devamını okuyabilirsiniz.

Anasonlama

Bu damıtımda çıkan alkol %85 civarındadır ( Alkolmetreyi alkolün içine koyuyoruz alkol sıcak olmayacak 20 derece gibi bir sıcaklıkta alkolmetre doğru ölçebilir) Sumayı %45 e düşürecek miktarda suyu hesaplayıp bu suyun içine çıkacak % 45 lik rakını litresine göre anason tohumu  atın ve bir gece bekletin. ( Tahmini olarak her litre için 80 gr anason tohumu gerekir bir su bardağını tepeleme doldurursanız hemen hemen 80 gr oluyor. ).

( Örnek hesap: ikinci damıtımdan çıkan %85 lik 3 litre sumamız olsun bunun içinde  3 x 85 = 255 / 100 = 2,55  litre saf alkol vardır bunu % 50 yapmak için   toplamda 2,55 x 2 = 5,1 litreye tamamlamamız gerekli, elimizde 3 litre olduğuna göre 5,1 – 3 =  2,1 litre su ilave etmemiz gerekiyor.

Bu hesaba göre 2,1 litre suya 5,1 x 80 gr anason tohumu = 400 gr atıp bekleteceğiz. )

Artık sıra 3. damıtıma geldi tekrar hazırladığımız anason tohumlu tencereye ikinci damıtımdan çıkan alkolü karıştırıyoruz ve damıtmaya başlıyoruz. soğutma kovasınada soğuksu ve buz tamamlayın çünkü soğutma suyu ısınırsa rakı buhar olur gider.

Ateşi açın damlama başlayınca biraz kısın ilk gelen 750 ml alkolü ayırın çünkü bunda alkol fazla  anason az vardır, sondanda 250 gr ayırmanız gerekiyor oda alkolü düşük çiğ anason kokar ,aradaki aldığımız alkol kaliteli göbek rakısı denilen kısımdır. Aldığınız alkolleri bir daha rakı yapacağınız zaman 1. damıtımdan sonra aldığınız alkole karıştırabilirsiniz.(yine 95 derceden sonra almayı kesiyoruz.)

Aradan aldığınız rakıyı yine alkolmetre yardımı ile su ilave ederek  %45 alkol seviyesine düşürün, unutmayın rakı sıcakken alkolmetre doğru ölçmez. Sıcaklık 20 derece olsun.

Eğer ben bu kadar uğraşamam göbek rakısıda olmayı versin derseniz  2 . damıtımda çıkan alkolü % 45 veya % 50 ye düşürüp anason uçucu yağı ilave edebilirsiniz. Yağın gerçek anason yağı olduğundan emin olun piyasada anason yağı diye satılan yağlar aslında anason uçucu yağı değildir.

ANASON UÇUCU YAĞINI BURADAN TEMİN EDEBİLİRSİNİZ

https://yedi7.com

site logo1

Daha bitmedi yarım çay bardağı suya litre başı 6 gr kadar  şeker koyup karıştırın ve ısıtın kaynatmaya gerek yok ( bir küp şeker 3 gr dır.) ,şeker eridiği zaman bunuda rakıya ilave edin şu anda 2,5-3 lt arası rakımız var ama bunu şişeye koyup 20 gün dinlendirin 20 gün sonra içebilirsiniz.

NOT: Bu rakı tekelden aldığınız rakılar gibi değildir hem kaliteli hemde üzüm tadı ve kokusu vardır ilk zamanlar tad farkından dolayı garip gelebilir bunun sebebi rakı fabrikaları üzüm yokken veya pahalı iken sadece şeker ile hatta şekerpancarı küspesi ile rakı yapıyorlarmış tad farkı olmasın diye 1. damıtımdan sonra filitreden geçiriyorlarmış sizde isterseniz 1. damıtımdan sonra aktif karbon alarak filitre yapabilirsiniz nasıl yapıldığını buradan görebilirsiniz, ama anasonlama işleminden sonra filitre yapmayın o zaman ne anason kalır nede beyazlama.

( başka bir yazımda bira yapımınıda yazdım ilgilenenler buradan faydalanabilir.)

Afiyet olsun


Kıssadan Hisse

Bugün hayata ve yaşama farklı bakış açımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Aslında bu basit bir hesaplama, ben bu hesaplama yöntemi ile hayata daha farklı bakma ve sıkı sıkı tutunmanın yolunu buldum.

Türkiye’de insan ömrü (bugünkü sağlıksız koşullara bakıldığında) 70 yaş olarak baz alalım.

40 yaşında bir insan ömrünü formüle edelim.

Geriye kalan zamanı 30 yıl,

Son 10 yılı çıkarmak istiyorum. Sebebi; baston, öksürük, aksırık vs. vs.

Kaldı 20 yıl,

Bu da şu demek ben en fazla 20 defa daha Bodrum’a gidebileceğim, hayattan zevk alabileceğim, eğlenebileceğim, yiyip içebileceğim.

Hayatın ne kadar kısa olduğunu şimdi bu formüle dayanarak kendi üzerinizde lütfen deneyin. Bakın bakalım ne çıkıyor sonuç. Sonrada kırdığınız kalpler, küstüğünüz insanlar, haksızlık yaptığınız kişiler varsa lütfen bunları düzeltmek için bir an önce çalışmalara başlayın. Yoksa son 10 yılınızı pişmanlık içerisinde geçirebilirsiniz.

Bana gelince benim toplam 12 yazım kaldı.  :)

Şimdiden hepinize kolay gelsin.

Oktay ERDEM

 

 

 

TAMAM OLAMAYAN AŞK

İlk okul dördüncü sınıftaydım, fırfırlı eteği, iki örgülü saçları ile S.S’ye hepimiz aşıktık. Aynı gecekondu mahallesin de oturuyorduk ama o gecekondular için de açmış bir sümbül çiçeği gibiydi.

 

Güzel bir ailem vardı. Bizleri çok seven Anneye, Babaya sahiptim. Bu sonradan öğrendiğime göre çok önemliymiş meğer. O anne  ve babanın verdiği sevgiyi bu gün kendi oğluma, beraber yaşadığım kedime ve hayatıma giren kadınlara veriyorum. Bu sevgiden hiç pişman olanını da göremedim daha. Sevmek, sevilmek güzel şey elbette.

 

S.S’nin o ufak bedeni benim ufak bedenimde büyük ruhsal olaylara sebebiyet vermiş ve gecekondumuzun bahçesin de bulunan koca gövdeli ağaca kalp içinde işlenmişti. S.F diye harfleri. İşte onun hiç bilmediği bu masum aşk sonrasında orta okul sıralarında ve lise sıralarında da devam etti. Tek farklı kızlar farklı olmasıydı tabi. Ortak olan nokta ise aşklar hep masumdu.

 

Sonra seks girdi devreye ve masumiyetten çok bedensel bağlanmalar seviştiğin kadına/erkeğe aşık olmalar başladı ruhlarımızda. Elbette sevişmek seks güzel şeydi ama aşk’ın var oluş nedeni olan masumiyeti de alıp götürdü beraberin de. Bu nedenle her daim savunurum aşk: ilk tanışma ve sevişene kadar geçen flört dönemidir diye.

 

Aşk’ı tarif etmeye kalkar isek uzar gider elbet bu yazı ve çıkılmaz bir hal alır ortam. Her insanın kendine göre bir aşk tarifi var elbette.

 

Yaş ilerledikçe seksler yaşanmaya, ilişkiler koşar adım tüketilmeye başlandığın da rastlanan mucizevi aşklar da olmuyor değil elbet. Bunlar genelde olamama üzerine kurulu aşklar oluyor elbette.

 

Mucizevi aşklar diyorum çünkü genellikle sona varmayan aşklar oluyor bunlar. Erkek ve kadın arasında toplum baskısında uçurum olacak yaş farkı olan aşklar bunlar.

 

Erkek: vücudunun ve ruhunun doruklarına vardığı dönemlerdir kırklarını geçmiş bir çok kadını kızı kendine çekebilecek olgunluktadır. Tip olarak da karizma denen olguya oturmuş bir vücuda sahiptir artık.

 

Kadın: Ateş ateş yanan kocaman gözler, aşk kokan bakışlar, esmer bir ten ve saçlar.

 

Hangi erkek buna hayır diyebilir karşı koyabilir. İşte mucizevi aşk başlar muhtemelen sonu olmayacak ama yaşanmadan da olamayacak aşktır bu.

 

İki beden, iki insan… Aşkâ davet edilen yaşam… Tamam olamayan  aşk….

 

Ben pek anlatamadım, Bir de  Aziz Nesinden dinleyin.

 

“söz verdiğimiz yerde buluştuk

söz verdiğimiz zamanda değil.

Ben yirmi yıl erken gelip bekledim

sen geldin yirmi yıl geç

ben seni beklemekten yaşlıyım

sense beklettiğin için genç.”

 

Fedai Çakır

3 Ocak 2015, İstanbul